Tescilli Bir Tespit

Tescilli bir tespitte bulunacağım; bazı yaralar ne kadar derin olurlarsa olsunlar, kabuk bağladıktan sonra yeniden kanattığınızda o ilk “yaralanırkenki” acıyı hissetmiyorsunuz. Bizzat tecrübemle sabit. Şimdi yılların getirisiyle deli gibi bağlandığım bir adam ilk gittiğinde sahiden tam manası ile öleceğimi sandım. “Aşktan ölünmüyor” diyenlere en gerçek ispat olacaktım. Manen değil zahiren tükeniyordu gücüm. Eksiliyordum. Dışarıdan bakınca görülmeyen ama gelmiş geçmiş tüm bilimle ve tıpla uğraşan adamların “vücuduma kan pompaladığını” söylediği, halbuki “kan kaybeden” bir yaram vardı yumruğum büyüklüğünde. İç kanamamın “kan dolaşımı” adıyla anılması umurumda değildi çünkü ölen bir insan pek çok şeyi umursayamıyor. “Şu kadar ömrünüz kaldı vıdı vıdı bıdı bıdı” gibi cümleler kuran doktorun biçtiği süreden sonrasını dinlemeye dahi tenezzül etmeyen bir hasta kadar umursamaz oluyorsunuz öyle durumlarda.


Yarama yara bandı ettiğim üç adam oldu. İkisi uzaktı, epey uzak. Hiç dokunmaya cesaret edemedim. Çünkü sevdiğim adam gideli öyle pek bir zaman olmamıştı. Kokusunun hala üzerimde olduğuna emindim çünkü beni teskin eden ve yatıştıran tek şey buydu; saçlarımdaki parmak izleri ve boynumdaki kokusu… Biri yakındı, epey yakın. Her gün yüzünü gördüğüm, beni eve bırakan, gözlerime baktığında göz bebekleri titreyen, bana bir şey olacak hatta kılıma zarar gelecek diye ödü patlayan, bebek gibi bakan bir adam. En çok onu yara bandı ettiğime üzüldüm, kendime kızdım, kendime ben çok kızdım ömrüm boyunca ama bu durumda sahiden “hiç bu kadar kızmamıştım” oldum. Kendime çok kızgınım. Şu an arasam o “son yara bandım” beni affedecek belki, ağlasam, özür dilesem… Ama ben kendimi asla affetmeyeceğim ona bunu yaptığım için. Ve keşke yıllar evvel, ilk elini tuttuğum adam o olsaymış diyorum. Ama sevdiğim bir arkadaşımın da dediği gibi “birazdan güneş doğar, yeni bir gün başlar. ama kimse önemsemez ki; güneş doğarken başka bir yerde batar. aynı anda iki kişi mutlu olamaz bu dünyada.” Kesinlikle öyle.


Her neyse tespitim aslında konumun merkezi, o yüzden merkezden sapmadan devam edeyim. Ölür gibi olduğum anda, mutlu olmayı aşıladı o adam. Sonra sarıldığımızda anladım ki “sevdiğim adama” ihanet ediyordum. Ya da bu sadece bir histen ibaretti. Bazen hisler ne kadar gerçekçi olabiliyorlar, Tanrım! Bir buçuk yıldır hayatımda olmayan bir adamı aldatıyor gibi hissetmek ne aptalcaydı, başkalarına göre. Ama ben sevdiğim adamın kokusundan başka bir kokunun üstüme sinmesine göz yumamadım. Duramadım da o adamın yanında. Üzdüm onu. Ayıp ettim. Çok ayıp. Ama hepimiz birilerine ayıp ediyoruz bazen. Ama hepimiz, öyle çok iyi insanlar olamıyoruz işte. Her neyse. Sevdiğim adam hikayenin bu kısmında “kürkçü dükkanı” olan bendenize geri dönüş yaptı elbette. Yine açtım kollarımı, yine sardım evlat gibi, yine inanmak istedim, yine kokusunu göğsüme madalyon bildim, yine parmaklarını doladı saçlarıma ki tam da “kırıklarını aldırmak” istediğim zamanda, yine geldi tam penceremin altına, yine gülümsedi bana. Ve huy edindiği üzre bir süre sonra susarak gitti yine. Sebepsiz. Çünkü gelene kapıyı ilk çalışında açarsanız, kapıda beklemenin nasıl keskin bir heyecan olduğunu tatmazsa, onu içeri aldığınız hızla sizden uzaklaşacaktır. O gitti, ben yine bakakaldım. Ama dediğim gibi, tespitime dönecek olursak, kabuk bağlamış yarayı ne kadar kanatırsanız kanatın, o ilk yaralanış gibi sızlatmıyor. Aynı derecede kan kaybetmiyor kalbiniz, yaranız ya da adına her ne derseniz… Bir on dakika gözyaşı döküyorsunuz. “Ulan” diyorsunuz “Amacı neydi şimdi bunun? Ne biçim bir şaka bu? Ne diye kapıyı açtım ben bu aklı yetime? Allah belasını verseydi de keşke beni kendime düşman etmeseydi böyle” diyorsunuz. Sonra ona açtığınız o “hayali” kapıyı öyle bir kapatıyorsunuz ki, bu kez o kapıya “yara bandı” niyetine bi adam yaslamıyorsunuz açılmasın diye kapı. Bu kez kendi gücünüzle, yani sahiden, var gücünüzle kapatıyorsunuz kapıyı. Ara sıra sızlayan yaranıza dönüp “Bu kez başardık, iz kalır mı bilmiyorum ama iyileşeceksin kuşkusuz” diyorsunuz. O yine tempolu bir şekilde sızlıyor, her nefeste. Nefesinizi tutsanız da bir şeye yaramıyor. Ama iyileşeceğine inanıyor olmak dahi iyi geliyor. Bundan böyle hayatıma giren adamın “yarabandı” değil gerçekten “aşık olduğum” için hayatıma girmiş olacağını bilmek de iyi geliyor.


İlk gidişinde ona dair her şeyi; nerede takıldığını, ne yediğini, saat kaçta uyuyup uyandığını, hangi koşullarda çalıştığını, kimlerle arkadaşlık ettiğini, yattığı kadınları, kurduğu hayalleri, gittiği şehirleri, ağladığı omuzları, içtiği şarabı, izlediği maçı, gömleğini kimin ütülediğini bile merak eden ben, artık ona dair yalnızca tek bir şeyi merak ediyorum; acaba ben gelin arabasıyla mahallemize girdiğimde kimin arkasına saklanıp ağlayacak? Malum sahneye alışık mahallemiz ne de olsa. Umarım, duvağımı kaldıran adamı gördüğünde yırtılmaz sol göğsündeki yara.

-Mavi Tuğba Karademir
www.kafiye.net