YAPAMAZDI
Yıllar ne kadarda çabuk geçmişti.
Emekli öğretmen Ahmet Bey, salonda oturmuş,
bir taraftan çayını içiyor, diğer taraftan
da öğretmenlik yaptığı dönemdeki notlarına
göz atıyordu. Bir ara üzerine önemli diye
not aldığı mektubu tekrar okumaya başladı.
Hala aynı heyecanla okuyor gibiydi.
Üzerinden 6 yıl geçmişti. Ona göre iyi ki
öğretmenliğinin son yıllarına denk gelmiş
bir olaydı bu.
Bundan altı yıl önce, ocak ayının
başlarıydı. Edebiyat dersi işlenirken iki
öğrenci onun dikkatini çekmişti. Hala dün
gibi hatırlıyordu. Baştan onları sözlü
olarak uyarmıştı. Tekrar dersini işlemeye
devam ediyordu. Bazı öğrenciler gülüşüyor,
bazıları da bir birlerine öğretmeni
gösteriyorlardı. Bir ara bir öğrencinin bir
kağıdı saklamaya çalıştığını gördü. Bunun
üzerine Ahmet Bey o öğrenciye doğru yöneldi.
Ona : -
Elindekini alabilir miyim?
- Veremem öğretmenim.
- Lütfen elindeki o kağıdı verir
misin arkadaşım?
- Veremem öğretmenim, sonra beni
döversiniz.
- Eğer o kağıdı vermezsen o zamana
daha kötü olur.
- Sen daha beni tanımamışsın
arkadaşım. Sen o kağıdı ver, söz veriyorum
dövmeyeceğim.
- Beni değil ama arkadaşımı
döversin.
Bir den durakladı Ahmet Bey. Neden
onu değil de arkadaşını dövecekti. Kağıdı
almaya kararlıydı artık. Çünkü kağıt iyice
ilginç bir hale gelmişti. Bunun üzerine:
- Sana son defa söylüyorum yavrum.
O kağıdı lütfen bana ver. Ne sana ne de o
meçhul arkadaşına vurmayacağım. Çünkü ben de
merak ettim içindekileri.
Öğrenci öğretmenin elinden
kurtulamayacağını anlamış ve elindeki kağıdı
öğretmen Ahmet Beye vermişti. Sınıfta birden
sessizlik oldu. Sınıftaki öğrencilerden çıt
çıkmaz oldu. İğne yere düşse inanın onun
sesi duyulurdu. Ahmet Bey kağıdı aldı, bir
solukta kağıtta yazılanları okudu. Ahmet
Bey, sinirlendi, kızardı, bir an dondu
kaldı. Nasıl kalmasın ki, kağıtta şunlar
yazılıydı.
“ Selam Bilgeciğim;
Burada aptal aptal otururken sana
mektup yazmak geldi. Çünkü canım çok
sıkılıyor.
Şöyle bir düşündüm de ben seni
gerçekten çok seviyorum. Ve seninle aynı
sırayı paylaşmak gerçekten çok zevkli...
İngilizce sınavına geldiğimde Mustafa’yı
görünce onu sevmediğimi anladım. Gerçekten
de sevmiyorum. Esra’yla aralarında bir şey
varsa buna karışmaya bile hakkım yok.
Doğrusunu söylemek gerekirse umrumda bile
değiller. Neyse aslında bu mektubu seni ne
kadar çok sevdiğimi belirtmek için yazdım.
Ben anlarım. Var; Eray’da seni gerçekten
seviyor. Ben anlarım. Kompozisyon
sınavından aldığım nota çok üzüldüm. Ama
hiçbir şey, hiçbir ayı ( Ahmet ayısı) benim
yazar olmamı engelleyemeyecek. Edebiyat
öğretmeni olma mı da. Sen de polis olursun.
Bu aptal Ahmedonun annesini bir ziyaret
ederiz. Ve bize yaptıklarının acısını
sorarız. Bu gün elimdeki şeylerin
değerini bir kez daha anladım.
