Kızıla Yanmış Gül

Bu sabah yine sana özlemlerle uyandım. Sesine hasret günlerde… Konuşacak ne çok şey birikti. Özlem yağmur gibi bütün bedenimi ıslatırken. Dilin söyleyemediklerini.kalem yazmaya başladı.Bülbül gibi şeydalaşmaktan aciz yol iz bilmeden uçmaya başladım. Ayaklarımda sevdanın çarıkları sana doğru yol almaya başladım…

Dalından koparamadım sevda çiçeğini. Kendi döksün yaprağını istedim. İstedim ki kendi kendine can versin… Kızıla yanmış gül gibi yapraklarına dokundum, yandı ellerim. Yüreğim bedenim… Bir nefes çektim ciğerlerim yandı. Varlığının bir yüzüne benliğimi hibe ederken, nasibime yanmak düştü…

Gül dalından yapılmış bir kalemle akıttım yüreğimin figanını gül kokulu sayfalara. Mum alazı içinde pervanelerin huşu içinde ki aşk danslarını seyrederken, her muma yaklaştıklarında vuslata ermenin mutluluğunu yaşıyordum… Sanki sen, sanki ben, sanki bizmiş gibi…

Gözlerim açıkken bilinmezliğin rüyasında kayboluyordum. Her gece fısıltılar halinde sesin kulağıma gelirken, nefesindeki aşkı yudumluyordum. Her yutkunduğum yudum iliklerime kadar işliyordu. Gönlümü aşkınla dolduruyordum. Sen kibritin yanmayan ucu gibi hayatımdan geçerken…

Kıyamet öncesi sunulan son güzellik gibiydin. Hüzün bulutları bedenimi sararken, ömrüm sırrını kaybetti. Gözümdeki son hatıran ise yanaklarımdan süzülen yaşlardı…

01.03.2011
Saat: 15.15
www.kafiye.net