Aman Ali

Aman Ali, namı diğer İşte Öyle Ali, henüz üç yaşında… Her iki lakabını da ben yakıştırdım ona. Aman Ali, meşhur bir İstanbul türküsünden esinlenerek verilmiş bir isim. İşte Öyle’nin macerası da pek hoş! Bir gün Ali’ye sordum -ki o da sorar bu soruyu herkese hem de pek sık-

-Beni seviyor musun?

Ali de cevap hazır:

-Çevmiyom.

-Peki ya neden sevmiyorsun?

-İşte öyle!

Evde durup dururken ağlarmış Ali, bana ziyarete gelmek istermiş. Annesi kek yaptığında fırından çıkar çıkmaz daha tepsi, bir parça kek bana da getirilsin diye ağlarmış. Ne sevdiği belli ne de sevmediği anlayacağınız.

Şirin mi şirin, afacan mı afacan bir çocuk Ali. Kara kahve gözleri, koyu elmas bakışları var. Tombul gövdesinin üstünde daima yaramazlıklar üreten güzel bir baş taşır. Orada ne tilkiler döner dolaşır bilen yok. Durduğu yerde durmazlardan, her an her işe imza atanlardan biri… Koşar, zıplar, küçücük elleriyle karşısındakinin göğsüne ya da suratına bir yumruk savurabilir aniden.

İşte size bir Aman Ali klasiği! Ali’yi annesi bir gün bize bırakıyor merdivenleri temizlerken eline ayağına dolaşmasın diye. Oğlum bilgisayarda arkadaşlarıyla görüşüyor. Ben de dalmış televizyon seyrediyorum. Ali’ye bakan yok. O da dolanıp duruyor odanın ortasında.

Birdenbire her şey susuyor. Televizyon konuşmayı, bilgisayar rengârenk ışıklar saçmayı bırakıyor. “Eyvah!” diyoruz. “Elektrikler kesildi. Ya da sigorta attı.” Oğlum bakıyor elektriklerde problem yok. Ali yerlere yatıyor gülmekten meğer bizimki fişi çekivermiş, televizyon da bilgisayar da bu yüzden susmuş. Her an takipte fayda var onu.

“Seninle benim aramda bi fark var, desene Ali!” buyruğu verilir verilmez önce bu nakaratı sayıp döker sonra da gözüne kestirdiğinin üzerine hücum eder. Bu da onun en çok sevdiği oyunu. Çevresindeki herkes ona bakmak, onunla ilgilenmek zorunda zira.

İşte Öyle Ali ve ailesi apartmanımıza taşınalı birkaç ay oldu.  Annesi haftada bir gün merdivenleri temizliyor, babası apartmanın çevre düzenlemesiyle ilgileniyor. Buna karşılık ücret almıyorlar, kira vermemek kârları. Ali’nin babası ayrıca bir işte çalışıyor, güzel de para kazanıyor. Annesi aslında kuaför fakat Ali ve ablası çok küçük oldukları için, onlarla ilgilenecek kimse bulamadıkları için hem de,  şimdilik evde.

Gürbüz bir çocuk Ali… Ben onun bu gürbüzlüğünü annesinin birbirinden güzel yemeklerine, pasta ve böreklerine bağlıyorum. Ne zaman gitsem onlara, Ali’nin ağzı dolu… Bir de misafirperver ki sormayın. Evlerine girer girmez haykırır:

-Annem kıçır (kısır), kek yaptı, yicen mi?”

-Aman Ali!” derim

-Sen ye de büyü, ben yemiycem.

-O zaman koşar mutfağa ikramını getirmeye. Bir sandalye aracılığıyla mutfak tezgâhı emrine amade! Oysa annesi bilir ben kahveden başka bir şeye kolayca “Evet!” demem.

-Gel Ali gel… Hatice teyzen yemez.

Ali geri döner mutfaktan suratı asık… Yiyeyim de onun gibi gürbüz mü olayım? Assın suratını, bana ne! Nasıl olsa bir iki dakika sonra unutur. Benden meşhur oyunumuzu ister: “Burda bir tavşan varmış, gelmiş gelmiş buraya gelmiş. Dedesi görmüş. Babası vurmuş. Annesi pişirmiş. Yeşim (ablası) yemiş. Ali okuldan gelmiş. Hani bana, hani bana! Avcunu yala avcunu yala!” Sonra da kahkahalarla güler tavşanı yiyemeyip avcunu yaladığına.

Ali yüz vermez bazen hiç kimseye, hele de ona duyduğum sevgiden emin olduğu için bana. Bir kapris bir caka ki sormayın gitsin. Bu gibi durumlarda en iyisi onunla fazla muhatap olmamak… Üzerine gittikçe kaprisi çoğalır. Annesi seslenir Ali’ye: “Baksana Ali, kim gelmiş?” Ali’de ses yok. Bir çocuğu ablasıyla kıskandırmak biliyorum pek yanlış. Fakat Ali bunu hak ediyor. “Yeşim gel ikimiz oynayalım. Bak ben yeni bir oyun öğrendim.” sözü onun kaprislerini bitirmekte en iyi yöntem. Ablasından önce yanınızda biter o zaman panik içinde yeni oyunu kapmak için.

Ali’nin bir de kuzeni var onunla yaşıt. Adı Kamil. Ali esmer o sarışın. Beni ne zaman görse Ali, ondan şikâyetçi:

-Kamil hep küfür ediyo.

