Bir Dilek Dile Hayattan – 23

Memleketlerinin yolu kıvrım kıvrımdı. Bu kıvrımlı yol bittiğinde, gördüğü manzara karşısında gözyaşlarına hâkim olamamıştı Derya. Üç saatlik arası bile olsa, ne kadar çok özlemişti aslında dedesini ve dedesinin paltosunu; iki göz odasını, kavga ettiği ablasını, babaannesini, yuvasını… Kaderde fakirlik varsa, nereye giderse gitsin takip edileceğini biliyordu artık. 

Otobüsten fırladı, koştu dedesinin boynuna… Yaşlı adamın boynunu, kulağını, yanağını, alnını, neresine denk gelirse öpüp ağlıyordu.

-Dedemmm! Çok özledim dedem! Benim canım dedem! Seni ne çok severmişim ben dedem! Aklıma geldikçe içim sızım sızım sızladı. Ah dedem ah! Keşke gurbet hiç olmasa… 

Yaşlı adamın da gözleri doldu. Yine getirdi dilini burnuna bavula uzanırken. Her heyecan yaşadığında, daldığında, mutlu olduğunda yapıyordu bunu. Dili çok büyük olduğu için değildi; yaşlı adam alışkanlık yapmıştı dilini burnuna getirmeyi. Derya’da dedesinden miras almıştı aynı hareketi yapmayı. Dedesinin dilini burnuna getirdiğini görünce, eliyle kapatıp ‘Dede baaak!’ deyip, O da dilini burnuna getirmişti. Dedesi ‘Herkesin yanında yapma kızım.’ diye tembihlediği için, Derya eliyle kapatmıştı yaptığı hareketi. 

Gülüşerek koyuldular yola eve doğru. Garajdan çıkınca, memleketinin en bilinen caddesi olan Sakarya Caddesi’nde yürüyordu dedesiyle. Huzurluydu. Sanki kaybolmuş, bir süre saklanmış; ama yanlış kişiler bulmuş, kahraman dedesi kurtarmıştı zalimlerin elinden. 

Ah Derya! Neler de geçirmişti aklından bir çırpıda. Kocası çalışmıyordu, tembeldi aslında; kandırılmıştı. Bebek bekliyordu ve bunları düşünüp bebeğini üzmemeliydi. 

Derya bir çocuktu; karnındaki de çocuktu. Dedesi iki çocuğunu da eve götürüyordu. 

-Hele dön sağa kızım; Demirkollar’dan sıcak ekmek alalım. Bakkaldan da prinç, yağ, arpa şehriyesi… Ablan yemekler yaptı; pilav da yapacak sana. Gerçi bilirsin; O makarnayı çok sever. Makarnayı da başka defa yaparsınız. Hele alalım bir an önce… Sonra sobamıza atıp odunları, bakalım bu günün tadına.

Eve girer girmez ablasına sarılmıştı Derya. Fark etti ki; özlemek buydu. Ne çok özlemişti ablasını… Gözyaşlarına hâkim olamadı iki kardeş. 

Babaannesine koştu sonra… İki adımda atladı beş merdiveni. Hamile olduğunu unutmuştu. Hepsi birden bağırdılar: 

-Tek tek çık; bebekkk! 

Yavaşlattı hızını; unutuyordu, ne yapsındı ki? Babaannesine sarıldı, öptü, yine sarıldı. Dedesi de odun elinde içeri girdi, sobanın yanına dikti odunları; iyice kurusun diye. Her eve girdiğinde söylediğini yine söyledi. 

-Dışarısı buz gibi, evimiz sıcacık. Valla kimsenin evinde yok bu tat. Hele oturun keyfinize bakın. 

İnsanın evini sevmesi, mutlu olması ne güzeldi. Mutlu olmayı isteyenler mutluluğu yakalardı. 

Yemekler yendi, özlemler giderildi. Dilek mutluydu kardeşini görmekten. Özlemiş olduğunu derinden hissetti. 

Çok izni yoktu Derya’nın. Çalışmıyordu; ama kocası az izin vermişti. Dört gün hızla geçti. Derya yolcu edilirken hüzün hâkimdi. 

‘Kandilin resmi ışık vermez, kandilin kendi olmak gerekir.’ Kandilin kendiydi Dilek aslında. Etrafını ışıklandırıp aydınlatıyordu. Temiz bir sevgiyle başarıyordu bunu. Kirli insanlar çıkacaktı hayatına kirli düşünceleriyle; ama Dilek vazgeçmeyecekti güzel düşünmekten ve güzellikleri aramaktan. 

İç dünya ne ise dış da odur. Dil ne söylüyorsa içte de o vardır. İstesek de istemesek de içimizde olan dışımıza yansır. Güzel insan bu yüzden nurlu yüze sahiptir. 

***

23. bölüm sonu
Devam edecek… 

Melek Kırıcı 
www.kafiye.net