Bir Dilek Dile Hayattan – 26

Dedesi, bahçe kapısını açıp torununu gözü yaşlı görünce, hastalıklardan ve yaşlılıktan dayanıksızlaşan vücudu titremeye başladı. Güçlükle, soluk soluğa yaklaştı torununa. 

-Ne oldu kızım? Kim ne yaptı sana? 

Dilek, dedesinin bu halini görünce kendini kontrol altına almaya çalıştı. O an gerçekleri daha iyi görmüştü. Dedesi ve babaannesi çok yaşlanmıştı. Kız kardeşi mağdurdu; uygun olmayan bir evlilik yapmıştı. Şimdi ‘Abi’ dediği akrabasıyla evlenmesini istiyorlardı. ‘Allah’ım!’ dedi, ‘Allah’ım!’ ve sustu.

Dedesi de durumu anlamıştı. 

-Dur hele kızım, dur! Üzülme… İstemezsen zorla bir şey yok. Kimse seni zorla evlendiremez. Ben ölmedim daha! Hadi çıkalım yukarı. biraz konuşalım. Gel kızım. 

Dilek sokuldu dedesine. Ağaç kovuğuna sığınan kuş gibi sesi soluğu kesildi. Küstü o ana, küstü duyduklarına, küstü onu üzenlere; küstü işte her şeye. 

Dedesi ‘Ben torunumu üzmem.’ Dedikçe, babaannesi kaş göz işaretiyle ‘Öyle deme, yüz bulmasın.’ der gibi hareketler yapıyordu. 

Babaannesi kızının isteklerini torununa ileten aracıydı. O’nun rahat etmesini istiyordu. Kızı da oğluna eli yüzü düzgün, huyunu suyunu bildiği yeğenini almak istiyordu. Kimsede kötü niyet yoktu da niyetin kendi yanlıştı.

O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak gibi görünüyordu ortam.

Ertesi sabah ağlamaktan gözleri şişmiş halde uyandı. Mezun olduğu en mutlu gününde, en beklemediği bir durumla karşı karşıyaydı. Öyle bir durum ki; nereye baksa gerçekle yüz yüzeydi. Hepsi iş birlik içinde, sözüm ona Dilek’in rahat etmesi için uğraş veriyorlardı. Gençlere soran yoktu bile. ‘Biz sizin bir ömür beraber yaşamanızı uygun gördük, siz de ister misiniz?’ diyen yoktu. Belki zorlama olmayacaktı; ama artık her gün, her yaşanana benzetilerek gündeme gelecekti bu konu. 

Babaannesi buruk bir ses tınıyla çağırdı torununu.

-Dilek! 

Ses yoktu. 

-Dileeek! Hele gel, az otur yanıma da bir şey diyeceğim sana. 

Dilek kıyamazdı babaannesine. Zaten yürüyemezdi ki… Yıllarca iki göz odada, dizlerinin üstünde iş görüp bir karış camdan dünyaya bakmıştı ve o dünyasından gelen sesi, dünyanın kendisi sanmıştı. Korkmuştu dışarıdan, geceden, ölümden… Oğlunu, gelinini toprağa verdikten sonra, zaten tutmayan ayakları güçsüzleşmişti her gün biraz daha. Dilek yanına geldi babaannesinin. Yaşlı kadın yere bakarak konuşmaya başladı. 

-Kızım, Allah hayır etsin; babanı rüyamda gördüm… 

Senaryoyu hissetmişti Dilek. Babaannesinin bu huyu vardı. Bir şeyin olmasını çok istediğinde, ölmüş anne ve babasını devreye sokar, rüya gibi mesaj ulaştıran durumlarla süsler, sözünün dinlemesini isterdi. Dilek nereye geleceğini bilerek ve artık kaçış yolunun hiç kalmadığını hissederek buruklukla dinlemeye başladı. İçinde hiç kötülük olmasa bile, bu isteğiyle en büyük kötülüğü yaptığının farkında değildi babaannesi. Devam etti rüyasını anlatmaya… 

-Baban diyordu ki; ‘Anne, Dilek’i ablamın oğluyla evlendirin de rahat etsin. Bizim de gözümüz arkada kalmasın; huzur içinde yatalım.’… Ah kızım ah! Malum oldu bak babana… Bari onların hatırına bir ‘He’ de, takalım yüzükleri’ 

Dilek nasıl acı bir durumla karşı karşıya kaldığının farkındaydı. Halasının kapıyı açıp içeri girmesiyle, kuyruğu sıkışmış bir kedi gibi acı çektiğini hissetti.

Nasıl evlenirdi abi gördüğü biriyle? Hem o kişinin de haberi yoktu. Kararı halası ve babaannesi vermişti. Amaç ise; dede ve babaanne sağken, iyi bir yere teslim etmekti torunlarını. Halası yaklaştı Dilek’e… 

-Kızım, babaannen demiş sana. Biz düşündük taşındık, oğlumla seni baş göz etmeye karar verdik. Beraber oturur, gül gibi geçinir gideriz. 

-Hayır hala! İstemiyorum. O benim abim ya! Üstüme gelmeyin; istemiyorum!

Bunları söyleyip, o ana kadar zor duran gözyaşlarını etrafa serpiştirerek içer odaya geçti. Halası çok bozulmuştu. ‘Kız ortada kalmasın, evimde hem gelinim hem kızım olsun’ düşüncesindeydi; ama bu ret cevabı onu çok üzmüştü. Hatta kızmıştı Dilek’e… Artık eskisi gibi davranamayacağı belliydi. Reddedilmenin acısını uzun yıllar atamayacaktı üstünden.

Sadiye yengesine gitti apar topar… Sarıldı boynuna ve sürekli ağladı. Sessiz kaldı kadıncağız. Acı çekmemesi için dua ediyordu. Ağlamaya az ara verince sadece bir soru sorabildi Dilek’e… 

-Kızım babaannene ya da dedene bir şey mi oldu? Neden bu acı içinde kıvranman? 

-Yok… 

Kolay kolay bu denli ağlamazdı. Ürkmüştü Sadiye Yengesi. Başını sıvazlayıp oturttu yanına. Bir bardak su uzattı sonra… 

-İç bir iki yudum. Yaslan arkana ve hadi anlat bana kızım. Neler oldu böyle?

26. bölüm sonu…
Devam edecek… 

Melek Kırıcı 
www.kafiye.net