Bir Dilek Dile Hayattan – 14

Memlekete dönme günü İstanbul Harem Otogarı kocaman göründü Dilek’in gözüne. Geldiği günü ve buraya kalmak için geldiklerini anımsadı hüzünle. Demek ki her şey her an değişebiliyordu yaşam denen süreçte. Hayatı, aynı zamanda kendine bir sahneydi; bu sahnede de rolünü en güzel haliyle oynaması gerekiyordu. Sahneye kimler konuk olacaktı? Kimler başrolde kalacak, kimler basit bir rolde görünüp kaybolacaktı? Bilinmezdi ki…

Sarıldı vefa ve minnettarlık duygularıyla sevdiklerine. Bu evde huzurlu ve çok güzel günler geçirmişti. Misafir olarak hiç bakmamışlar, ev sahibi gibi davranmışlardı O’na. Minnettardı hepsine… 

Eniştesi, eşyalarını otobüsün bagajına yerleştirmişti. Artık koltuğuna geçme zamanıydı. Halasına, eniştesine, kuzenlerine sevgiyle sarıldı. 

-Hayatımın en önemli zaman diliminde yer alıp bana güzellikler kattığınız için ne kadar teşekkür etsem azdır. Hakkınızı helal edin… Allahaısmarladık! 

Otobüs hareket etti. Eller, sallanan duygular misali, alışılmışlıkların sarsması gibi sallanıyordu. Az sonra durulacak, eski halini alacaktı; ama şu an sallanıyordu Dilek için ve diğer yolcular için. Halası gözyaşlarını tutamamıştı. 

Otobüs, otogar kapısından çıkıp gözden kaybolurken, geride kalanların gözyaşları, yeniden kavuşma umutları doğuyordu.

Virajlarıyla meşhurdu Sinop’un yolu. Her viraj dönüşte yüreği hop ediyor, heyecanı artıyordu. Gözünü kırpmadan yolculuk etmeyi seviyordu. Hayatın ona güzellikler sunacağını hissediyordu. Hissettiği güzellikleri şimdiden öne çıkarıyor; bedenine, gülüşüne, sözlerine yaymayı başarıyordu. Aslında şu yaşına kadar bile az şey değildi başardıkları. Şımarmayı fazlasıyla hak ediyordu artık.

***

Dedesini otogarın tam ortasında, dimdik dururken gördü. O an otobüsün dönmesini beklemeyip camdan atlamak geldi içinden. Bir an önce dedesinin kollarına atılmak istiyordu.

Otobüs durup da kapı açılır açılmaz, fırladı dedesinin yaşlı kollarına. Yanaklarını öptükçe öptü. Ne çok seviyordu bu yaşlı bedenden aldığı koşulsuz sevgiyi… Duygu denen görünmez kavramda her zaman güzelliklere yelken açmış, kötülüklerin adını bile duyduğunda kapısını kapatmıştı. 

Onları evlerine kavuşturacak olan yol, yaşlı dedesine anlatacaklarına yetmeyecekti. Yine de başladı anlatmaya genç kız. Başarılarını öylesine alçakgönüllü anlatıyordu ki; gurur ve kibirden çok uzaktı. Oysa kendi enerjisi ve azmi ile başarmıştı her şeyi. Az mı işti? Koca İstanbul’da kompozisyon yarışmasında birinci olmuştu ve anlattığı konu sevgiydi. Voleybol içinde bir aşktı ve çok da güzel oynuyordu. 

Kapının altı şiddetli yağmurdan çürüyüp dökülmüştü. Kediler ve fareler rahatlıkla girebilirdi bahçelerine. Dedesi her defasında; “Şu kapıya unutturmada kızım, bir tahta çakayım.” Derdi. Yine aynısını demişti, bahçelerine açılan kapıyı sürükleyerek iterken. Bir genç kız adayı koştu ablasına… 

-Ablammmm! 

Boynuna sarıldı. Belli ki çok özlemişti ablasını. Tuhaftı; ablası aynı sıcaklıkta değildi. Bozuldu biraz Derya… Dedesine döndü:

-Ben çıkartırım dede… Siz çıkın eve. Babaannem bekliyor. 

Babaannesinin ayakları tutmayalı uzun yıllar olmuştu. Evden dışarı çıkartmazdı kıskançlıktan yaşlı adam eşini. Yürümeye yürümeye kötürüm olmuştu. Yaklaşık on yıldır hiç yürüyemiyordu. Kapısını birinin çalması cennetten huri gelmesi kadar mutlu ediyordu onu. Kapı açılır açılmaz, çok özlediği torunu boynuna atılmıştı bile. Yaşlı kadın artık gözyaşlarını tutamıyordu. Mutluluk vardı iki göz odalı evde. 

Yaşlı adamın bir huyu vardı. Dilini çıkartıp burnuna değdirir; böylece iş yaparken ya da evde otururken sessizliği bölüp, oluşan gülümsemelerle mutlu olurdu. Artık iyice çaptan düşmüştü. Çalışamıyordu. Serbest çalışıp evine ekmek getirdiği için sigorta da yapmamıştı. Emeklisi yoktu bu nedenle. Ne var ki; hasta olduklarında doktorlar tanırdı kendilerini, muayenelerini yapıp ilaçlarına kadar temin ederlerdi. Ama çalışmayınca para gelmiyordu eve işte. Evde iki torununa baktığını herkes bilir, yardımcı olmaya çalışırlardı; ama yaşlı adam kabul etmez, gurur yapardı. “Ben daha ölmedim. Bakarım karıma ve iki torunuma” der kestirip atardı. 

Artık daha da zorlaşmıştı her şey. Allah’tan evdekiler kanaat sahibiydi. Bir kuru ekmeği yer şükürle uyurlardı. Nereye kadar olacaktı ki?

Derya oturuyordu bir köşede. Baktı bir süre ve ayağa kalktı Dilek.

-Seninle biraz bahçeye çıkalım…

Sert ifadelerle söylemişti.

14. Bölüm Sonu
DEVAM EDECEK…

Melek KIRICI
www.kafiye.net