Hatice Eğilmez Kaya: Şiirle Bağım hiç Kopmadı

Röportaj: Mustafa Oğuz (Sanatalemi.net)

Hatice Eğilmez Kaya, Roza Yayınları’ndan çıkan kitapları ile yazın dünyasına hızlı bir giriş yaptı. Şiir (İnceciktir Kırılmak), deneme (Pervanenin Duası) ve hikâye (Gölgeye Sığınanlar) türünde üç kitap yayımlayan şair, yakında yeni bir kitabı ile okurlarının karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Okurlarımız için Hatice Eğilmez Kaya ile kitapları, yazarlık süreci merkezli bir söyleşi gerçekleştirdik.

İlk kitabınızı 40 yaşından sonra çıkardınız. Bu yaşta kitaba kavuşmak nasıl bir duygu? Neden bu gecikme?

Zaman ve insan, yaş ve insan konularında epeyce kafa yormuşluğum var. Belki de bu kafa yoruş her insanın az ya da çok gerçekleştirdiği elzem ve alışılmış bir eylemdir. Varoluşunun farkındalığına eren bizler, ister istemez zamanın gelip geçiciliğinin üzerinde dururuz. Kimini rint kimini derviş, kimini âşık kimini zahid, kimini uyanmış kimini şaşkın yapan -bazen de canımızı çokça yakan- his, fanilik hissidir. Roza Yayınevi editörlerinden ilahilerimden oluşan bir kitabım daha geçti. Bu kitabın adı: Sonsuzda Kanmak. Nedense bu ismi fazlaca severim. Fanilik hissinin gereksizliğine inat…

“Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi / Bana yine şöyle geldi bir göz yumup açmış gibi” diyen Yunus’a benzer halim bu sorduğunuz soru karşısında.  Özetle yaşımın kırkı bulduğunu neredeyse hiç fark etmedim. Her fark edişte üzülüyor olabilirim,  bu nedenle olsa gerek fark etmeyişim de. Kim bilir.

Nasibe, kadere, kazaya çoktan tevekkül etmiş biri olarak “Demek ki bu yaşta nasipmiş bendenize kitap sahibi olmak” deyip susayım bari bu meselede.

Üniversite yıllarında şiir yazdığınızı biliyorum. O yıllarda yazan kişi çoktur ama hayatın dağdağası arasında çoğu kişi yazıdan / şiirden kopar. Siz yazı ile bağınızı canlı tutmayı nasıl başardınız?

Buca Eğitim yıllarımı anımsamak bana hep iyi gelmiştir. 17 yaşın toyluğunda başlayan,  “iyi ki yaşadım” dedirten günler geçirdim yemyeşil çam ağaçlarıyla, çeşit çeşit çiçeklerle kaplı o mekânda. Ne kadar safiyane dolaşırdık -Edebiyat Bölümünün öğrencileri olarak- etrafta. Her ne kadar 12 Eylül darbesinin vurduğu, apolitize edilmiş kuşak olarak anılsak da biz çok güzeldik. 

Bu vesileyle bütün hocalarımızı da hayırla anmak gerekir…

Şairlerin içe kapanık değil aksine, dışa dönük oldukları düşünülebilir. Eğer benliklerini eğitmez ve törpülemezlerse kibre en yakın zümredir de denilebilir aynı zamanda şairler için.

Kendimi şair zannedişimde üniversite yıllarımın önemli etkisi var. Süslenip püslenmekten başka fazlaca meramı olmayan genç kızların içinde şiir yazan bir alternatif şahsiyet olmak benlik duyguma pek iyi gelirdi doğrusu. Ne güzel bir ifade kullanmışsınız “hayatın dağdağası” diyerek. Hayatın dağdağası da henüz limanlarımıza uğramadığından ehli keyif bir yeni yetme olarak şiir yazıp, yazdığım şiirleri ona buna okutmaktan hoşlanırdım. Dediğiniz gibi geçici bir heves olabilir şiir yazma alışkanlığı. Fakat benim için böyle olmadı. Şiirle bağım zaman zaman aşikâr bazen de derinlerde hiç kopmadı. Kalp sağ kaldığı müddetçe yeşermesi ve şiir açması normaldir elbette.  

