DÜŞLERİN BİTTİĞİ YER

Gözleri daldı gitti uzaklara.Lekelenmiş ellerini birbiri içerisinde ovuşturdu.Dışarıda müthiş bir soğuk vardı.Tipiyle karışık yağan kar tanelerine benzetti kendisini.Yönü belirsiz…Uçuşan…Düştüğü yerde bir güneşlik ömrü olan kar tanelerine…

Buğulandı gözleri.Kalktı elindeki bastondan kuvvet alarak. Son odun parçalarını da sobaya attı.Odunların alevinde büyüdü hayalleri. Neden hep yalnızdı? Neden kimse çalmıyordu kapısını? Ya çocukları… Kır çiçekleri, kardelenleri, orkideleri, toprak kokan dağ çiçekleri neredeydiler? Buğulanan gözleri, özgürlüğünü verdi gözyaşlarına.

Pencereye çarpan her kar tanesi yüreğini sızlatıyor, geride bıraktığı güzel, mutlu yıllarının bir zaman diliminde nasıl bir nokta olduğunu haykırıyordu.

Bastonunun yardımıyla söndürdü ışıkları. Sokak lambasından odasına süzülen ışığın aydınlığında biraz daha huzurlu hissetti kendisini.

Aydınlık-karanlık… Biri gençliğinin, diğeri yaşlılığının sembolüydü. Gençlik bir kuş gibi çok uzaklara uçmuş; yaşlılık, kapısında bir asker gibi tekmil nöbet tutuyordu. Kapıya dayadığı bastonu: ”Hey koca kurt! Bak, şimdi düştün elime!” dercesine şekilden şekle giriyor; ona, sonbaharın basamaklarına biraz daha yaklaştığını hissettiriyordu.

Gözlerindeki son damla da yastığına damlarken odunların alevi bitmiş, biten alevlerle birlikte umutları da küllere karışmış ve yalnızlığın canavar yüzü, uykusuz geçen bir gecenin ardından aydınlanan ufukla yine kendini göstermişti. ”Bir gün gelecek…” diye söylendi kendi kendine.”Kim olursa olsun birisi, bir sebeple çalacak kapımı. ”Biten umutlarına rağmen, bu beklentisi hiç bitmemişti.

Dağlar, ağaran günle daha bir heybetli görünüyordu. Kar dinmiş ve yüreğinin bir yerinde ilkbahara özlem, sonbahara sitem büyümüştü. Kalktı, her sabah olduğu gibi, eski çaydanlığına suyu doldurdu; titrek elleriyle çıkardığı kibriti yakarak tutuşturdu ocağı. Sonra Ayşeleri, Fatmaları, Mehmetleri geldi gözünün önüne.Yine uzanıyordu onların minik elleri ellerine. Uzattı ellerini, boşlukta kaldığını anlayamadan. Geldiler, oturdular yanına. ”Öğretmenim!” dedi Ayşe. ”Sizi çok özledik. Öyle özledik ki, bakın yanınızdayız işte. Yeni Ayşeler, yeni Fatmalar, yeni Mehmetler geldi sınıfımıza. Onlar da sizi tanımak istiyorlar.”

İlk defa… İlk defa gülümsedi kuruyan dudakları. Kaynayan suyun buharında, aldı başını gitti, düşlerin bittiği yere doğru…

Kapısını birisi bir sebeple çalıyordu artık. Ölümün kokusunu duyan yan komşusu. Ama o, bunu duymuş muydu, duymamış mıydı, bilinmez…

ÜLKÜ DUYSAK
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi
Ekim 2000 Sayı:8 Sayfa:29
www.kafiye.net