Engelsiz Hayat

Sınavı kazanmıştım. Ben ve ailem çok heyecanlıydık. Anneme, ilk görevimi doğuda bulunan güzel şehirlerimizden birinde yapacağımı söylediğimde daha da mutlu olmuştu. Annemin, kimselerin ulaşıp bozamadığı doğal güzelliklere ve kişilere ayrı bir zaafı vardır. “ Ooo bu harika! Çok sevindim. Tertemiz bakışlarla şımarmaya fırsat bulamamış çocukların olacak…” dedi.

Çar ve Korni dereleri arasında geniş bir ovaya kurulmuş doğal, tarihi ve kültürel değerler bakımından büyük bir turizm potansiyeline sahip güzel bir şehirdi Muş. Muş’un Varto ilçesine 20 km uzaklıkta olan Kayalıkaya köyü Mustafa Kemal İlköğretim okulunda görev yapacaktım. Okula çok yakın misafirhanenin bir odası bana tahsis edilmişti. Diğer odada da adının Emine olduğunu öğrendiğim Emine Hanım kalıyordu. Köyün Ebesiydi. Odam tertemizdi. Yemyeşil, üzerinde birçok ağacın bulunduğu bir bahçeye açılıyordu pencerem. Emine Hanım kırklı yaşlarında, güleç yüzlü bir bayandı. Odamın kapısını vurup kendi odasına beni çaya davet etti. El emeği kilimler odayı çepe çevre sarmıştı. Çay mis gibi kokuyordu. Annemi anımsadım.. Kendisine abla diye hitap etmemi istemişti. Emine abla Muş’lu olduğunu, bu köyde ebe olmadığı için gönüllü hizmet verdiğini söyledi. Çay içimi ısıtmıştı.

Üç takım elbisemden, resmiyetin önemini daha iyi hissettirdiğini düşündüğüm için siyah takım elbisemi seçip hazırlandım. Çocuk seslerini duyuyordum. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Aynada kendime bakıp çıktım. Odamın kapısını örtüp ilerlemek üzere yoluma döndüğümde elinde bir demet papatyayla gözümün derinliğinden içime sımsıcak akan bir bakışla karşılaştım. Saçı yana taranmış mavi ve beyaz renklerin birleşimiyle el örgüsü bir kazağın içinde duruyordu çocuk. Baktım, durdum, gördüm …

Ona sarıldım. Teşekkür edip adını sordum. “Mehmet” dedi. Elimi tuttu ve okula beraber gittik. Okul tek katlıydı. Dört öğrenci sınıfı, bir müdür odası bir de öğretmenlerin odasının bulunduğu insanın içine hoşluk veren bir binaydı. Müdür Bey ve Öğretmen Zalihe Hanım beni selamlayıp çevre, okul ve öğrenciler hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra sınıfımı gösterdiler. Sınıfıma girdiğimde kendimle gurur duyuyordum. İçimde hiç olumsuz düşünce yoktu. Başaracağım diye haykırmak istediğimi sanırım hiç unutmayacağım. Çocuklar ayakta beni karşılamışlardı. Hem elimle hem de sözlü olarak oturmalarını istedim. Mehmet üçüncü sırada oturuyordu. Sınıfta nefes sesi bile duyulmuyordu. “Siz benim ilk öğrencilerimsiniz. Benim adım Nur.” dedim. Sessizlik devam ediyordu. Tek tek tahtaya kalkıp kendilerini tanıttılar. Cevaplar yaklaşık hep aynıydı. Anne babalarının isimleri, kaç yaşında olduklarını ve büyüyünce ne olmak istediklerini söylediler. Mehmet öğretmen olmak istiyormuş..

