Dr. Sait Güngör Elgin
e-posta-1: gungor.elgin@hotmail.com
e-posta-2: elginorama@gmail.com
Cep:0532-516 09 28
Ev: 0256-646 11 49

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI (I)
24 Temmuz Lozan Barış Antlaşmasının yıldönümü. 24/Temmuz/1923’te İsviçre’nin Lozan şehrinde imzalanan antlaşmanın üzerinden tam 86 yıl geçmiş. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin I. Dünya savaşı sonrası hazırlanan Sevr antlaşmasını kabul etmemesi üzerine Sevr’i dayatan emperyalist güçlere karşı verdiği istiklal savaşı sonrası kazandığı diplomatik mücadelenin yıldönümü 24 Temmuz.

Bu amaçla Atatürkçü Düşünce Derneği Güzelçamlı şubesi olarak yeni hizmete giren Akbulut Otelin terasında bir toplantı düzenlendi. Konuşmacı olarak avukat Erol Ertuğrul görev aldı.

Sayın Ertuğrul Lozan barış antlaşması nedeniyle 1923 Türkiye’sinin Cumhurbaşkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu büyük Atatürk’le ilgili bir anıyı anlatarak sözlerine başladı. Anı özetle şöyle:

Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Perapalas arkadaşları ile yemek yemektedir. Aynı salonda yemek yiyen bir İngiliz ailenin genç kızı bu yakışıklı generalin kim olduğunu sorar, babası onun Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa olduğunu söyler. Kız çok heyecanlanır ve paşa ile tanışmak ister. Aile garson vasıtasıyla Paşayı masalarına davet ederler. Mustafa Kemal mesajı getiren garsona şöyle der:”Davetlerini teşekkür ederim, ancak kendileri ülkemde misafir olarak bulunuyorlar, geleneklerimize göre, eğer benimle görüşmek ve tanışmak istiyorlarsa kendileri bizim masamıza buyursunlar, çünkü biz ev sahibi konumundayız.” der.

Lozan Barış görüşmelerini yapmak üzere seçilen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temsilcilerinin başında bu amaçla Dışişleri Bakanlığına getirilmiş bulunan Batı Cephesi’nin muzaffer komutanı İsmet İnönü bulunmaktadır. Heyet Kasım 1922’de genel konferans için Lozan’a vardıklarında İngiliz Başbakanı Lord Gürzon’un düzenlediği diplomatik bir oyunla karşılaşırlar. Oyun şudur: Türk heyetini kimse karşılamayacak, böylece daha masaya oturmadan hadleri bildirilecektir. Ama karşılarında ne çetin bir ceviz olduğunu bilmemektedirler. Bu durumu gören İsmet Paşa daha önce kendilerini Fransa’ya davet eden bir telgrafı bahane ederek derhal Paris’e gider ve orada bir süre kalırlar. Fransız gazeteleri yeni Türk Devletinin temsilcilerini çok iyi karşılar ve onları konuk eder. Ancak heyetimiz konferans salonunda Lord Gürzon’un başka bir oyunu ile karşılaşır. Konferans salonunda bütün delegeler için aynı görkemde sandalyeler konulmuşken Türk delegeler için alelade sandalyelerin bir köşeye sıkıştırıldığı görülür. İsmet Paşa bunun sebebini sorar. Zaman darlığı nedeniyle yeteri kadar koltuk temin edilemediği söylenir. İsmet Paşa gayet soğukkanlı bir eda ile “Bizim zamanımız var. Aynı koltuklar yaptırılıncaya kadar bekleriz.” Der ve salonu terk eder.

İlk genel toplantı 21 Kasım 1922 günü yapılır. Türk heyeti emperyalistlerin bir oyununu daha diplomatik bir manevra ile bozmuştur.

Nutkun 521-522’inci sayfalarında Atatürk diyor ki:

“Efendiler, iki dönemden ibaret olup sekiz ay devam eden Lozan Konferansı ve sonucu dünyaca bilinen bir husustur.