Seçkini çok özledim, her şeyden çok. Dün
gece 2’ye kadar ağladım. Sırf bu yüzden. Bu
duyguları yalnızca sana anlatabilirim. Çünkü
yalnızca sen anlayabilirsin. Bazen intihar
etmeyi bile düşünüyorum. Ama hiç kimse için
kendi canına kıymaya değmez, bunu iyi
biliyorum.
İnşallah Eray eniştemle
çıkarsın ve inşallah ileride evlenirsiniz.
Eray iyi birine benziyor ve siz birbirinize
çok yakışıyorsunuz. Bay bay çocuklarınız
olur. Onlara sevgini verirsin. Gerçek
sevgini... İşte böyle, inşallah sonsuza
kadar dost kalırız. Çünkü seninle
kavgalarımızı bile çok seviyorum. Ve hayat
bir oyunsa eğer, bu oyuna seninle devam
etmeye söz veriyorum.
Canım Dostum Benim!
İmza
Eylem "
Mektuptu elindeki. Aynı
sırada oturan iki arkadaşın bir birine
yazdıkları mektuptu. Ama bir yeri önemliydi.
Mektubu katladı. Ceketin cebine koydu
yavaşça. Daha sonra:
- En son ne söylemiştim
arkadaşlar. Kaldığımız yerden derse devam.
Bu arada bir öğrenci merakından,
biraz da sabırsızlığından dayanamamış,
sormuştu.
- Öğretmenim kağıtta ne yazıyor?
- Bir arkadaşın diğerine yazdığı
bir mektup. Arkadaşım mektup özel, o nedenle
açıklayamam.
- Ama öğretmenim. Zaten birkaç
arkadaşım o mektubu okudu. Ben de onu
okuyamayanlardan biriyim. Bize bir
anlatsanız.
- Arkadaşlar, mektup özel olarak
kişiye yazılmış. Nasrettin Hocanın yaptığını
yapacağım size. Mektubu okuyanlar
okumayanlara aynen anlatsın.
Daha sonra öğret Ahmet Bey,
edebiyat dersine kaldığı yerden devam
etmişti. Öğrencilerin bir kısmı kendi
aralarında fısıldaşmaya başlamış, mektubu
yazan ve okuyan mektup sahibi ise bembeyaz
olmuşlardı. Mum gibi oldukları yerde
oturuyorlar, nefesi bile zor alıyorlar.
Ders zili çaldığında sınıftan
çıkan Ahmet Bey, ilk iş olarak elindeki
mektubun üç adet fotokopisini aldı. İlk iş
olarak okulun rehber öğretmeninin yanına
gitti. Çünkü Ahmet Bey, bu tür olayları
araştırmayı ve çözüme kavuşturmayı çok
severdi. Hatta ona bu yüzden “Hafiye”
lakabını da takmışlardı öğrenciler. Doğruca
okulun Rehberlik odasına gitti.
- Sibel Hanım, müsait misin?
- Buyur öğretmenim.
- Seninle önemli gördüğüm bir
konuyu görüşmek istiyorum.
- Tabi öğretmenim. Yine sınıf
öğretmeni olduğun sınıf ile mi ilgili.
- Evet, yine sınıf öğretmeni olduğum sınıf, öğretmenim. Ama
biraz değişik. Şu mektubu okur musun?
Sibel öğretmen mektubu eline alır, bir solukta o da mektubu
okur. Biraz şaşkın:
- Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun
öğretmenim?
- Ne yapabilirim ki... Bu
mektubu okuyunca iki durum ortaya çıkıyor.
Bunlardan birincisi bana kızan bir öğrencim
ileride benden intikam almak için neler
yapacağını ve kimden yardım isteyeceğini,
bunu nasıl yapacağını anlatıyor. Ancak bu
öğrenci Lise birinci sınıf öğrencisi ve aşık
biri. İkincisi ise aşık olan bu öğrencimin
aklında intihar düşüncesi var ki, bana göre
bu çok önemli. En çok üzerinde durulması
gereken konu bu olsa gerek.