Yazarların yayıncılarla yaşadığı sancılı bir süreç vardır. Siz Roza Yayınlarından kısa sürede üç kitap çıkardınız. Bu süreçte yaşadıklarınızdan söz eder misiniz?

Her ne kadar sosyal bir insan gibi gözüksem de neredeyse sıra dışılığa yakın oranda toplumdan uzak bir karakter sergilerim. Çoğu kez yaşamıyor da seyrediyormuşum kadar serinimdir hayat karşısında. İnsanlarla olan iletişimim üç aşağı beş yukarı bu çizgidedir.

Roza Yayınevi’ndekilerle tanışmam ve onlarla kitap çıkarma öykümde de serinliğimi hissetmişimdir hep. Bakın serinlik diyorum soğukluk ya da mesafe değil. Samimiyete ve karşılıklı iyi niyete dayanan bu süreçte onlara hep güvendim. Onların da bana güvenmelerini ve beni onlardan biri olarak görmelerini önemsedim. Her nefsin “ben ben” demekle uğraştığı bir dünyada “biz” diyebilmektir asıl yeteneğimiz.  Samimiyet evrensel bir dildir. Kişiler birbirlerini görmeseler de samimiyet, sihirli bir lisan ile yayılır.

İnceeleyen dergisine gönderdiğim kitap değerlendirmeleri sayesinde tanıştım Roza ile. Bu derginin yazarlarından biri olmak beni daima onurlandırır. Edebiyata, insana, ülkemizin rengârenk kültür mozaiğine oldukça hoş bir nazarla bakıyorlar. Anadolu mayası ile yoğrulmuş hoşgörülü bir bakış açıları var. Hiçbir zümreyi ya da anlayışı ötekileştirmeden değerlendiriyorlar şair ve yazarları. Bu da kaostan ve kavgadan hiç mi hiç hoşlanmayan biri olarak beni onların içinde olmaktan yüksünmez kıldı. İnceeleyen dergisi Roza Yayınlarının bir kuruluşu olduğu için ötesi müthiş bir hızla ve sağlamlıkla gelişti. İnceeleyen’de ve Roza Yayınevi’nde tanıştığım sanatçı dostların her birine tek tek selam olsun.

Edebiyat dünyası dergilerde soluk alıp verir. Siz dergilerde de yakın zamanda görünmeye başladınız. Dergilerden uzak duruşunuzun özel bir nedeni var mıydı? Bu süreçten söz eder misiniz?

Dergilerden uzak kalmamın özel bir nedeni değil Türkiye’de kadın olmaktan kaynaklanan genel birçok nedeni var. Evlilik, bir evlat sahibi olmak, aynı zamanda öğretmenlik, ev işleri -çoğu kez geçiştirsem de- derken çok küçük bir alanda yaşadım yıllarca. Yaşadığım alan maddede ne kadar darsa manada o kadar genişti. Okumaya ve ufak ufak yazmaya hep devam ettim.

Uyur idik uyardılar, misali bir gün tasavvufi şiirler yazmaya başladım. Bu başlayış hakikaten birdenbire ve görünürde sebepsiz oldu. Görünürde sebepsiz, zira tasavvufi alt yapım Anadolulu bir Müslüman olmaktan ve edebiyat eğitimi almaktan ötürü hep vardı. Bilirsiniz ağaçlar bile kökleriyle daimdir. Tasavvuf da çoğumuzun köklerinde var olan bir damar.

Edebiyat dergileri ile ilk tanışmam Yağmur’la oldu. Orada “Yolculuk Telaşı” isimli bir şiirim yayımlandı. Temmuz 2006. Daha sonra Sızıntı, Temrin, Berceste, Somuncu Baba, Türk Edebiyatı, Poyraz, Bizim Külliye, Acemi, Ihlamur… edebiyat dergileri saygıya layık birer çatıdır. Biz şair ve yazarlar bu çatıların altında demleniriz. Adını andığım ve anmadığım bütün dergilere ve bunların gönüllü neferlerine de tek tek selam göndermek daimi vazifemdir.

