Buhurdan Ayna

Akşam güneşinin 
Zemine değen aksi paslı makasıyla keser 
Etekleri tülden düşsel bir entariyi 
Asılır kalır özürler kurumuş ağaç dallarına 
Titrek parmaklarıyla göğe tutunur yabancımız tüm kederler 
Susmalara yetişemem 
Her susku masmavi kanatlı hızlı bir tren 
Karabasanların mıydı acaba seni muhacirliğimden devşiren 
Eskidim halsizim anlayışsızım üstelik 
Kapılarımı kapatsam keşke uğuldayan rüzgara 
Esmese düşlerimde narsız bahçelerin tükenmişliği ya da 
İplik iplik yağar karamsarlık 
Kimi zaman yeni doğan günün üstüne 
Ölmüş ozanlar haykırır uzamış saçları humuslu 
Duyarsın titreyişini sesinin gökkubbede asice 
“Yüreğim yanıyor elimde değil” 
Yorma kendini ay kız 
Gün sırlı gümüş tespihini saçlarına saracak 
Sular buhurdan bir aynaya bakarak 
Gözlerine perde perde lacivert sürmesini çektiğinde 
Safran sarısı çöllerin çileleri açar 
Hiç uğranmayan köhne istasyonlarda 
Portakal ağaçları söyler 
Son şarkısını bahtsız geçen yazların 
Kasımpatılar doğar ve ölür 
Bir kasım gecesinde söylenerek ansızın 
“Sağım solum yalnızlık saklanmayan ebe” 
Heybemizde güz alacası besteler ıslık çalar durmadan 
Kuruntulu bir saatin kadranı son kez çırpındığında 
Ne akrep kaçabilir ne yelkovan pervaz edebilir boşluğa 

Hatice Eğilmez Kaya 

Hallacın parmakları kanar bazen atlas yorgan dikerkenyıldızlar yere düşecek sanırgöğe her baktığında bir parça mutedil bir parça çekimserdolun ayın çıkrığına sardığı düşlerinden utanır 
“Haydi gidelim” der “bahar bitecekmiş bize ne” He.k. 
“Bir çağ yandı da bir sabah / dağlar usandı seyirden bizi…” 

size de 

Çöllerin de göğü mavidir dağların da 
Sibiryadaki tenha ve soğuk şehirler kadar uzaktır 
Dilinizdeki her söz bana 

Histen azade maskeler kedersiz kalpler gibiyiz 
Belki de sevemiyor hiç kimse hiç kimseyi 
Kimi kavgalı kimi alıngan kimi çoktan terke hazır 
Sevmekle başlayacaktı oysa her güzel şey 

Ahir zaman denilir canımın içi güne 
Bir geçmiş zaman süzgeci almak 
Gerek gerçekten öyle ise 

Göğsünüzü tam ortadan ikiye yarıp 
Sevmek ekebilecek takatim yok ya 
Belki diyorum kim bilir belki acemice 
İçinizden gelir de bir gün seviverirsiniz ustalıkla 

Sevinçli tomurcuklarla açmalı 
Tanıdık bir saksı çiçeği 
Kulağına eğilip iyi yıllar demeliyim 
“Size de” olmalı cevabı yüz bin soru devşirterek 
Çocuksu sevinmeliyim incecik kırılsam da kısaca 

Rüzgar güz ninnileri söyler körpe günlere 
Ne yıllar ne asırlar büyüdü koynunda oysa 
Hüküm giyerek aynalardan kadınlar gelip geçti 
Ağladı güldü her biri kimi kuytuda kimi uluorta 
Aziz kardeşim. arkadaşlık isteğinizi onayladım. Bununla birlikte bir konuda sizi ikaz etmem gerek. O da şu. Benimle özelden konuşmaya çalışmayın lütfen. Ben sayfamda yazı, şiir vb. Paylaşırım. Sohbet için ne vaktim ne de isteğim var. Profilimden de anlaşılacağı üzere 24 yıllık edebiyat öğretmeniyim. Tek ilgi alanım edebiyattır. Samimi dualarımla. 

Âdem’in Kuruntusu 

Âdem bir sabah uyandı, ayaklarının ucuyla yavaş yavaş serinleyen toprağa bastı. Havva, alıp verdiği usul nefeslerle uyuyordu. Habil ve Kabil de uyuyorlardı, kardeşçe ve ezeli bir sükûnetle. Lebuda ile Aklima da, diğer bütün ilk kardeşler de öyle. Gökyüzünde sonbaharın turuncuya çalan hüznü vardı. Toprak, kışın soğukluğuna hazırlanıyordu. Nasıl da canı sıkkındı Âdem’in. Gözlerini gri bulutlarla kaplı gökyüzüne dikti. Gökyüzü, olanca maviliği ile, güzün zemine karamsarlık yayan görünmez efsununa karşı duruyordu. Aniden bir kuruntu düştü Âdem’in kalbine. Tarifsiz bir vehim, uçsuz bucaksız bir vesvese 

Sanki üstü başı hala balçık kokuyordu. Ellerini, avuçlarının içini kokladı. Parmaklarını saçlarının kıvrımlarında dolaştırdı. Sonra parmak uçlarını burun deliklerine yaklaştırdı. Evet evet kesif bir balçık kokusu vardı üzerinde. Havva’da ve çocuklarda yoktu bu koku. Sadece onun hücrelerinden yayılan, yıkanmakla, binlerce kez suya batıp çıkmakla geçmeyen, ailesinin diğer fertlerine bulaşmayan bir kokuydu onunki. Havva’ya sormuştu bir keresinde, “sen de alıyor musun bendeki balçık kokusunu?” diye. Havva her zamanki işvesiyle cevap vermişti. “Evet alıyorum.” Âdem endişe ile devam etmişti, “peki rahatsız oluyor musun?” Bu sefer sessiz bir tebessümdü eşinin yüzünden süzülen. “Neden rahatsız olayım? Senden başka hiç kimse bir daha böylesine güzel yaratılış kokmayacak.” 

Gece gördüğü tuhaf düş bütün duyularını sızlatıyordu. Olanca masumiyetleriyle uyuyan çocuklarının çoğaldıklarını, dünyanın dört köşesine yayıldıklarını, anlayamadığı dilerde – oysa o sadece cennette meleklerin de konuştuğu kutsi dili bilirdi -.konuştuklarını görmüştü. Rüyasının başında masal diyarına gitmiş çocukların, sevdiğinden güzel sözler işitmiş genç kızların, yuvasına rızık taşıyan adamların neşesi ile şendi. masal mıdır ezber edilen / düşe bulanmış yollarda bir yelkovan kuşu düşledim bu sabah kanadı kanatlarım / saklanır pervazlara telaşı / söyler durur aynalara susan yanım…

Hatice  Eğilmez  KAYA
www.kafiye.net