Çayın kokusu mis gibi yayılmıştı ahşap evde. Sesler de geçiyordu zaten odadan odaya. Yani evde gizlilik yoktu, yalan yoktu. Her şey zorunlu olarak insanları gibi apaçık ortadaydı. Kayınvalidenin yüzü güleç, konuşması sevgi doluydu. Babaanne ile dedenin tesellisi olmuştu bu durum. Bu kadının himayesi altında belki gerçekten de mutlu olabilirdi Derya. Çaylar bisküvi ile birlikte ikram edildi. Esas konuya geçti sonrasında kayınbaba… Oğlunun ayakkabıcı yanında çalıştığını, artık usta olduğunu, gelirinin iyi sayılabileceğini, evde bir oğlunun ve bir kızının daha bulunduğunu, oturdukları evin kendilerine ait olup beraber yaşayacaklarını bir çırpıda anlattı. Kayınvalide döndü babaanneye; “Gözünüz arkada kalmasın sakın. Derya’ya kızım gibi bakarım” dedi. Babaannenin göz pınarları kurumuştu. Biricik oğlunu ve gelinini toprağa vermişti. “Oy anam oy!” dedi içinden. “Ne zormuş Allah’ım! Sen esirge bu sabileri; sana sığınırım Allah’ım! Sen öksüzlerimi koru!”Dedesi biliyordu ki bir ayağı çukurdaydı ve en azından bir aile yanına gidiyordu Derya. “Verdim gitti!” dedi. “Üzmeyin torunumu; O sevgiyi hak eden bir sabidir. Önce Allah’a, sonra size emanet… Koruyun, esirgeyin.”Derya gelen lokumları ikram etmeden sırayla büyüklerinin ellerini öptü. İstediği olmuştu; ama aklı karmakarışıktı. Düğün hazırlıkları hızla yapılmaya başlamış, düğün salonu tutulmuştu bile. Akrabalardan karşı çıkanlar oldu evliliğe. Dedeye; “Bu daha çocuk! Bu evlilik hikâyesi de nerden çıktı?” diyorlardı. Derya verdi hepsine cevabını… “Bu evde iki yaşlı insanla iki genç kız var. Sizlerinin deyiminizle çocuk! Madem öyle neden sormadınız şimdiye kadar? Neden “Bunlar ne yer, ne içer, ne giyer?” diye düşünmediniz? Bence Allah’tan korkun ve utanın. İnsanoğlu, önce etrafına bakıp destek olursa insandır. Kimseye verilecek hesap yok. Burada dedemde biter son söz; o da dedi diyeceğini!”Patlamaya hazır bomba gibiydi Derya. İsteyen de, başına gelecekleri yaşayacak olan da O idi.Düğün gecesi oyunlar oynandı, halaylar çekildi. Derya film izler gibi izliyordu kendi düğününü. O kadar küçüktü ki; “Anne” kelimesini kullanmayı düşünüyordu sadece. ***Düğün sonrası uğurladı kardeşini Dilek. babaanne ve dedesiyle yalnız kalmıştı. Yatak yalnızdı. Yorganı çekti, başını soktu yastıkla duvarın kesiştiği yere. Sabah uyanamamıştı. Okula yetişmeliydi, geç kalmıştı Dilek. Yolda sınıf arkadaşına rastladı ve birlikte hem hızlı hem sohbet ederek gittiler okula. Dilek’e iyi gelmişti bu sohbet. Biraz kafası dağılmıştı. Okula öğretmenler zili çalmadan yetiştiler. Olumsuzlukları bırakıp yeniden baharlaşabilmeyi başarıyordu bu kız. Okulda başarılı oluşu, sorulara zekice cevap verişi ve arkadaşlarıyla uyumlu ilişkiler içinde oluşu hep artıydı. Bir kez daha şükretti ellerini açıp bir köşede Allah’a. Bahar gelmemişti henüz; ama çiçekler erken açmıştı. Meyve ağaçları renkli görüntüsüyle içini kıpır kıpır yapıyordu insanın. Dilek’in etrafında memleketinin belli başlı esnaflarının oğulları ve okul arkadaşlarından ilgi duyanlar çoktu. Herkes sonra açılma niyetindeydi. Hatta içlerinden biri, Dilek’in de onu beğendiğini uzun yıllar bilmeyecekti. Çünkü o genç hep ertelemişti açılmayı… Bazen ertelememek mi gerekir atılması gereken adımları? Bilinmez, hassas bir denge bu. Akşam eve dönüp odanın kapısını açtığında, halasının kızgın bakışlarıyla karşılaştı ve endişeyle çantasını yere bırakıp halasına yaklaştı. -Ne oldu hala? Kimseye bir şey olmadı inşallah! -Daha ne olsun ha, daha ne olsun? Memleketin göbeğinde, oğlanın biriyle güle konuşa yürümüşsün; seni görmeyen kalmamış. Herkes seni konuşuyor! Sen bizi rezil mi edeceksin? -Hala; yolda arkadaşımla yürüdük. Sadece okula beraber gittik. Herkesin gözü önünde gittik üstelik hala! Gizli bir kabahat işlemedim ki! Neden kızıyorsun? Ben önce kendimi korumasını bildiğimi söylemek isterim. Kusura bakma; bizi kimse esirgeyip korumadı bugüne kadar. Biz kendimizi geliştirip geliştik. Kimseye boynumuzu eğmeden; önce kendimizin, sonra dedemin başını öne eğdirmeden… Lütfen kimler beni konuşuyorsa, git onlara söyle; herkes kendi evladına baksın!”Ağlayarak koştu diğer odaya…

Bir Dilek Dile Hayattan – 18

Evde kahve ne gezerdi ki? Çaya su koyup rengi beyazlayana kadar içerlerdi hep. O nedenle çaydanlığın iki ayrı parçasıyla çay demlemesini bilmiyordu Derya. Bildiği çay demleme usulü çok basitti. Küçük, tek parça çaydanlık vardı evde. Su az kaynayınca çay parmak uçlarıyla tutulur, çaydanlığın içine bırakılırdı. O halde komşudan aldıkları bu çaydanlıkta nasıl çay demleyecekti şimdi? Aklı iyice karışmıştı. Dilek fark etmişti Derya’nın demlemeyi bilmediğini. “Büyük olana su koy, yak altını; gerisini ben yaparım” demişti kardeşine. Öyle de yaptı.

18. bölüm sonu
DEVAM EDECEK…

Melek KIRICI
www.kafiye.net