Yarınki ders planını gözden geçirip uykuya daldım. Yorulmamıştım fakat çok uykum gelmişti. Ertesi gün aynı pırıltılar beni, eller yanda sımsıkı kapalı saygı duruşunda bekliyorlardı. Günaydın diyerek oturmalarını istedim. Artık birbirimize alışmaya başlamıştık. Mehmet’in gözleri pırıl pırıldı. Hemen yan sıradan bir ses yükseldi: “Öğretmenim bir şiir öğrendim okuyabilir miyim? “ “ Tabi Nevin seni dinliyoruz.”

“Davet

Dört nala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim!
Bilekler kan içinde, dişler kenetli
Ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim!
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim!
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim!”

“Aferin Nevin çok güzel okudun” diyerek diğer çocuklara sordum: Başka şiir bilen var mı? Ses çıkmadı. Herkes beni dikkatle dinlerken Mehmet dışarı bakıyordu ve bunu sürekli yapıyordu. Bize katılması için seslendiğimi de duymadı. Yanına yaklaşıp dokundum. “Bildiğin bir şiir var mı Mehmet? “ dedim. “Hayır öğretmenim fakat şarkı söyleyebilirim.” dedi. Bize güzel bir şarkı söyledi. Ama gariplik vardı Mehmet’te. Bunu öğrenmeliydim.


Teneffüste Müdür Bey ve Zalihe Hanım öğretmenler odasında çay içiyorlardı. Yanlarına yaklaşıp Mehmet’in durumundan bahsettim. Zalihe Hanım da Mehmet’in bu durumunun sürekli olup olmadığını görmek için uzun zamandır onu gözlemlediğini, okulumuzda Rehberlik Öğretmeninin bulunmadığını fakat şehirde bu işi yapan arkadaşı olduğunu, bize yardımcı olabileceğini söyledi. Kendisini okulumuza davet ettik. Kendisi Mehmet’e bir takım testler uyguladı. Ailesiyle görüşmeler yaptı. Bizlere, “Bazı çocukların bedensel özellikleri ve/veya öğrenme yetenekleri, bu çocukların eğitiminde bireyselleştirilmiş eğitim programlarını, yani özel bir eğitimi gerektirecek ölçüde normalden farklıdır. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim hizmetleri yönetmeliğinde özel gereksinimi olan çocuklar “özel eğitim gerektiren birey” terimi altında “Çeşitli nedenlerle, bireysel özellikleri ve eğitim yetenekleri açısından akranlarından beklenilen düzeyden anlamlı farklılık gösteren birey olarak tanımlanmaktadır.”dedi. Yani Mehmet’de “özel eğitim gerektiren birey” olabilirdi. Herkesin desteği ve onayı ile Mehmet’in Rehberlik Araştırma Merkezine gönderilmesine onay verildi. Rehberlik öğretmeni Melek Hanım, bu konuda herkesi bilgilendirdi. Bu yolculuk sırasında Mehmet’e ben de eşlik ettim. RAM’da testler uygulandı Mehmet’e. Eğitsel Değerlendirme Kurumu, Özel Eğitim Kurumu .. Hepsinin kontrolünden geçen Mehmet’in artık tanısı konmuştu. Mehmet okulumuza geri dönüyordu fakat artık adı değişmişti. Artık o kaynaştırma öğrencisiydi. Bizim üzerimize düşen ise Mehmet’in yetersizliğinin engele dönüşmesini engellemekti. İlk olarak Mehmet için uzman komisyonla birlikte Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı hazırladık. Onun için ayrı bir çaba harcamalıydım. Diğer öğretmenleri, müdürü, Mehmet’in ailesini, arkadaşlarının, hatta arkadaşlarının ailelerini bile bilgilendirdim. Herkes ama herkes bana destek oldu. Sürekli işbirliği içindeydik. Uzun dönemli hedefler, kısa dönemli hedefler, belirlenen hedeflere ulaşmada kullanılacak öğretim yöntemleri, destek hizmetler( okulumuzda özel eğitim sınıfı bulunmadığı için Mehmet her hafta mutlaka şehre gidip gerekli yardımı uzman kişilerden alacaktı.).. Çok çalışmalıydım..

