Bir Dilek Dile Hayattan – 3

Artık sınıfta sıralar boşalmıştı. Herkes etrafına toplanıp, öperek yerini bir diğer arkadaşına bırakıyordu. ‘Mektup yazmayı unutma, muhakkak haberleşelim.’ dilekleri hepsinin ağzındaydı.

Hıncal Öğretmen elinden tuttu, diğer öğretmenlerle birlikte öğretmenler odasına götürdü çok sevdiği öğrencisini. Dilek’e güzel dilekler orada da devam etti. Hıncal Bey, kenarda duran iki poşeti Dilek’e uzattı. Tüm öğretmenler, bu ümit vadeden genç kıza bakıyordu duygusal gülümsemelerle…

-Bunlar ne öğretmenim

-Aç hadi! Görelim neymişler…

Poşettin içinden, çok beğenip alamadığı eşofman takımı ve iki adet, o döneme damga vuran bir marka olan Adidas spor ayakkabısı çıktı. Her akşam eve dönerken, en ünlü spor mağazasının vitrininde hayranlıkla baktığı, bakarak sevdiği, kendisinin olabileceğini asla hayal edemediği eşofman ve ayakkabılar armağan ediliyordu. Ne büyük bir onurdu bu…

Hem şaşkın, hem mahcuptu. Gözleriyle öğretmenlerine ‘Ben alabilirdim’ der gibi baktı. Dudakları kıpırdıyor; ama bir şey söyleyemiyordu. Kelimeler tıkanmıştı boğazına. Konuşma bir süre sessiz devam etti. Sonra sessizliği yine Hıncal Öğretmen bozdu.

-Arkadaşların ve biz öğretmenlerin seni çok seviyor, yeni hayatında başarılarına daha büyük başarılar katarak devam etmeni diliyoruz. Birçok alanda gerçekten çok büyük aşamalar kat ettin. Sporcu kimliğinle de zirveyi yakalayacağını biliyoruz; hatta eminiz. Bu hediyeler hepimizden. Bu zarf da senin… Lütfen hiç sesini çıkarma ve hemen al! İhtiyaç halinde kullanacağın yedek akçen olsun. Unutma ki; aileler birbirlerine tutundukları sürece, onları kimse bölemez. Bu takdirde ise oluşacak güzelliklere kimseler erişemez. Hadi kızım! Yolun ve bahtın açık olsun…

Bunları söylerken gözleri sulanmıştı. Öptü öğrencisinin yanaklarını.

Dilek, öğretmenlikten öte gizli bir hayranlık beslediği öğretmeninin elini öptü. Diğer öğretmenlerine de ‘Allahaısmarladık’ deyip elindeki poşeti, cebindeki harçlığı, yüreğindeki sıcacık sevgi yumağıyla arkasını dönüp attı adımlarını. Ardına bakmadı hiç. Bir okul, bir geçmiş bakıyordu kendisine yürüyüp giderken; ama Dilek bakamadı O’na bakan geçmişine.

Omuzlarına bir yük almış gibi hissediyordu kendini. Daha başı dik, daha vakarlı yürüyordu yüküne saygıdan…

***

-İstanbul yolcusu kalmasııııınnn!

Muavinin bu gevrek sesi Dilek’in bedenini değil; ama ruhunu alabildiğine titretmişti. İyi kötü anılarını ve yıllarını bırakıyordu arkasında.

Babaanne, dede ve kız kardeşi çoktan otobüste yerlerini almışlardı. Dilek sonuna dek değerlendirdi zamanını. O’nu yolcu etmeye gelen mahalle ve okul arkadaşları, öğretmenleri bir şölen havasında uğurlama yapıyorlardı sanki. Bu şölende hüzün, buruk bir acı ve gözyaşı vardı.

Ne çok arkadaşı varmış, ne çok seviyormuş her birini ve ne kadar çok seviliyormuş meğerse… Tek tek sarılırken, yüreğinden akan sıcağın hem kendini hem sarıldığını alev alev yaktığını hissetti.

Babaannesi başını cama yaslamış bakarken endişelenmişti. Sanki burada kalacaktı torunu. Binmesi için eliyle işaret etse de Dilek aldırmıyordu hiç. Eşini, yani Dilek’in dedesini dürtmeye başlamıştı. Aldırmıyordu yaşlı adam.

-Kalk da al şu kızı arabaya. Otobüs gidiyor yahu! Geleceği yok kızın. Kalacak şimdi burada!

Dedesinin gözleri nemli, başını öne eğmiş, hüznünü yere akıtıyordu. Kolay mıydı yaşlılık için buralardan göçmek? Ne yapardı koca İstanbul’da? Denize ulaşmaya kalksa kaç vesait isterdi kim bilir? Ya arkadaşları? Karış karış arşınladığı sokakları? Hepsini geride mi bırakacaktı yani? Döndü baktı hanımına, yere düşen hüzünleri gözlerine biriktirerek…

-Merak etme hanım. Yolcusunu almadan bu araba kalkmaz.

Sonra küçük torununu soktu paltosunun içine her zamanki gibi.
3. Bölüm Sonu
Devam edecek…

Melek Kırıcı
www.kafiye.net