GÜZELÇAMLI’NIN SAĞLIK OCAĞI

Bu gün Güzelçamlı’nın yeni Sağlık Ocağı’na ilaç yazdırmak için gittim. Küçük, şirin ve kullanışlı bir yapı. Birçok hayırsever iş adamı ve eşlerinin yardımları ile yapılmış. Arsayı da gene bir hayırsever iş adamı bağışlamış. Soyadını bilmiyorum, ama sabahları Milli Park’a yaptığımız yürüyüşlerde kendisi ile karşılaşıyor, selamlaşıyoruz Hüseyin bey. Ondan ve diğer hayırseverlerden Allah razı olsun.

Muayene sıraları ve hangi doktoru tercih ettiğiniz kapı girişindeki elektronik sıra belirleyiciden bir düğmeye basılarak sağlanıyor. Ben önce birinci sıradaki teşhis ve dikkatine hayran kaldığım doktorun tuşuna basıyorum. Ama numara gelmiyor. Ben uğraşırken sıra bekleyen hastalardan biri bana yardım ediyor. “Orası çalışmıyor.” Diyor. İleride hemşire hanımlar kayıt masasında harıl harıl kayıt yapıyorlar. Onlara soruyorum. O doktorun sıraları belirleyen sistemi kapattığını söylüyorlar. Bu da bir yenilik diye düşünüyorum. Doktor da isterse kendi sıra belirleyicisini kapatabiliyor. Ben de başka bir tuşa basarak sıra numaramı alıyorum. 349. İlk anda şaşırıyorum. Bu bir günde, o saate kadar bakılan hasta sayısı mı? Yoksa bir haftadır baktığı hasta sayısı mı? Ben numaramda 3. Poliklinik yazısını görünce, üçüncü polikliniği arıyorum. Odaların üzerinde yazılı. Sıra numaralarını gösteren bir numaratör de polikliniklerin kapılarının üstünde duruyor. Hastalar girip çıktıkça numara bir sonraki hastanın sıra numarasını gösteriyor. Ben benim seçtiğim doktorun odasına bakıyorum, kimse yok. Hemşire hanıma soruyorum, “şimdi gelir” diyor. Ben beklerken başka bir hastanın elindeki sıra numarası kağıdı gözüme ilişiyor. 2 ile başlayan bir sayı. Ona soruyorum, bu numaraların bir günlük mü, bir haftalık mı sayıyı gösterdiğini. O da “bunlar poliklinik numarası ile başlıyor galiba” deyince düğümü çözüyorum. Birle başlayan numaralar birinci polikliniği, iki ile başlayanlar 2. polikliniği, üçle başlayanlar da 3. poliklinik olduğunu gösteriyor. Diğer iki numara da sırayı, yani kaçıncı hasta olduğunuzu gösteriyor. Ben bu işle uğraşırken, elinde ikinci polikliniğin numarası olan hasta veya hasta yakını benim gireceğim polikliniğin kapı aralığından doktora seslenip, hastanın gelip gelemeyeceğini soruyor, doktor da “sırası ise gelsin” diyor ama dinleyen kim. Arkadaş bayanı içeriye sokuyor. Çıkınca da bana tavsiyede bulunuyor, “kapıya yaklaş, hemen gir, sırayı falan boş ver” diyor. Ben de öyle yapıyorum. Hastalar oralarda dolaşıp duruyorlar, kimse ne yapacağını bilmiyor. “Eyvah, gene işi kendimize benzetmişiz.” “Sıra filan hak getire.” Diye düşünüyorum. Kahroluyorum.

Bu olay bana yurt dışında yaşadığım bir hatıramı hatırlattı. Bir gün kan muayenesi için hastaneye gitmiştim de hemşire, benim sıramı almak isteyen bir grup insan kendi odasına girdikleri için, beni çağırıp başka bir odada benim kanımı almıştı. Sinirinden titriyor ve “biliyor musunuz ne oldu? Sizin sıranızı almak için hastane görevlilerinin de içinde bulunduğu bir grup insan benim odama girdiler, ben de sizin sıranızı onlara vermemek için burada sizin kanınızı alıyorum. Burası demokratik bir ülke. Demokrasi demek sıra demektir, kuyruk demektir.” Demişti. İşte hemşirenin bilmesi gereken demokrasi kavramı diye hem kendisini, hem ona bu anlayışı kazandıran eğiticilerini takdir etmiştim. Bu olayı da hiç unutmadım. Gerçekten, o ülkede birden çok kişinin bir kapı önünde kuyrukta beklediklerini çok gördüm. Hatta, Başbakanlık yapmış EDEN bile kuyrukta sırada beklerken resmi gazetelerde çıkmıştı, çocukluk yıllarımda bu olay bana onu da hatırlattı.

Bazı hayır sahiplerinin ramazan aylarında yiyecek dağıtmak için, fakir mahallelere kamyon dolusu yiyecek dağıtmak isterken, yaşanan izdihamları, birden fazla almak için verilen mücadeleleri, bunları yaparken de uyanıklık ve açıkgözlük yaptığımızı zannederek sağa sola göstere göstere kaptığımız nevaleleri, televizyon kanallarında seyrederken kahrolurdum. Elektronik teknolojisinin sağladığı imkanlarla bu sorunların çözülmekte olduğunu görmekten memnun oluyordum. Ama gelin görün ki, başkalarının haklarına saygı göstermeyi onca okul eğitimlerimizle başaramadıktan sonra elektronik ne yapsın, bilgisayar ne yapsın. Her şey insanla başlıyor, insanda bitiyor.

Vatan Şairimiz Namık Kemal diyor ki bir şiirinde:

Görmeden ölürsem, millette ümit ettiğim feyzi,
Yazılsın seng-i kabrime: Vatan mahsun ben mahsun.

Dr. Sait Güngör ELGİN
www.kafiye.net