Nevin zeki, hareketli, sorumluluk sahibi bir çocuktu. Onunla özel olarak konuştum. Nevin’den Mehmet için derste ders ile dışarıda çevre ile ilgili olmasını sağlamasında yardımcı olmasını rica ettim. Sorumluluk almayı seven bu öğrencim sevinerek kabul etti. Nevin bitmez tükenmez enerjisi ve dikkatli ilgisi ile Mehmet’i bir dakika bile yalnız bırakmıyordu ve bunu çok severek yaptığını fark ediyorduk. “Spor, müzik ve diğer derslerde Mehmet’e özel programlar hazırlamıştık. Milli Eğitim Bakanlığının verdiği listelerde de belirtildiği gibi her eğitimi özeldi Mehmet’in.

Müdür Bey ve Zalihe Hanım özel saatler ayarlayıp haricen bu geniş kapsamlı eğitimde bana büyük destek oluyorlardı. Annesi, babası, kardeşi de bu mücadelenin indeydi. Mehmet’in ne gözünün dalmasına izin veriyorduk ne de duymamasına.. Sürekli dikkatini açık tutmasını sağlıyorduk. Mehmet’in rahatsızlığı hafif derecede olduğu için bu yapılan programa hızlı cevap vermeye her geçen gün bizleri şaşırtmaya başlamıştı. Dersleri dikkatle dinliyor cevap vermek için arkadaşlarıyla yarış ediyordu. Nevin gün boyunca sıkılmadan usanmadan sürekli yanında idi. Her hafta şehre gidiyor özel eğitim desteğini alıyordu. Bazen bu yolculukta Mehmet’e arabaları olduğu için Nevin ve annesi eşlik ediyordu.

İlköğretimi tamamlamıştık. Mehmet teşekkür belgesi almaya hak kazanmıştı. Nevin ise okul birincisi olmuştu. Artık lise eğitimleri için şehir merkezine gideceklerdi. Mehmet ve diğer çocukların bana kattığı değerleri, onların sayesinde öğrendiklerimi paylaşmayı, dayanışmayı nasıl pekiştirdiğimizi sayfalarca yazabilirdim.Meslek hayatıma merhaba dediğim bu çocukları mezun etmeden ayrılmamıştım Muş’dan. Liderdim, başarılıydım, seviyor ve seviliyordum, anılarım vardı..

İzmir’i çok seviyordum ve tayinimin İzmir’e çıkması beni sevindirmişti. Nevin de Mehmet ile aynı liseye gidecekti. Onu bırakmayacağını, merak etmememi söyledi her zamanki enerjisiyle. Mehmet daha duygusaldı. Belki konuşsa ağlayacaktı.. Vedalaşmak zor. “Beni bulun çocuklar, lütfen ziyaretime gelin.” Hep birlikte “Söz öğretmenim söz.” dediler. Ebe Emine abla, Müdür Bey, Zalihe Hanım, Mehmet ve diğer öğrencilerimin velileri hazırladıkları hediyeleri bana sunarak şölen havasında Muş’dan beni uğurladılar.İlk görevimi yerine getirmek için geldiğim bu şehirden çok şey öğrenmiş olarak dönüyordum. Annemin de dediği gibi “ Tertemiz bakışlarla şımartılmaya fırsat bulamamış çocukların olacak.” Evet anne tertemiz çocuklarım oldu şımartılmamış..

İzmir, yatlar ve gemilerle çevrilmiş uzun ve dar bir körfezin başında yer almış, canlı bir şehir olması hep ilgimi çekmişti. Annem İzmir Konak’da yeni evimizi tutmuş eşyaları bile yerleştirmiş beni bekliyordu. Konak’da Ali Erentürk İlköğretim Okulu’nda göreve başlamıştım. Çok kalabalık bir sınıftı. Değişmeyen, çocukların temiz bakan gözleri ve ışıltılarıydı. Yeni öğrencilerimle de başarı çizgisinde, belirlediğim hedeflerle başarı yolunda sevgi, bilgi ve paylaşımı da öğrenerek ilerliyorduk.

