Bir Kar Yağar İnceden

(İzmir’e kar yağdığında)

Hatice Eğilmez Kaya

Hangi şehre, ne zaman kar yağsa ılıklığı dağılır yeryüzüne oradan. Bırakın ruhların ısınışını, tenlerimiz dahi soğuktan kurtulur ak endamlı bir dosta ermekten. İyice üşümeden, gökyüzünün öfkesiyle boğuşmadan, zemherinin soğuk nefesini iliklere kadar hissetmeden ona kavuşulamadığı da bir gerçek. Tıpkı zorlukları aşmaksızın feraha kavuşamayacağımız gibi.

Kar yağışının karasal iklime has bir yağış şekli olması, o alımlı yüzünü zemheri çilesini görmeyenlerden esirgemesi demektir. İzmir dört mevsim açan güneşiyle yeterince çile çekmediği için mi mahrum kalır çoğu kez kardan? Kendimi bildim bileli havasını teneffüs ettiğim güzel şehrim kara hasrettir her kış. Sıcacık bakışlı imbatlar alıp başını gittiğinde, serince esen lodoslar yerlerini kuru ayaza devrettiğinde kar hasreti nükseder İzmir’in.

Kar incedir, sessizdir ve yalındır tıpkı rengi gibi. Rahmetin şefkatinden nasibini almıştır olanca yumuşaklığı ile.

“Melek kanatlarını görmedik, bilmeyiz.” diyenler kar tanelerinin yeryüzüne inişine dikkat kesilmeliler mutlaka. Suyun bembeyaz hali; kutsi varlıklara benzediğinden ötürü sakin, içten ve kıymetlidir.

“İzmir’in havasına ve kızına güven olmaz.” denir. Çoğunlukla doğrudur bu söz. İzmir’in kızlarına dair fazlaca söze gerek yok; güzellikleri meşhurdur, güvenilmezlikleri her şehrin kızları kadardır. Fakat havası, ondan gafil olanlara karşı pek aldatıcıdır doğrusu. Kış günleri pencereden dışarı bakıldığında masmavi bir gökyüzü ve ışıl ışıl bir güneş göz kırpar. İnananlar olur bu albenili tabloya. Üzerine kalınca bir şeyler giyme gereği duymadan sokağa çıkarlar, oysa kapılarının önünde bıçak kadar keskin bir soğuk onları beklemektedir. Sonuç böyle olunca güvenilmez bulurlar güzelim Akdeniz havasını. İzmir’i tanıyanlar ise göğün ne maviliğine ne de ışıltısına kanarlar. Her an güneşli bir ayazla karşılaşma olasılığını bilirler.

Ruhun terbiyesi için öfkeden uzaklaşmalıyız ya evvela, sabrın ve tevekkülün limanında dinlendirmeliyiz ya sükûta muhtaçlığımızı. İşte tam da ulaşmamız gereken bu halin tercümanıdır kar. Yağan ilk yağmurla, doğan ilk güneşle eriyeceğini bile bile usulca sokuluşu toprağa hazin, hazin olduğunca şevklidir.

Bazı günler alışılmışın dışında bir soğuk basar İzmir’i. İşte o zaman İzmirliler tahmin ederler ki çevre illerden birine kar yağıyor. “Sefasını başkaları sürüyor soğuğu bize geldi.” diye sitemde bulunurlar. Böylesi günlerde İzmirliler için, “Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül.” dense yeridir.

Kar kristallerinin biri diğerine benzemez bilirsiniz. Parmak izlerimiz gibi, çehrelerimiz ve kederlerimiz gibi bambaşkadır her biri. Aynı ahval ile kimilerine karamsarlık verir kar, kimilerinin gönlüne neşe eker. Neşelendirmesinin sebebi bellidir de neden bazı ruhları hüzne boğar bilinmez. Uzun süren kış günlerinin ömrün son demlerini hatırlatması, tabiatı örten beyazlığın kımıltısız bir ölüyü saran kefene benzemekliği, özlenen eyyamı baharın uzaklığı, kısacık süren günler, çarçabuk kararan havalar, soğuk rüzgârların bomboş vadilerde çınlayan ıslığı karla birlikte olduğundandır belki de.

