Bir Dilek Dile Hayattan – 1
Kendi dünyası dışında ne olursa olsun, her zaman yüreğinde inşa ettiği sakin ve huzurlu bir sığınağı vardı O’nun. Etrafın olaylar karmaşası içinde çalkalanması fark etmezdi Dilek için. Karmaşada sadece görüntüsünü bırakır, asıl Dilek’i o sığınakta korumaya alırdı.
Müthiş bir özgüven duygusuna sahipti. Öyle böyle bir güven değil; çok değişik bir duyguydu bu. Kendi oluşturduğu; koruyucu, kalın bir kabuktu belki.
Tüm bunlar ne verebilirdi Dilek’e?
Kendine sorduğu bu soruyla irkildi. Çok sık yaptığı gibi yine geçmişine yolculuğa çıktı. Başarıları için dününü iyi analiz etmesi gerektiğine inanırdı zaten.
***
Genç kızlığa adım attığında, yoksul bir hayatın içinde bulmuştu kendini. Olanakları sınırlıydı ve çocukluğunu hiç yaşayamamıştı. O’nun için aile; babaanne, dede ve iki kız kardeş demekti. Halası en küçük kız kardeşini evlatlık olarak aldığında, hayatın soğuk yüzü ona dokunmaya başlamıştı. Kendinden bir yaş küçük olan diğer kız kardeşiyle hem kader birliği hem kardeş olmayı öğrenecekti artık.
Annesi ve babası bu dünyadan göç ettiğinde, bunun ne anlama geldiğini bilecek yaştaydı Dilek. Onları bir daha göremeyeceğinin bilincinde; iki kız kardeşi, bakıma muhtaç babaannesi ve dedesiyle yapayalnız kaldıklarını fark ediyordu kalabalığın ortasında.
Bir şeyleri eksik olsa bile, ne yapar ne eder tam gösterirdi her zaman. Mağrur ve gururlu bir kızdı. Zekâsını kullanmayı becermişti hep. El becerilerinden ziyade voleybol oynaması popüler yapmıştı O’nu. Birçok zengin çocuğunun hedeflediği başarıları, kendisi kıt imkânlarıyla elde ediyordu.
Spor, tiyatro, elişi… Hepsini aynı anda becerip derslerinden de iyi notlar alıyordu. Hepsinden önemlisiyse, saygılı ve sevecen tavırlarıyla öğretmenlerinin takdirini kazanmış olmasıydı.
Dilek’in sonradan öğrendiği, bizzat tanık olduğu nice yaşanmışlıkları vardı geçmişinde. Sema Öğretmen ile yaşadığı bir diyalogu hatırladı. Ne kadar mutlu olmuştu o gün…
Ahmet Öğretmen severdi Dilek’i. Öğretmenler Odası’nda, diğer öğretmenlere Dilek’in durumu ile ilgili bilgi verme ihtiyacını duyardı bazen. Yine öyle bir gündü.
-‘Biliyor musunuz? Dilek; dedesi, babaannesi ve kız kardeşi ile birlikte yaşıyor. Çok fakirler ve zor şartlarda okula geliyor. Öyle olmasına rağmen, hiç kimseye bunu hissettirmedi bu çocuk. Başarılarına her geçen gün ayrı dallarda başarı ekledi. Her zaman takdiri hak eden bir çocuk oldu. Doğrusu bravo!’
Konuşmasını bitirip camdan dışarıyı seyre dalmıştı. Sema öğretmen içlenmişti bu anlatılanlara. Önceki gün gereksiz yere sesini yükseltmişti Dilek’e ve sonrasında önemsemeyip hatasını düzeltmemişti. ‘Sana değildi bu sesimi yükseltmem’ dememişti. Birden fırladı yerinden. İçindeki alev topuyla birlikte bahçeye koştu. Dilek, başarılı olduğu voleybol çalışmasındaydı. Smaçları çok güçlüydü. Çevik ve hızlı hareketler yapıyordu. İzledi ve teneffüs zili çalınca yanına yaklaşıp selam verdi. Önceki gün hatalı davrandığını, gereksiz yere sesini yükselttiğini, asıl hedefin o olmadığını tatlı bir ses tonuyla izah ederken; Dilek’in gösterdiği olgunluk karşısında hayranlığı bir kat daha arttı.
-‘Öğretmenim, siz daha önce bana hiç sesinizi yükseltmediniz. O gün, sadece daha çok dikkat etmemiz için uyarıda bulundunuz. Aklıma bile gelmedi haksız olduğunuz.
Nefes nefeseydi antrenmanın da etkisiyle. Soluğunu kontrol ederek konuşuyordu. Gülücükleriyle deşerek öğretmeninin sevgisini daha da arttırdı.
O akşam yoksul; ama içten yuvasına, evine yine sevinçle döndü. Dedesinde bir gariplik vardı. Gözüyle işaret etti yanına oturmasını.
-İstanbul’a taşınacağız kızım. Babaannen, sen, ben ve kardeşin Derya bu kışı burada geçiremeyiz. Babaannen iyice kötüledi bu sene. Ben de hastalıktan belimi doğrultamadım. Halanların oturduğu apartmanın kapıcı dairesi boşmuş. Orayı tuttu bize. İki divan, bir masa da koymuş. Biletlerimizi de almış. Haftaya gidiyoruz. Yarı yıl tatilinden sonra orada bir okula yazdırırız seni.
Dilek yaşadığı bu hayal kırıklılığını ömrünün sonuna kadar unutamayacaktı. Öyle demirbaştı ki doğup büyüdüğü bu topraklar; aşina olduğu, koştuğu bu sokaklar, söz verdiği incir ağacı, sırdaşı gül ağacı, bahçe arkadaşları, öğretmenleri…
‘Nasıl yani ya? Voleybol oynayabilecek miyim orada da?’ derken içinden sıkıntıdan oldukça sesli bir üfleme olmuştu. Sanki yüreğini üflemişti dışarıya.
Kendini kontrol edemediği nadir zamanlardan biriydi o gece. Odasına kapandı, yastığıyla duvar arası boşluğa gömdü hıçkırıklarını. Ayazın kuytusunda gece alaz, gece lal, yüreği sancılıydı.
1. Bölüm Sonu
Devam edecek…
Melek Kırıcı
www.kafiye.net