Bir Dilek Dile Hayattan – 25

Okul yolu bu kez dönüş için eşlik ediyordu gençlere. Cıvıl cıvıldı hepsi. İçlerinden bazıları bir yerlere gitme teklifinde bulunuyorlardı dağılmadan önce. Dilek sesini yükseltti o an. 

-Hadi tersaneye doğru inelim. Şen pastanesine gidelim, ağzımız tatlansın. Ben prenses pastası yemek istiyorum; en güzel orası yapar. 

Gençlerin hepsi fikri harika bulmuşlardı. Dilek’ten böyle bir teklifin ilk kez geldiğinin farkında bile değildi hiç biri. Başarı bu muydu yoksa? Işık özünde varsa yansırdı. Dış etkenler istiyor diye asla yansıyamazdı. İçte olmalıydı her şey. Başarıyordu, başaracaktı da… Kendisi hayatı yönetebilir, bu oyunda hangi rol verilmişse en başarılı haliyle oynayıp perdeyi kapatabilirdi. 

Gün çok güzel geçmiş, şehrin gezilmedik sokağı kalmamıştı. Evlerin zillerini çalıp çalıp kaçıyorlardı. Sığamamışlardı şehre. Mutluydular. Bitirdiklerinin ne olduğunu, neye başlayacaklarını bilmeden, içlerinin coşkusuyla yaşanası bir mutluluktu o gün hepsinin başında dolaşan.

Akşam güneşi yüzüne iyice vurmuştu yol boyu. Bahçe kapısından içeri girdiğinde halasının evde olduğunu gördü. Elinde diplomasıyla içeri girip hepsini öptü, başarı belgelerini gösterdi. Her yıl olduğu gibi takdir belgesini de dedesine verdi. Gözleri doldu iki yaşlı çınarın. Onurlandılar. O zamanlar lise okumak çok önemliydi. Halası da tebrik etti yeğenini. 

Çalan dış kapının sesiyle bahçeye fırladı. Tebrik etmek için gelen biri vardı. O kişi, Sadiye yengesinden başkası değildi. Sırdaşı, merhamet timsali güzel yürekli kadın, kapıda gözleri dolu dolu Dilek’e bakıyordu. 

Bu güzel yürekli kadın, Dilek’in başarılarında en büyük imzayı atmıştı farkında olmadan… Güvenip inanmış, dinlemişti hep. Dilek’in hayatının her yılında aynı önemi koruyacaktı artık. Karşısındaki birçok insana kendini dinletebilecek güce erişse bile, O Sadiye Yengesini hep dinleyecekti. Sözünü dikkatle dinleyeceği bir anne örneği olarak hayatında hep çok güzel bir yerde bulunacaktı.

Çay demlendi, yemek yendi. Dilek bir hoştu bugün. Gözlerini bu güzel güne kapamak istemez gibi açıp camdan dışarı bakıyordu. Gökyüzünde yıldız arıyordu nedense; ama yoktu… Oysa hava güzeldi ve yıldızların geceleri süslemesi yakındı. 

Sabah olduğunda Dilek yine gülücükler saçarak uyanmıştı. Enerji doluydu. Güne istekle giriyordu. 

Babaannesi ağzının içinde bir şeyler geveleyip duruyordu o sırada. Dilek tanırdı babaannesini; bir şeyi anlatmak istediğinde, önden konuyla ilgili olumlu düşüncelerini aktarırdı ki; karşısındakini ikna edebilsin. İkna etmek istediği kişi de Dilek’ten başkası değildi. 

Kulak kabarttı babaannesine. Kendisine bakıp konuşuyordu. 

-Her genç kız yaşı ilerlemeden çocuk dünyaya getirmeli. Sonra olmayabilirmiş. Nikâhta keramet var derler kızım. Asıl güzellik; evlenip çocuk sahibi olunca, evinde kocasını beklemeyle olurmuş. 

Dilek babaannesine baktı tuhaf tuhaf… 

-Babaanne bana mı diyorsun? Anlamıyorum ne dediğini. Birine bir şey mi oldu? Bir haber mi duydun? Kimden bahsediyorsun? 

-Sana diyorum kızım! Maşallah çok güzelsin. Etraftan sataşıp laf atanlar olur. Ben seni koruyamam; deden yaşlandı. Senin başını bağlamanın zamanı geldi. 

Dilek babaannesine şaşkınlıkla bakıyordu durup dururken nereden çıkmıştı bu konuşmalar? 

-Babaanne, kardeşim evlendi. Bak neler dediler kızı almadan önce; ama eniştem olacak kişi çalışmıyor, kayınvalidesinin emeklisi olmasa açlar. Kayınpederi de ölünce hepten fakirleştiler. Bir de yeğenim olacak. Kardeşim daha çocuk yaşta; anne olacak. Ben de büyümedim babaanne. Bırak da okuyup meslek sahibi olayım. Hepimize katkım olur! Sana, dedeme, kardeşime… 

-Ah kızım ah! Sen hiç yorulma. Uğraşma bir şeylerle. Bak halanın oğluna; aslanlar gibi çalışıp ekmeğini kazanıyor. Sana bakar, kimseye de muhtaç etmez. Hem annesi benim kızım; beni de seni de üzmez. Ölmeden senin de mürüvvetini görelim. Bari sen rahat et! 

Dilek yutkunamıyordu bile. Duydukları O’nu şoka sokmuştu. 

-Babaanne nerden uydurdun bunları? Sakın başkasına böyle şeyler söyleme; o benim abim sayılır. Kimse duymasın konuştuklarını; ben de duymamış sayıyorum. 

Biz halanla konuştuk. Deden de duydu… 

Dilek çığlığa benzer bir ses tonu attı. 

-Neeee? Dedem de mi duydu? Halamla mı konuştunuz? Siz neler çeviriyorsunuz ya benim bile haberim yokken? 

Dilek fırladı odadan bahçeye doğru. Hıçkırıklarına sahip olamıyordu. Kendini hiç bu kadar kötü hissetmemişti. Nasıl karar verebilirlerdi böyle bir şey için ki? Nasıl olurdu bu? 

Bundan sonra halasının oğlu onlara aynı gözle bakamayacak, sevemeyecekti. Kimsenin hakkı yoktu Allah’ın izni ile devam ettirdikleri dünyalarını bozmaya. 

25. bölüm sonu
Devam edecek…

Melek Kırıcı 
www.kafiye.net