Nevin ve Mehmet başarılı bir lise hayatından sonra ikisi de Muş Alparslan Üniversitesini bitirmişlerdi. Mehmet müzik öğretmeni olmuştu. İlköğretim yıllarında söylediği şarkı kulaklarımda yeniden can buluyordu şimdi. Nevin ise Türkçe öğretmeni olmuştu.

Başarılarına aşk da eklenmişti artık. Düğünlerine davet ettiler ama gidemedim. Ben de iyi anlaştığım, aynı ışığı gördüğüm zeki, hoş bir erkekle evlenmiştim. Oğlum Toprak hepimizden bir parça almıştı. O güzel bir çocuktu.

Toprak çizgi film izliyordu ve televizyonun sesi çok açıktı. Telefonun sesini zor duydum. Arayan Mehmet’di. “Öğretmenim biz İzmir’deyiz müsaitseniz yarın gelmek istiyoruz.” dedi. Çok heyecanlanmıştım. Kaldığınız oteli söyleyin sizi oradan alalım dediysem de gece rahatsızlık vermek istemediklerini belirttiler. Sabah erkenden kaldıkları otelden kendilerini almaya gittik. Resepsiyonda beklerken birden elinde papatyaları ile Mehmet’i gördüm. Yıllar öncesindeki gibi pırıl pırıl tertemiz papatyalar.. Bu defa gözyaşlarımıza hakim olamadık. Nevin de değişmemişti. Aynı enerjiyle kucaklaştık. Mehmet’e tıpatıp benzeyen bir çocuk bana bakıyordu. “Sırada ben varım” der gibi..Nevin “Oğlumuz Tuğberk öğretmenim.” dedi. Duygusallığımız daha da yoğunlaşmıştı. Gözler birbirimizin üzerinde geziniyordu. Ne kadar çok soru vardı sorulacak.. Sustuk.. Tuğberk çok tatlı bir çocuktu. Sürekli öpmek istiyordum. Yanakları tombul, mis gibi kokuyordu.

Nevin ve Mehmet tüm sınıf arkadaşlarıyla görüşüyorlardı. Öğrencilerimin çoğu okuluna devam etmiş başarılı olmuşlardı. Bu beni ayrıca mutlu etti. Tuğberk cin gibiydi. Acaba bir problem var mı diye içim içimi yiyordu. Nevin kulağıma eğilip “ Merak etmeyin Tuğberk tüm kontrollerden geçti. Her şey normal. Aksi olsaydı bile bu defa daha güçlü bir kadro ile yanında olacaktık.”dedi. Toprak ağabeylik yaparak Tuğberk’e kahvaltısında yardım ediyor, bizimkiler de koyu sohbete dalmışlar İzmir’in güzelliklerinden konuşuyorlardı. Nevin bana döndü ve “Sizin gibi olacağım. Öğrencilerimin her türlü eğitim ve öğretiminde yanında olacağım. Her şey için size minnettarım öğretmenim.” dedi.,

Birine “ Başaramazsın!” denilmediği sürece başarılı olacağını, nereden başlanırsa başlansın geç kalınmadığını, yanlış giden bir şey varsa “Dur!” diyebilmeyi, hepimizin kişi değil “birey” olduğumuzu, “ben” diyebilmeyi, diyemeyene dedirtmeyi öğrendim.

Uğraş ve mücadele sonunda kazanılmayacak savaş olmadığını, hepimizin diğerinden alması gereken dersler olduğunu, kimseyi ötelemeden içimize dahil edebileceğimizi öğrendim.

Engel beyinde..!!

Çünkü bilemeyiz ki engelin hedefi şu an kime..??


Melek Kırıcı

www.kafiye.net