Hüzne meyyal ruhlar,
“Mektup alır, efkarlanırım;
Rakı içer, efkarlanırım;
Yola çıkar, efkarlanırım.
Ne olacak bunun sonu, bilmem.
Kazım’ın türküsünü söylerler,
Üsküdar’da;
Efkarlanırım.” misali karla hüzne dalsalar da zemheride kar düşü kurar her yıl İzmir. Körfez buz gibi sularıyla grileşen gökyüzüne bakar. Saat Kulesi bir kalbin kuşlara denk çırpınışlarını anımsatan tik taklarıyla ritim tutar sert rüzgârların ıslık seslerine. Dağlar, ilkyazlarda açan çiçeklerini karşılarcasına coşkuludur dumanlı başlarına yağan kar tanelerini ağırlarken. İnsanların değmeyin keyiflerine!

Yolcu için kar meşakkat demektir, yoksul için de öyle. Evsizler ve garipler içinse bazen ölüm. Sert bağırlı taşlara mahkûm gövdeler de sıradan insanların bembeyaz sevincine kapılırlar mı acaba kadim bir şehrin izbe sokaklarına kar yağdığında? Gariplik, yitiklik ve mahzunluk terk eder mi bir an olsun onları?

İzmirlilerin kar heyecanı görülmeye değer bir manzaradır. İnsanlar evlerine sığamaz olurlar böylesi günlerde. Mütebessim çehreler dolar parklara bahçelere. Acemi tavırlarla kardan adamlar yapılır. Havuçtan burunlarıyla, kömür karası gözleriyle, ellerindeki süpürgelerle sıradan gözükseler de her kardan adam mütevazı fakat seçkindir İzmir’de. Bekleniyor ve özleniyor olmalarıdır onlardaki seçkin tavrın nedeni. Çocuklar kim bilir kaç yıl sonra görebilecekleri bir kardan adamla vedalaşırken tanışırlar masum bir hüznün tadıyla. Havuçtan burunlar nemli toprağa değdiğinde yetişkinlerin gönülleri burkulur.

Kar tanelerinin havada uçuşmak için birer kanada ihtiyacı yoktur. Zemine lapa lapa, akça pamuktan bir örtü serilirken yavaşça konarlar onlar da yere. Minicik gövdelerinde ne heves, ne arzu ne de yarına dair umut kalır. Düşer ve ölürler hem tek tek hem iddiasız. Kalplerimize serpilen onulmaz keder, onların çaresiz tükenişleridir.

Her şehrin kendine özgü bir ruhu var. İzmir İzmirliğiyle, İstanbul İstanbulluğuyla, Urfa Urfalığıyla, Semerkant Semerkantlığıyla güzel. Kabul etmeliyiz ki kar manzaraları bu inci şehirde alışıldık hale gelse İzmir İzmirliğinden vazgeçer. Oysa hiçbir nesnenin benliğinden geçmesi istenmese gerek. Üzerimize beyaz ve serince bir yorgan her daim örtülmese de olur. Özlemek kavuşmaktan güzeldir ne de olsa.

Yine de bu kış yalnızca bir gün olsun örtün ey gökyüzü gri renkli bir peçe. Bulutlar, kuşlar, ağaç dalları, yeryüzü, telefon direkleri de öyle. Tabiat tüm renklerinden soyunurcasına griliğe sığınsın. Sonra bembeyaz bir el un elesin varlığın üstüne İzmir’de. Hüzünlenenler olsun, neşelenenler, karın masumiyetiyle temizlenenler… Sokaklara dökülelim gencimizle yaşlımızla. Parklara koşalım. Yaşları denk olsun yedinin ve yetmişin. Çok şey midir istediğim bilmem!

Hatice Eğilmez Kaya
www.kafiye.net