Bir Dilek Dile Hayattan – 19

Neden her şey son zamanlarda üstüne üstüne geliyordu ki? Derya nasıldı acaba? Bari o sıcak sevgiyle yüreğini, güzel yemekle midesini; anne, baba sesleriyle ruhunu doyuruyor olsaydı. O’nu bu kadar özleyeceğini düşünmemişti doğrusu. Acaba kendisi içinde mi evlilik kurtuluş yolu olacaktı? 

“Tövbe tövbe” dedi içinden. Neler de geçirmişti aklından. Babaannesi yemeğe çağırıyordu içerdeki odadan. Arası bir metre ancak vardı; ama duyuyor cevap vermiyordu. “Dilek!” diye tekrar seslendi babaannesi; yine ses gelmeyince halası; “Bana kızdı ya; ondan ses vermiyor. Ben gideyim de rahat rahat çıkıp yesin yemeğini.” demiş ve gitmişti. Dilek hepsini duyuyordu. Yaşlı adam da “Gitme” dememişti kızına; çünkü biliyordu Dilek’in O gitmeden odadan çıkmayacağını. Çok kolay kızmasa da, kızdığında suratını düşürür, küserdi Dilek. 

Yaşlı adam torunlarına hep güvenmişti. İkisini de asker ordusunun içine salar, saldığım gibi de alırım der, gururla bahsederdi. Bu yüzden kısıtlamamıştı hiç torunlarını. Giyecekleri elden, yiyecekleri idaretendi. Sevgi desen; elleri değdiğince verirleri torunlarına… İki gülümsemeyi de mi çok görecekti? Görmezdi, severdi onları.

Karısında bir telaş vardı; bir şeyler demek istiyordu da çekiniyordu sanki. Yaşlı adam karısını tanıyordu. 

-Ne geveleyip duruyorsun hanım? Çıkar şu dilinin altındaki baklayı. Sen de rahatla ben de! 

Yaşlı kadın, yerinde hafif hareket ederek söyleyeceklerine hazırlanıyordu aslında. 

-Bak herif! Senin de, benim de bir ayağımız çukurda… 

-Eee saadete gel hele! 

Babaanne, elini düzelterek devam etti konuşmasına: 

-Bizim kız oğluna Dilek’i istiyor. “Yabancıya gitmesin; üzerler, ben gül gibi esirger bakarım” diyor. 

-Şaşırdın mı hanım? Onlar kardeş sayılır! Olmaz böyle şey! 

-Ah bey! Niye kardeş olsunlar? Ayrı büyüdüler. Yabancıya verene kadar; kanıdır, canıdır, eziyet etmez, üzmez. He ne dersin? 

Yaşlı adam şaşıp kalmıştı. Bedeninin günden güne yatağa bağlanıyor olması, açılan minicik yarasının genişleyerek büyümesi ve iltihap olup akması, bir ayağının çukurda olduğu hissinin her geçen gün daha da artmasına sebep oluyordu. Hayalleri vardı hayata dair; ama bedeni artık izin vermeyecekti. Dua etti içinden; “Allah’ım sen akıl sağlığımı koru, aklımı başımdan eksik etme.” 

Yaşlı kadın durduğu yerde duramıyor, eşine tekrar soruyordu. Bir şey istediğinde “Bey” diye seslenirken, normal konuşmasında “Herif” derdi. Öyle duymuştu büyüdüğü evde… Dede kızdı. 

-Dur hele dur! Acele etme. Kız akıllı… Daha üstünü okuyacak. Zaten Derya ortayı bile bitirmeden gitti, evlendi. Bu bari üstünü okusun da ekmek tutsun eli. 

Yaşlı kadın sustu. En azından söylemişti ya; içi rahatlamıştı. Aslında o da kendini ve kocasını düşünüyordu. Dilek, kızının oğluyla evlenirse, araya yabancı karışmadan, bu yaşlılık dönemlerinde el ayak tutmazken onlara iyi bakıp hor görmezlerdi.

Bahar yaklaşmıştı. Kuş sesleri, hafif esen rüzgârla melodi gibi yansıyordu. Camın mandalını kaldırmasalar da evin içinde dolaşıyordu sesler. Dilek uzunca bir gerindi yatakta, sonra yay gibi fırladı. Karnı gurulduyordu. Birden aklına dün akşam gelmişti. Duvarda asılı, eski, sırı dökülmüş aynaya baktığında gözlerinin şiştiğini gördü. Dün akşamki halasının söylediklerini tekrar hatırladı. “Aman sende” deyip gitti yüzünü yıkamak için; maşrapayı daldırdı bakraca. Buz gibiydi su. Tek eliyle döküp, diğeriyle yarım yamalak yıkadı yüzünü. 

Çaydanlığa su koydu. Kim bilir kaçıncı defaydı çaydanlıktaki çayın suyla karışması. Artık rengi de kalmamıştı. Babaannesi, “Bugün de içelim; yarın yeni çay demleriz.” demişti. Dilek omuz silkti; “Önemli değil” gibi. 

Babaanne torununa başka bakmaya başlamıştı. Kızının gelini gibi hayal ediyor, iyice mutlu olacaklarını düşünüp kendi de mutlu oluyordu. Dilek, tel dolapta kavanozun içinden aldığı birkaç zeytini katık ederken, babaanne aklından geçirmeye devam ediyordu. “Hiç olmazsa zeytinin yanına peynir, reçel, yumurta da yer sabim.” diyordu içinden. 

Bu dönem bitince, liseyi başarıyla bitirip üniversiteye hazırlanacaktı Dilek. Hayalleri vardı. Birkaç mesleği birden hayal ediyordu. Bakalım başarılı olabilecek miydi? Kazanacak mıydı? Kazanırsa okuyabilecek miydi? 

Kız kardeşinden mektup gelmişti. Açtı mektubu heyecanla ve dikkatle okudu. Kız kardeşi; eşinin çalışmadığını, kayınpederinin serbest meslek yapıp eve para getirdiğini, kayınvalidesinin tekelden emekli olduğunu, çocukları okumadığı için hepsinin evde oturduğunu, garibanlığın buradaki kadar olmasa bile devam ettiğini yazıyordu.

19. bölüm sonu.
DEVAM EDECEK…

Melek KIRICI
www.kafiye.net