Bir Dilek Dile Hayattan – 4

Derya kedi gibiydi. Dedesinin paltosundan kafasını çıkarıp ablasının hüzünlü haline bakıyor, dayanamayıp ağlıyor, gözyaşını dedesinin paltosunda kurutuyordu. Aslında o da acılar içinde kıvranıyordu bu zorunlu yolculuğa; ama ablasının hüznü çok daha fazlaydı. Dile kolaydı; bir hayat, bir geçmiş bırakıyorlardı geride.

Son korna sesiyle otobüsün ilk basamağında yerini almıştı Dilek. Hüzün gözlerinden akıyordu ve acısını yutkunuyordu otobüsün koridorunda ilerlerken. Babaannesinin yanına, cam kenarına geçti. Hemen yan hizasında da dedesiyle Derya oturuyordu.

Son dokunuş gibiydi ellerini camda gezdirmesi. Camdan sonrası; dışarıdaki su, taş, toprak, hava çocukluğunun anılarıyla dolu memleketti. Çocukluğunu bırakmıştı bu memleketin yoksulluk kokan taşlı ara sokaklarına ve genç kızlığa ilk adımlarını atmıştı bahçesinin mis kokulu goncalarında. Şimdi bir cam vardı kocaman sevgiyle bağlandığı bu şehirle arasında.

Elleri kaydığında fark etti otobüsün hareket ettiğini. Bir an fırlayacak gibi oldu yerinden; sonra oturdu. Sakinliği üstüne giyinip ısınmaya çalıştı. Bakan her bir çift göze yetişip veda etmeliydi artık. Arkadaşlarına tek tek bakıyordu. Son anda gördü Hıncal Öğretmen’in başparmağını havaya kaldırıp başarı dilediğini. Her zamanki gibi dik ve karizmatik bir duruşu vardı.

Sallanan eller kayboldu birden. Otobüs otogardan çoktan uzaklaşmıştı.

***

Bütünlüğü korumak gibiydi eğitimci olmak. Hemen dağılmadı yolcu etmeye gelenler. Öğretmenleri öğrencilerine dönerek, bu tutkulu davranışlarından dolayı teşekkür edip bir aile olduklarını tekrar tekrar anlatıyorlardı. Onlar Dilek’in sadece bedenini yolcu etmişlerdi. Sıcak sevgisi yüreklerinde baki kalacaktı ve her zaman bu sevgi ile anıp hatırlayacaklardı Dilek’i.

Hüznün bitmeyeceğini anlayan Hıncal Öğretmen, kendisi de hüzünlü bir ifadeyle öğrencilerine ve öğretmen arkadaşlarına döndü:

-Hadi bakalım. Sevgimizi bir kez daha üfleyip ve hiç unutmamaya karar verip evlerimize gidelim. Biliyorum ki hiçbirimiz unutamayacağız Dilek’i. Ancak biliyoruz ki, hayat işte tam da bu!

***

Dilek ilk defa yolculuk yapmıyordu; ama ilk defa başka bir yaşama doğru gidiyordu. Tanımak için etrafına bakıyor, her geçtiği yerin geride kalacağını hesap ederek gideceği yeri ve başlayacağı okulunu merak ediyordu.

Yol boyunca anılarıyla baş başa idi. Voleybol takımı, Hıncal Öğretmen’i, diğer öğretmenleri, arkadaşları, mahallesi, mahallesindeki insanlar, komşuları, evi, bahçesi ve bahçesindeki açan gülü… Tümü ile el ele, yürek yüreğe idi. Şu an neler vermezdi dedesinin “Hadi çocuklar iniyoruz ve dönüyoruz memleketimize” demesi için.

Hüzün kapladı ruhunu ve o hüzünlü ruhu yaktı tenini…

İstanbul’un ilk silueti göründüğünde kalp atışlarını hissetti. Kocaman bir şehirdi. “Taşı toprağı altın” derlerdi. O altını kendisi de bulabilecek miydi ki?

Otobüsün acı acı kornaya basmasıyla irkildi. Otogardan içeri giriyordu. Yol bitmiş ve dünyanın sayılı şehirlerinden birine gelmişlerdi. Bu şehir için nice şairler ne harikulade şiirler yazmışlardı ve artık kendisi de buradaydı. Belki de o güzel şiirlerin bir parçası olan güzellikti kendisi de. Derin bir nefes çekti…

Halası ve eniştesi karşıladılar. Sarılmalar, kucaklaşmalar, hasretle bakan gözler sanki bir seremoni idi.

Kızlar artık halalarının evine, anne ve babası da kızlarının evine kavuşmuşlardı. Soba yanıyor, çay suyu kaynıyordu. Herkes bulduğu yere oturdu. Birbirlerine bakıyorlardı. Derya ise dedesi tuvalete girdiği için, tuvalet kapısına yakın bir yerde bekliyordu dedesinin çıkmasını. Dilek de keşfeden gözlerle etrafı inceliyordu.

Halasının iki oğlu vardı. Onlar da uykudan uyanıp “Hoş geldin” sohbetine katıldılar. Babaanneyi yolculuk yormuştu. Divanda köşeye yastıklar ekleyerek oturtuldu.

Dilek halasına yardım için yerinden kalktı ve masayı hazırladılar. Eniştesi dünya iyisi bir adamdı. Merhametli ve çok da zekiydi. Çocuklarıyla birlikte, eşinin ailesini sevgiyle karşılamış ve onlara hürmetle hizmet ediyordu.

***

Ertesi gün, yeni güne gözlerini İstanbul’da açmıştı Dilek. Hemen o gün, ilk kayıt için Edirnekapı Sultan Ahmet Kız Lisesine gidip kayıt ettirdiler. Artık yeni okulu belliydi. En azından adını öğrenmişti. Bakalım yeni okulunda neler bekliyordu O’nu? Edirnekapı’dan Fatih’e inip biraz gezdiler sonrasında ve halasıyla alış veriş yaptılar.

Çok büyüktü İstanbul… Geze geze bitmeyen köşeleri, uzun ve yeni yollara açılan caddeleri vardı. Ne tuhaftı… Bu kadar mı büyüktü caddeler ve hikâyelerin canlı bomba gibi yürüdüğü bedenler. Hayatın sunduklarında saklıydı burada insanlar. Oluşturmaya çalıştırdıkları kişilikleri arasındaydı kendi hayatları da. Ellerindeydi bazı tercihleri. Yakalarlarsa güzellikleri ne ala, yakalayamazlarsa da hayat çok ama çok kısaydı…

4. Bölüm Sonu
Devam edecek…

Melek KIRICI
www.kafiye.net