TARİHTEN İBRET ALALIM

Mehmet Akif Ersoy diyor ki, bir şiirinde:
Kıssadan Hisse
Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
‘ Tarih ‘ i ‘ tekerrür ‘ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Cumhuriyetten Önce Türkiye’de Eğitim

Osmanlı İmparatorluğu döneminde eğitim genellikle evlerde, iş yerlerinde, camilerde, medreselerde, askeri kışlalarda yapılırdı. İslâm dininin esaslarının öğretildiği medreselerde, diğer bilimler de dini bilgilere yardımı olduğu ölçüde öğretilirdi. Bu bakımdan medresede verilen eğitim genel olarak dinî bir eğitimdir denilebilir. Esasen okumak, yazmak büyük çapta, dini eserlerin okunması için önemliydi. Bunda başarılı olanlar, toplumda el üstünde tutulurlardı.

Batıda endüstri devrimi ekonomik açıdan büyük başarılar kazanmaya başlayınca, bunun etkileri askerlik sahasında da görüldü ve o zamana kadar yenilmez olarak bilinen Osmanlı Ordusu, yeni silah ve askerlik bilgisi ve ekonomik güç karşısında sarsıntı geçirmeğe başladı. Ayrıca , el sanatlarına dayalı ve lonca sisteminin hakim olduğu üretim de Avrupa’nın fabrika üretim sistemi ile çıkardığı ürünler karşısında rekabet edemeyecek durumda kaldı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları genişti ve çok çeşitli ırktan insanlar bir arada yaşıyorlardı. Topraklarının önemli bir bölümü de Avrupa yakasında idi. Bilhassa Türklerin dışındaki uluslar; Bulgarlar, Rumlar, Romenler, Polonyalılar v.b. Avrupa’daki gelişmelerden haberdarlardı.

Osmanlı Padişahları, Avrupa’da olup bitenleri izliyor, bazı şeyler yapılması gereğini duyuyorlardı. Bu amaçla bir dizi yenilik hareketleri yapılmış, ancak bu hareketler daima içeride halkın, medreselerden yetişmiş bulunan bilim adamlarının, askerlerin hoşlarına gitmemiş ve büyük direnişler olmuştur.

Askeri amaçlar için yapılan yenilikler daha çok mühendislik bilgileri ve teknik beceriler kazandırılması doğrultusunda yapılmış ve buna bağlı olarak diğer alanlar da etkilenmiştir. Teknik adam yetiştirmek için açılan mühendislik okullarının gerektirdiği temel bilgiler bakımından medrese eğitimi yeterli gelmemiş, bu amaçla yeni okulların açılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Böylece medreseden başka Avrupa’daki okullara benzer okulların açılmaya başladığını görüyoruz. Bir yanda medreseler dini karakterli eğitimini sürdürürken, diğer tarafta yeni okullar teknik bilgi kazandıracak derslere ağırlık veriyorlardı.

Önceleri askerî amaçlar için açılan okulların zamanla, bütün toplumu yenileştirmeye yöneldiğini ve bu amaçla pek çok gayretler sarf edildiğini görüyoruz. Ancak, 1923’e kadar bütün bu okulculuk faaliyetleri kendisinden beklenen faydaları veremedikten başka, yönetici durumunda bulunan Türk toplumunun aydınlarını medreseliler, mektepliler olarak ikiye ayırmış, cumhuriyete kadar bu iki grup açıkça ve gizli olarak birbiri ile mücadele etmişler, birbirine taban tabana zıt amaçlarla yetiştirilmiş olan bu iki zümrenin mücadelesi ile 150 yıl hemen hemen önemli bir şey yapamadan geçip gitmiştir.

Önemli bir şey yapamadan; çünkü, Osmanlı İmparatorluğu ile hemen hemen aynı zamanlarda batı bilim ve kültürünü alarak endüstrileşmeye başlamış Japonya bu gün dünya’nın önemli bir endüstri ülkesi olduğu halde, Türkiye halâ gelişmekte olan ülkeler arasında sayılmağa devam etmektedir.

İşte medreseli ve okullu mücadelesinde daha çok kültür ve değerler sistemi ile ilgili çatışmalar söz konusu olduğu için ve toplum da daha çok eski değerlerden yana bulunduğun dan, en küçük yenilik hareketleri bile büyük zorluklarla kabul edilebiliyordu. Bir örnek olarak; 1870 yılında bir törenle açılan ve müdürlüğüne Tahsin Efendi’nin getirildiği Darulfünunda, okul müdürü ve tabii bilimler öğretmeni Tahsin efendi derslerinde deney yapıyor diye, müdürlükten uzaklaştırılmış, okul da 1871 de kapatılmıştır.

Medreselerin Yeni Okullar Üzerindeki Etkileri
Okullar kendilerinden beklenen faydaları yeterince sağlayamamış, çünkü, çağdaş eğitimciler tarafından çok tenkit edilen kitabîlik, ezbercilik daha önce medrese eğitimi görmüş öğretmenler kanaliyle, yeni okullara da girmişti. Medreselerde okutulan dersler, kurallardan sebeplere (tümden gelim) gitme metoduna göre düşünme tarzına o kadar alıştırıyordu ki, beyin bundan başka bir muhakeme yolunu adeta kullanamaz hale geliyordu. Kafasını buna alıştırmış bir kimse, eline geçen her kitabın yazarını otorite olarak görür ve üzerinde düşünmeden, araştırmağa gerek duymadan aynen kabul etme eğilimindedir.

Osmanlı İmparatorluğu, Rönesanstan sonra gelişen batı sanat, ilim ve tekniğine ilgisiz kalınamayacağını anlamış ve bir çok engele rağmen, yenilik hareketlerine girişmiştir. Bu hareketin stratejisi: Batıdaki kurumların benzerlerini almak ve bunları eskileriyle birlikte yaşatmaktı. Burada önemli olan husus, eğitim kurumları adapte edilirken, şekle sadık kalınmaya çalışılmasına rağmen, bilimin metodu ve öğretimde uygulanan teknikler ihmal edilmiş veya çeşitli etkilerle bunlar alınmamıştır. Hattâ bazen, şeklî bir takım değişiklikler bile pek büyük tepkilere yol açmıştır. Örneğin; 1847-1848 yıllarında sıbyan okullarına (ilkokullar) siyah taş tahta ve divit sokulurken, medresenin tepkisini önlemek için, bunların Arabistan’da da kullanıldıkları önemle belirtiliyordu. Ama sıra, karatahta, harita ve öğrencilerin oturmaları için kullanılacak sıraların alınmasına gelince, aynı şey yapılamadığı için, bu araçlar medreseliler gözünde “küfriyat” olarak kabul ediliyordu.

———————
Kaynakça:
Hasan Ali Koçer, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi, (İstanbul, M.E.B. 1974)
Yahya Akyüz, Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri,(Ankara, 1978)

Dr. Sait Güngör ELGİN
www.kafiye.net