-Ya sen Ali! Sen küfür ediyor musun?

-Haaayır! Ben küfür etmiyom.

-Aferin Ali’ye. Ali hiç küfür etmiyormuş.

Annesinin dudakları alayla kıvrılır o zaman:

-Ali hiç küfür eder mi canım? Asla!

Kamil arada bir Ali’yi ısırır. Bizimkine gücü yetmez yaramazın, hep dayak yer ondan. Fırsatını bulunca bu silahı kullanma nedeni belli. Ali pehlivan, deviriyor kuzenini bir hamlede yere fakat şu ısırıklara bir çare! Ne zaman bir araya gelseler Ali’nin şarkısı dilinde: “Kamil beni ıçırdı.” Gel de hayıflanma bu işe!

Giydiği kıyafetlere de pek dikkat eder Ali. Üzerine giydirilmeden önce şöyle bir kontrol eder. Bakalım kız kıyafeti mi? Nereden ayırt eder kızlara ait olanı? Tabii ki renginden… Ali’ye içinde pembe bulunan hiçbir şey giydiremezsiniz çorap bile…

Özellikle kareli gömlek ve süveter pek yaraşır ona. Altına da kotunu çekti mi ondan fiyakalısı olmaz. Gezmeye giderken bakarsınız Ali birbirinden şık gömleklerini geçirmiş üstüne. Benden bir ara ısrarla Benten çorabı istedi. Üzerinde Benten resmi olan bir pantolon bir de kazak almışlar Ali’ye. Çorabı da giyip takım yapacakmış. Hediyeye de bayılır kerata!

Ali’nin kıyafetleri deyince aklıma geldi. Kış ortasına kadar ayaklarına bir şey giymez ki o. İşte Benten’in marifeti… Aman Ali’ye bile çorap istetti.

Dayımın bir torunu var bu sene ilkokula başladı. Geçen sene anasınıfındayken bir şarkı öğrenmiş: “Annem bana bir bebek aldı saçları kıvırcık, gözleri elacık. Bir gün gittim baloya. Orda bebeğimi kaybettim başladım ağlamaya.” Yaz tatilinde memlekete gidince telefonuma kaydetmiştim onu, şarkı söylerken. Arada bir açar seyrederim bu güzel görüntüyü hem memleketimizi hem de o, gözleri gülen çocuğu yâd etmek maksadıyla.

Bir akşam Alilere akşam oturmasına gitmiştik. Ali’ye de seyrettireyim dedim telefondaki görüntüyü. Ali kafasını çevirdi. Koluyla da telefonu tutan elimi itti. İşte bu kadar da kıskanç bizim Ali. Herkes sadece onu, sadece onu sevmeli.

Kapım çalar bazen. Güm güm! Yukarıdaki dikiz yerinden bakarım kimse yok. Bilirim ki Aliyle ablası gelmiş. Açarım kapıyı karşımdalar. Anneleri pasta göndermiş, ya da lezzetli bir kap yemek. Bazen de limon, soğan, kabartma tozu ya da vanilin istenir. Yeşim ulak… Ya Ali! Ali güler ablasının yanında. Aşağıda tepiniyormuş: “Ben de gelcem.” diye. Asansöre binmek onun bir numaralı eğlencesi. Bir de bana gülümseyecek ya kapım açıldığında.

“Hadi girin içeri!” derim, gelmezler.  Tembih önemli makamdan, anneden. Tabak verilecek ya da eksik istenecek sonra da doğru ev! Annesi de pek kibar Ali’nin, rahatsızlık vermek istemez. “Hiç rahatsız mı olunur bunlardan canım!” demeyin. Ali’ye kalsa kapınız hep gümleyecek.

Ali’nin utangaç olacağı aklınızın köşesinden bile geçmez. Zannedersiniz ki yarım yamalak da olsa hiç susmaz o. Oysa susup süt dökmüş kedi gibi oturduğu da olur kendisinin. Bazen şöyle düşünürüm: Bir gün mutlaka susacak, daha az konuşmaya başlayacak. Acaba ne zaman? Büyüdüğünde tabii. Ağır delikanlı olacak tahminim. Öyle vara yoğa konuşmayacak.

“Utangaçlığı da var Ali’nin” mi demiştim? Doğru! Kendisine yakın olanlarla muhabbeti bol, bol olmasına ya; resmi ortamlarda, yabancı evlerde annesinin dizinin dibine oturur, saatlerce kalkmaz oradan. Kara gözleriyle sadece aşina gözlere bakar bir de yere. Onun bu türden manzaralarına pek şahit olamasanız, karşılaştığınızda seyrine doyum olmaz.  Ha, bir de cumhurbaşkanının evine bile gitse Ali, annesinin kulağına çay istediğini fısıldamadan edemez. Bizde mi? Bizde zaten çayı hazırdır. Mahsustan vermem bazen çayını tepinir o zaman: “Ben de içcem ben de içcem!” diye.

Ne çok güzel ve anlatılmaya değer özelliği var daha Aman Ali’nin fakat hepsi de bu anlattıklarıma benzer. Masumiyet kokar, sadelik kokar, kendine münhasırlık kokar. Fakat  yanarım, yanarım, şuna yanarım: Ben onu çok sevsem de o beni çevmiyomuş!

Hatice Eğilmez KAYA
www.kafiye.net