Şiir, deneme ve öykü türünde üç farklı kitap yayımladınız. Sizin başat türünüz hangisidir? Bundan sonraki dönemlerde sizden hangi türde kitaplar okuyacağız?

Başat değilse de gönül verdiğim tür şiirdir. Roza’dan Sonsuzda Kanmak isimli bir ilahi kitabım yayımlanacak pek yakında. Ayrıca modern şiirlere de devam…

Bir eğitimci olarak öğrencilerle iç içesiniz. Öğrencilerin edebiyata ve yazara bakışını nasıl görüyorsunuz? Öğrencileriniz şair / yazar bir öğretmenleri olduklarının farkındalar mı? Öğrencileriniz kitaplarınıza ilgi gösterdiler mi?

Sınıflarda bu konuda çokça konuşmasam da öğrencilerim sanatçı kimliğimin farkındalar. Okulumuzdaki şair ve yazar adayları ile zaman zaman toplanıp edebiyat üzerine söyleşiler gerçekleştiriyoruz. Adı da kendi de güzel bir okulda görev yapıyorum: Yunus Emre Anadolu Lisesi. Yetenekli, aklı eren, zeki öğrenciler var etrafımda. Bundan ötürü ne kadar şükrettiğimi anlatamam. Bu hissi sık sık öğrencilerimle de paylaşırım. Onlardan ayrılmamak muradı ile…

Yayımlanan kitaplarınız okur ve yazın dünyasında bir karşılık bulabildi mi? Olumlu ve olumsuz eleştiriler aldınız mı?

Olumsuz eleştiri almadım henüz. Olumlu eleştiriler geliyor. Padişah olmasam da arkamdan konuşulanlar oluyordur mutlaka. İyi bilinmek ve beğenilmek en insancıl ihtiyacımız. Marifet iltifata tabidir, derler ki doğrudur.

Herkesin gününü gün etmeye ve kısa sürede cep doldurmaya çalıştığı bir süreçte sizi yazmak gibi dikenli bir yolda yürümeye iten nedir?

Ekonomik çıkarlar, para ve maddiyat dünyevi yalanların en büyüklerinden. Bu yalanları kendimiz uydurup sonra da onlara yine kendimiz inanıyoruz. Faniliğinden şüphem olmayan unsurlara meyletmeyi çoktan terk ettim. Bununla birlikte kendim için, sevdiklerim için ve cümle insanlar için temennim merde ya da namerde muhtaç olmamamız, sadece ve sadece yegâne sahibimize muhtaç olmamızdır.

Hayatımı idame ettirecek kadar parayı Milli Eğitim’den kazanıyorum. Bu paranın hakkını verememekten endişe ederim… Edebiyattan para kazandığımı düşünüyorum üstelik. Edebiyat öğrettiğim için maaş almak çok anlamlı geliyor bana.

İşin içine girdiğimde -Ferfir Yayınlarının editörüyüm, Roza Yayınlarıyla da kitap çalışmalarım oldu- yayıncılık işinden para kazanmanın ne kadar meşakkatli bir iş olduğunu anladım. Hangi cephede olursanız olun edebiyat gönül işi.

Ballar balını buldum kovanım yağma olsun, dedirtti bana bu dikenli yolda yürümek.

Hatice Eğilmez Kaya, bu üç kitabıyla insanlara neler söylemek istiyor?

Lisedeyken Çalıkuşu romanını okuduğumda bir dörtlük dikkatimi çekmişti. Okuduğum ve çok sevdiğim bu dizelerin, şair Leyla Hanım’a ait olduğunu daha sonra öğrendim. Bütün hatıra defterlerine yazardım Leyla Hanım’ın dörtlüğünü:

“Pür ateşim açtırma ağızımı zinhar
Zâlim beni söyletme derûnumda neler var
Bilmez miyim ettiklerini eyleme inkâr
Zâlim beni söyletme derûnumda neler var.”

Pervanenin Duası, İnceciktir Kırılmak ve Gölgeye Sığınanlar “söyletme” desem de söylediklerimdir. Bilirsiniz şairler ve bülbüller susamazlar…

Yayın Tarihi: 7 Haziran 2013
Kaynak: http://www.sanatalemi.net/makale.asp?ID=4819
www.kafiye.net