Bir Dilek Dile Hayattan – 7

Vakit gece yarısına yaklaşsa da Dilek’in uykusu gelmiyordu. Yazdığı kompozisyonla o kadar mutlu olmuştu ki… Kalemin gücüne inanmıştı. Memleketindeki öğretmenleri bunu o kadar güzel aşılamışlardı ki genç kıza…

Daldı Dilek geçmişe. Hüzün dolu bir zamana yolculuk gezintisindeydi. Düşük voltajlı ampulün loş ışığı da uygundu aslında bu yürüyüşe. Belki de o loş ışık sürüklemişti genç kızı böyle bir gezintiye.

Gezinti de değildi aslında. Kendini kanatlanmış hissediyor, yükseklerden izliyordu geçmişini.

***

Kanatları bir evin üzerine getirmişti Dilek’i. Ne kadar garipti; çevredeki evler ışıl ışıl ve netti. Her şeyi görebiliyordu diğer mekânlarda. Neden bu evin üzerinde kalın bir sis vardı? Öyle bir sis ki; evin silueti, zaten hafif olan titrek ışığının iyice soluklaşmış hali belliydi. Bir de girip çıkan bir adamla kadın ve iki tane minicik kız çocuğu… Yaklaştı iyice; daha dikkatli bakmak için. Öyle ya! Kanatları O’nu buraya getirdiğine göre vardı bir nedeni.

Kadın ve adam hafif telaşlıydılar. Bir şeyler arıyorlardı sanki…

-Dileeeekkk! Deryaaaa! Kızlar nerdesiniz ya?

Ne kadar sevgi dolu bir çağırıştı bu. Yazdığı kompozisyon geldi aklına. İşte sevgi, bu ses tonunda saklıydı sanki. Anne kızlarını çağırıyordu. Başka bir yanda da adamın sesi yankılandı.

-Dileeekkk! Kızım nerdesin? Derya’yı da al yanına. Hadi nerdeyseniz çabuk gelin ama.

Kızlar el ele tutuşup geliyorlardı. Ama… Ama olamazdı bu. Bu gelen iki minicik kız, kendisi ve kız kardeşi Derya idi. Ev de o minik halleriyle yaşadıkları evdi. ‘Aman Allahım’ diye geçirdi içinden. Oradan hiç ayrılmak istemiyordu sanki.

Kanatları izin vermedi buna. Hareket etti ve uzaklaştırdı oradan. Uçuyordu… Zirveye, ulaşacağı en yükseğe çıkarıyordu kanatları onu. Yıldızlara yaklaşmıştı sanki. Başı dönmeye başlamıştı. Memleketindeki Hıncal Öğretmen aklına geldi. Bir dersinde demişti ki; ‘Zirveler hem çok iyidir, hem de tehlikelidir. Zirveye çıktıkça başı döner insanın. Belki de yaratılışın fıtratındandır.’

Ne kadar da doğruydu. İşte başı dönmeye başlamıştı.

***

Sıyrıldı düşüncelerinden ve kendini gülümser halde düşük voltajlı ampulün altında buldu yeniden. Dönmüştü işte. Hiç bitmesin istiyordu. Geçmişini hep gezsin, görsün birer birer yaşadıklarını.

Uykusu da gelmişti bu arada. Toparlandı, ışığı kapattı ve yatağına gitti.

Uyku tutmuyordu. Annesini babasını görmüştü. Daha fazlasını istiyordu. Neyse ki bu gece meleği yanındaydı ve her dediğini yapıyordu. Yine kanatlandığını, evden çıkıp memleketine gittiğini hissetti. Artık yükseklerden uçurmuyordu kanatları kendisini.

***

Memleketinin üzerindeydi. Kanatları bir binaya yönlendirmişti. ‘Aman Allahım’ dedi sessiz bir fısıltıyla. Yurdun üzerindeydi. Bir süre kaldığı, yatıp kalktığı, yeni arkadaşlar edindiği yurttaydı. Derya el sallıyordu kendisine. Tıpkı o günlerdeki gibi…

Derya, Dilek’ten önce verilmişti yurda. Babası ve annesi öldükten sonra, hasta olan babaannesi ve dedesi anlamışlardı ki; kendi imkânlarıyla iyi yetiştiremeyeceklerdi çok sevdikleri torunlarını. Önce Derya, Derya’dan uzun bir süre sonra da kendisi verilmişti yurda.

İşte tıpkı o günkü gibiydi. Derya yine el sallıyor, ablasına ‘Ben buradayım; gel hadiii!’ diyordu. Öğretmenleri, idarecileri, çok sevdiği arkadaşları da gülümsüyorlardı Dilek’e.

Ne günler geçirmişti orada. Acısıyla, tatlısıyla ne güzel anıları vardı. Bir defasında Derya’ya bir kız sürekli sataşmıştı da, kız kardeşini korumak için nasıl da kavga etmişti. Abla olmak böyle bir şeydi demek.

Voleybola da yurtta başlamıştı. Zaten atletik bir vücudu vardı. Servisleri, topu tutuş şekli, mücadelesi ile takımın değişmezi olmuştu.

Ayrılmak istemese de o melek kanadı yine çırpınmaya başlamış ve kendi zamanına dönüşe geçmişti bile. Bu kez seslice fısıldadı:

-Ne olur az daha kalsak?

Cevabını alamadı…

***

Gözkapaklarını tutamıyordu artık. Geçmişine yolculuğu artık sabah düşünürdü. Bıraktı kendini ve uykuyla mücadelesini. Gözleri tatlı bir uykuya daldı.

7. Bölüm sonu
Devam edecek…


Melek Kırıcı
www.kafiye.net