…Görüşmeler hararetli ve tartışmalı geçiyordu. Türk haklarını tanıyan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu pek tabii buluyordum. Çünkü Lozan barış masasında ele alınan meseleler yalnız üç dört yıllık yeni devreye ait ve onunla sınırlı kalmıyordu. Yüzyılların hesabı görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karışık ve bu kadar kirli hesapların içinden çıkmak, elbette, o kadar basit ve kolay olmayacaktı.

Efendiler, bilindiği üzere, yeni Türk Devleti’nin yerini aldığı Osmanlı Devleti, Uhud-ı Atika adı altında bir takım kapitülasyonların esiri idi. Hıristiyan halkın birçok hakları ve ayrıcalıkları vardı. Osmanlı Devleti, Osmanlı ülkesinde oturan yabancılara karşı yargı hakkını uygulayamazdı; Osmanlı vatandaşlarından aldığı vergiyi, yabancılardan alması engellenmiş bulunuyordu. Devletin varlığını kemiren ve kendi sınırları içinde yaşayan azınlıklarla ilgili tedbirler alması mümkün değildi.

Osmanlı Devleti, kendisini kuran temel unsurun, Türk milletinin insanca yaşamasını sağlayacak tedbirleri alma bakımından da engellenmişti; memleketi imar edemez, demiryolu yaptıramazdı. Hatta okul yaptırmakta bile serbest değildi. Bu gibi durumlarda yabancı devletler hemen işe karışırlardı.

Osmanlı hükümdarları ve çevresindeki yakınları debdebe ve gösteriş, içinde yaşayabilmek için memleket ve milletin bütün servet kaynaklarını kuruttuktan başka, milletin her türlü çıkarlarını feda etmek, devletin haysiyet ve şerefini ayaklar altına almak suretiyle birçok dış borçlar yapmışlardı. O kadar ki, devlet bu borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmiş, dünya gözünde ‘müflis’ sayılmıştı.

Efendiler, mirasçısı olduğumuz Osmanlı Devleti’nin dünya gözünde hiçbir değeri, fazileti ve haysiyeti kalmamıştı. Devletlerarası hukukun dışında tutulmuş, sanki himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmiş gibi kabul ediliyordu.

Geçmişteki hoşgörülülüğün ve yapılan yanlışların sorumlusu biz olmadığımıza göre, yüzyılların birikmiş hesapları bizden sorulmamak gerekirken, bu konuda da dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşmüştü. Milleti ve memleketi gerçek istiklâl ve hâkimiyetine sahip kılmak için, bu güçlüğe ve fedakârlığa da katlanmak bizim üzerimize yüklenmişti. Ben, mutlaka olumlu bir sonuç alınacağından emindim. Türk milletinin varlığı için, istiklâli için, hakimiyeti için ne pahasına olursa olsun elde etmeye ve sağlamaya mecbur olduğu hakların dünyaca tanınacağından asla şüphem yoktu. Çünki, gerçekte bu haklar kuvvetle, liyakatle fiili ve maddi olarak elde edilmişti. Konferans masasında istediğimiz, zaten elde edilmiş olan bu hakların usulünce ifade ve onaylanmasından başka bir şey değildi. İsteklerimiz, açık ve tabii haklarımızdı. Bundan başka, haklarımızı kazanmak ve korunmak için kudretimiz de yeterliydi. En büyük kuvvetimiz, en güvenilir dayanağımız Milli hâkimiyetimizi kavramış, onu fiili olarak halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimizi fiilen ispatlamış olmamızdı.

İşte bu düşüncelerle, konferansın gidişini soğukkanlılıkla takip ediyor ve ortaya çıkan tersliklere gereğinden fazla önem vermiyordum.”

Biraz uzunca bir alıntı yaparak, konuşmacının satırbaşları ile belirttiği Lozan Barış görüşmeleri ile ilgili durumu Büyük Atatürk’ün kendi ifadesi ile sunmaya çalıştım.
Bundan sonra ki aynı konu ile ilgili yazımda sizlere aynı gece yapılmış olan Yüksel
Zeren’in duygu yüklü konuşmasını vereceğim.
Nutku okuyalım ve okutalım. Onda bizim geleceğimizle ilgili çok ibret verici örnekler var.

Dr. Sait Güngör ELGİN
www.kafiye.net