DERVİŞ

29.05.2014

Umarım güzel bir hafta geçiririz. Doğrusu ben Hafta başına uykusuz başladım. Eve gider gitmez uyuyacağım diyorumdum ama akşam olunca bu isteğim değişebilir. Örneğin; balkonda keyif yapmak, çay içmek sohbet etmek yada hiç konuşmadan saatlerce oturmak isteyebilirim.

Geçen gün kızımla bu balkon sefalarından birinde bir sohbet esnasında dedi ki, – anneciğim hani bir gün seni çok üzmüştüm. Öylesine üzülmüş, şaşırmış ve benden o hareketi ummamıştın ki, sadece bana bakakalmıştın. Ağzını açıp bir sözcük dahi demedin. Ah ettin! İçinden ah ettin ama ben bilirdim ki, bana içinden de dışından da hiç beddua etmezdin.

İçinden o an ne düşünmüştün. Dedim ki- içimden hiçbir şey düşünmemiştim. Sadece kendimi büyük bir boşlukta kolu kanadı kırık bir vaziyette her şeyin o an eridiğini, tükendiğini hissetmiştim. Biliyordum anneciğim. Bunu sordum çünkü o gün evden çıktım. O hani seni üzdüğüm arkadaşım hiç beklemediğim bir laf ederek senin haklılığını bilmeden ispatlamıştı. Sen haklıydın. Olamaz diyordum annem bana beddua etmez, olsa olsa içi yandığı için bu başıma gelmişti.

Cevap vermedim. Biliyordum ki, bazen susmak daha çok şey ifade eder. Konuşarak birbirimizi her zaman anlayabiliyor muyduk? Nasıl olsa söylediğimiz her söze karşılık bir savunma mekanizması olacaktır.

Aşağıdaki hikaye ilgimi çekti. Konuyla da ilgili olduğu için sizlerle paylaşmak istedim.

Vaktiyle bir derviş, nefsi ile mücadelenin, bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınarak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekle olmamaktadır. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir…
Saç, sakal, bıyık, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
Berberden kendisini traş etmesini ister.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynadan durumu izlemektedir. Basının bir kısmı tamamen kazınmıştır.
Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atar ve şaklabanlık yaparak:
“Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!”
Diye kükrer.
Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz olması gerekir. Kaideyi bozmaz derviş, hiç ses etmez, usulca kalkar yerinden.
Berber mahcup olur ama,korkmuştur da. Sesini çıkartamaz.
Kabadayı Dervişin kalktığı koltuğa oturur, berber tıraşa baslar. Tıraş sırasında da devamlı olarak dervişi aşağılayıp alay etmeye devan eder;
“Kabak aşağı, kabak yukarı…..”
Tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıya çarpar. Kabadayı orada yığılır kalır. Ölmüştür.
Görenler çığlığı basarlar.
Berber ise şaşkındır.
Bir bu kötü manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
– Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun ve düşünceli bir şekilde cevap verir:
– Vallahi asla gücenmedim ona.
Hatta hakkımı da helal etmiştim…
Gel gör ki kabağın bir sahibi var.
“O” gücenmiş olmalı!..

Belgin Turan Satıcı
www.kafiye.net