iLK AŞK (1)

Gözümün gördüğü gönlümün sevdiği ilk adamdı o, çocukluğumun genç kızlığa attığı ilk adım. Farklı heyecanın bende oluşmasıydı. Güneşin batışını bekleyen akşam saati, geceyi bölen güzel sesti o. Vahap’dı adı. Mahallenin yakışıklısı. Işıltılar arasından herkese gülücük atar, muzur bir ifadeyle süzerdi etrafı. Birini bana savursa.. Günün anlam kazanması. Mavi formamı görüp beni çocuk sansın istemezdim. Bu yüzden okula geç kalmak pahasına da olsa onu bir kere görebilmek için bahçemizin, evlerine bakan muşmula ağacının altında beklerdim. Nefes alışım kesik kesikti. Kuşun en güzel şarkısını seslendirirken avcıya yakalanması gibi.

Sesini duydum, iki katlı müstakil evlerinin merdivenlerinden bir tek o, bu kadar gürültüyle inerdi ve annesi Emine teyzeyi aynı cümlelerle arkasından bağırttırırdı;

“ Vahap hırkanı al. Kahvaltını yine bitirmemişsin! Akşam oyalanma erken gel!..”

İlk önce bana bakardı muşmula ağacının altında. Onu uğurlayan köpeği gibiydim. Yanımdan hızla geçerken başıma dokunur;

“Ne haber kız? Okulu astın mı? Ne bekliyorsun burada?” der hızla uzaklaşırdı.. Onu görmek, elinin değdiği yeri hissetmemek, nefesi tutmak, gidişini yolun sonuna kadar izlemek.. Aman Allah’ım saat kaç olmuş! Yarım saat önce derste olmalıydım.  Ah şu okul yolu; Her gün topuklarımın beni dövdüğü, nefesimin kesildiği, çığlıklarımın yarışı bu yol! Öncesi sonrası olmayan temiz baharın yolu.. Önümde kitaplarım, defterim, aklımda aşkın beni yakalayışı.. Çalan zillerden akşamın yaklaştığını hesaplar olmuştum. Akşam kızılı aşkımın telaşı Anlamazdı.. Kahramanıydı.. Bir ilkin tarihe yazıldığı, gözlerimi,başkasına mil çektiğimi, muşmula ağacının altında oynadığım akşam ebesini. Karar vermiştim, yanına gidip onu ne kadar çok sevdiğimi ve herkesten çok seveceğimi söyleyecektim.

 Söylemeliydim.. Formamı kadife desenli divanın üstüne fırlatıp attım. Kot eteğini ve beyaz tişörtümü giydim. Bu kıyafet bana bayan olduğumu düşündürüyordu. Hatlarımı belli ediyordu ve bunu seviyordum. Saçlarımı yıkamaya vakit olmadığı için,annemin taze güllerden hazırladığı gül suyunu saçlarıma sürdüm, lülelerim daha canlı duruyordu. Halamın kızının İstanbul’dan getirdiği ruju sürmeye kıyamamıştım.

Şimdi tam zamanıydı, her şey tamamdı. Sadık yerim olan muşmula ağacına doğru.. İçime kuşların cıvıltılarını, suların pırıltılarını alıp saçıma bahar alıp ilerledim. Bendeki kararlılık, mahalledeki yaşlıların bilir bakışıydı, meltem sandığım rüzgarın uğultusuydu. Onu gördüm. Vahap geliyordu. Ben ağacın dibindeydim.Vahap gözleri ışıl ışıl, gülümsemesi denizde pırıltı.. O ki ayaklarımı yerden kesti. Bu yaklaşıma durulmaz, şaşılmaz, ölünürdü ancak… Öldüm… Kokusunu içime çektim, gözlerine baktım. Yapacaktım, bu defa başaracaktım.

“ Sana bir şey söyleyeceğim.” dedim. Hayır önce ben söyleyeceğim dedi. Her zamanki gibi başıma dokundu ve bağırdı; “Evleniyorummm! Nevini verdiler kızım bana. Düğünümde en güzel sen olacaksın. Mahallemin en güzel kızı, şimdiden başla elbiseni diktirmeye.. Ben ödeyeceğim.”

Daha önce Karadeniz’de öyle güçlü esmemişti rüzgar. Dalgalar içerlere ulaşıp ıslatmış mıydı ısıtan çamaşırları? Dumanı boğmuyordu, kızılı dans ettirmiyordu bu yangının. Kar erise toprak çıkar mı? Yağmurla acılar akar mı? Güneş kavurup gölü kurutur mu? Yürek unutup dünya döner mi? Acı, dilde tutulma acı, gözde donma acı, ilk yanılma ,ilk aşktı.Yaşanmamışlıkları orta da bakakalan.. Vahap, sen bana güzel sevmeyi öğrettin.Senden sonrada öncesi gibi sevmeyi çok sevdim. Sevmekten ümidimi kesmedim,beklemedim sevdiklerimden sevilmeyi..Karşılık beklemeden sevmeyi öğrendim ve yetinmeyi bize sunulan. Şimdi akşamın kızıl yüzüne yaslandım, saçlarımın lülesinde adanın suları ayak uçlarımda, binlerce metre derinlik. Uzanır ellerim gökyüzünden yukarı..

Melek Kırıcı
www.kafiye.net