Bir Dilek Dile Hayattan – 6

Dilek çok üzgündü belli etmemeye çalışsa da. Tüm aile üzgündü aslında. Belki gariptir; ama en fazla üzgün olan da Dilek’in halasıydı. Çok sevdiği, üzerine titrediği, okuması için adeta savaş verdiği yeğenini korumak adına üzmüştü. Üzdüğü sadece Dilek de değildi aslında. Oğluna karşı sert ve otoriter olan dede, torunlarına laf söyletmezdi asla. Burada susmuştu oysa… Susmazdı aslında; ama kızı bile olsa damadın evi idi. Ne diyebilirdi ki. Yutkunup kalmak zorundaydı.

Bu arada herkes yemeğini bitirmiş ya da doymuş görünmeyi seçmişti. Ortak payda Dilek’ti şu an. Öyle ki; masanın etrafındaki herkes, bu ortak paydayla ilgili birbirleriyle sessiz konuşuyordu. Herkesin bir diyeceği vardı ve diyemiyordu birbirine. Tezat gibi görünse de temelde Dilek’e olan sevgi vardı. Sevmek duygusu tekti; ama bu yaşanılandan da görülüyordu ki, herkesin sevgiyi uygulama yöntemi farklıydı. Hepsi çok seviyordu Dilek’i; ama sevgileri ile ilgili düşüncelerini farklı dile getiriyorlardı.

Genç kız bir an önce mutfağa gidip ağlamak için masadaki tabakları toplamaya başlamıştı. Derya ve halası da yardım etmeye kalktığında, yüzüne en şirin gülücüğünü takıp konuştu.

-Hepiniz oturun bakalım. Burada evin genç kızı var. Halama ve benden küçük Derya’ya düşmez bu iş.

Aile hala sessizdi. Dilek tabakları götürdü, masayı sildi, temizledi ve bulaşıkları yıkamak üzere mutfağa gitti. Bulaşıkları yıkamaya başladığında gözyaşları artık akmaya başlamıştı.

İçeride de durum farklı değildi. Halasının da sinirleri birden boşaldı; duygu yoğunluğunda zirveye çıktı, sessiz ve içine akıtarak ağlamaya başladı.

-Baba hiç konuşmadın. Öylece kaldın.

O an halasının kocası atıldı söze:

-Bir şey diyeyim mi? Boğazıma düğümlendi her şey. Kız çok üzüldü. Biliyorum oysa ne kadar sevdiğini. Nasıl yaptın bunu?

Bakındı etrafa. Kocasının söyledikleri çok haklıydı. Babası ise söylemedikleriyle zaten azarlar gibiydi kendisini.

-Ben de konuşayım o zaman. Babamsın; seni ne çok severim sayarım bilirsin. Burada bulunan herkesin yanımda ayrı bir değeri var. Rahmetli kardeşim benim canımdı, canımın bir parçasıydı. Allah bizden erken aldı. O’nun parçaları, O’nun canları bizim canlarımız oldu artık. Bilin ki; ne Dilek’in ne de Derya’nın tırnağına taş değmesine izin vermem. “Sevgi” dedi, “Sevmek” dedi… Ne bileyim ben; birden aklıma aşk meşk geldi. Dilim tutulaydı dilim…

Dayanamadı daha fazla; arkasını döndü ve güçlü bir sesle bağırdı:

-Dileeeekkkk! Çabuk gel buraya!

Dilek bunu duyunca, az öncekileri de düşünüp titrediğini hissetti. Demek daha azarlama bitmemişti. Çekinerek ve yavaş adımlarla yürüdü odaya…

-Hadi artık! Acele gelsene!

Zorunlu olarak hızlandırdı adımlarını ve halasına yöneldi. Halası da kalkmış ayakta bekliyordu. “Eyvah!” dedi içinden…

Birden halasının, kollarını kendisine sıkı sıkı sardığını fark etti. Omzuna dökülen gözyaşlarını da hissediyordu. Nasıl oldu bilinmez kendisi de sarıldı halasına. İkisi de mutluydu şu an. Halası rastgele öpüyordu yeğenini.

-Deli kız! Ben senin için canımı veririm be! Sana birilerinin bu sözleri söylediğini sandım. O nedenle sanki delirdim. Kıyamam ben sana yavrum!

Odadaki herkesin yüzünde büyük bir mutluluk vardı artık. Eniştesinin yanına oturdu. Eniştesi dili döndüğünce anlattı sevgiyi. Eniştesinin sözünün bittiği yerde halası anlatıyordu sevginin ne demek olduğunu.

Biraz daha sohbet edip odalarına çekildiler. Erken yatmalı erken kalkmalıydılar.

***

O gece anlatılanlarla yetinmedi Dilek. Yaklaşık bir hafta hem dersini çalıştı hem de sevgi konusunu araştırdı. Boş zamanlarında kütüphaneye gidip okudu, arkadaş çevresiyle konuştu, öğretmenlerine danıştı ve kafasında bir birikim edindi.

Yine güzel bir gece aile topluca yemeğe oturmuş, Allah ne verdiyse yemişti. Çaylar içilmiş, sohbetler edilmiş ve uyku gözkapaklarını zorlamaya başlamıştı.

Bir kişi hariçti uykusu gelmeyen… O da tabii ki Dilek’ti. Dinlenmeye çekilmeden önce izin istedi aile büyüklerinden. “Ders çalışmam lazım” dedi. Halası, eniştesi, dedesi de seve seve razı oldular.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, yemek masasının yanında az voltla yanan lambanın altında oturmuştu. Aradan bir saate yakın bir zaman geçtiğinde, bir baktı ki yazacağı kompozisyonu bitirmişti bile. Kendisi bile hayretler içinde kaldı.

Evet, yazmıştı kompozisyonunu. Daha on beş gün zamanı vardı oysa. O kadar doluydu ki; sevgiyi anlatacak kelimeler hemen o gece döküvermişti yüreğinden. Sevgiyi açık seçik, düşüncelerini süzmeden, tortusuyla aktarmıştı kâğıdın üstüne. Hele son paragraflara, duru bir su misali açıkça akmıştı duyguları. Anlatmıştı işte sevgiyi.

Anlamaktı esas olan. Anlamaya çalışmaktı. Edebiyat böyle bir şeydi işte. Konu ya da olaylara bakış derinliğini, güzellikleri araştırıp bulmak, yansıtmak, okuyucusuna ulaştırmak…

Dilek’in hem iletişimi güçlü, hem de kalemi iyiydi. Duygularını düşünceleriyle kontrol edebiliyor; doğrulara giden yollarda yenik düşmemek adına düşünerek, süzerek hareket ediyordu. Yaşından çok daha olgundu. Hayatın ona sunduklarını değerlendirmeye alacak kadar… Beklentilerin ona getirisi olmayıp, hayatı zorlaştıracağını keşfedecek kadar…

6. Bölüm sonu
Devam edecek…

Melek KIRICI
www.kafiye.net