Sibel Öğretmen;
- Haklısın öğretmenim. Bu
intihar düşüncesi çok önemli. Onu öğrenciyi
çağırarak mutlaka konuşacağım. Sana yönelik
yazdığı intikam düşüncesi ise bana göre
önemli olarak ele alına bilir de, alınmaya
bilirde. Eğer şikayetçi olursanız, gerçekten
ceza alır. En hafifletici ceza bile verilse,
böyle bir eylemi düşünen lise birinci sınıf
öğrencisi. Daha çocuk durumdaki bir
öğrencinin geleceğini de kararta biliriz.
Bunu başka bir yolla çözmeye çalışsak. Hani
bir şaka kabul etsek. Öğrenciler arasında
hep konuşulmaz mı bunlar?
Ahmet Bey:
- Sana bir şey söyleyeyim mi?
Sibel öğretmen:
- Buyur öğretmenim.
Ahmet Bey;
- Aslına bakarsan biz de
öğrenciliğimiz de kızdığımız öğretmenlere
yönelik çok küfrettik. Onlar için ileri geri
konuştuk. Hatta Lise yıllarımda bir
öğretmenle olan tartışmamız yüzünden,
tartıştığımız öğretmenimiz savcılığa dilekçe
vermiş ve bizi şikayet etmişti. Akla karayı
seçtik o iş düzelene kadar. Böyle yazılı
belge bile yokken. Aslında insan bu kadar
aptal olmaz. Ders işlenirken, ders öğretmeni
ile ilgili yazı yazacaksın. Bu resmen
aptallık. Ben bu konuda okul müdürlüğüne
bir dilekçe vereyim. Siz aileyi okula
çağırın. Aile ile bir görüşün ve
aileyi intihar düşüncesi ile bu bana yönelik
konuyu anlatın. Ben de dilekçeyi müdürün
elinde biraz beklettikten sonra ya geri
çekerim ya da işleme girer. Ama biraz
korkması gerekiyor. Üstelik bu öğrencim
sınıfın da iyilerinden. Ama adalet
gerekiyorsa karşılığını da görmeli.
Sibel Öğretmen;
- Haklısın öğretmenim. Bu bir
suç. Aslına bakarsan belgeye dayalı, tehdit
unsuru taşıyan bir suç. Kabul ediyorum.
Ancak; bunu onların cahilliğine verelim. Bu
çocuğu kazanalım. Kaybetmek çok kolay ama
kazanmak çok zor. Bakın siz bile bir yanlış
yaşamışsınız ve çektiğiniz sıkıntıyı
anlattınız. Hem sizin olayda yazılı belge
bile yokken yaşamışsınız. Hala o
öğretmeninizi affetmezsiniz sanırım.
Ahmet Bey;
- Evet öğretmenim. Hala onu
affetmiyorum. Keşke böyle benim gibi o da
incelemiş ve araştırmış olsaydı keşke.
İnanın o olayda benim hiç suçum da yoktu.
Ama kabak benim başıma patladı. Dediğim gibi
siz öğrenciyi çağırın. Biraz korkutun.
Ailesi ile de görüşün. Bu arada ben de biraz
düşüneyim. Olmaz mı?
Sibel öğretmen;
- Tabiî ki öğretmenim. Bu
gerçekten disiplin yönüyle baktığımızda bir
suç. Ama bizim ilk hedefimiz ceza olmasın.
Öğrenciyi kazanmanın yollarını arayalım.
Sizin de bu öğrencimizi affedeceğinize
inanıyorum. Çünkü siz yufka yürekli, daima
olumlu olarak olayları çözmeye çalışan,
gerçekten de öğrencisinin iyiliğini düşünen
bir öğretmensiniz. Bunu da biliyorum. Ben
gereken görüşmeleri yaparım. Müdür ile de bu
konuyu görüşürüm. Ama sen yine de istersen
dilekçeni ver.
Ahmet bey;
- Tamam öğretmenim. Sen bana
şuradan bir kağıt verir misin? Dilekçemi
burada yazayım ve müdüre de teslim edeyim.
Sana iyi günler öğretmenim.
Sibel öğretmen;
- İyi günler öğretmenim, Allah
kolaylık versin.
Evet aradan tam altı yıl
geçmişti. Ahmet Bey, o gün okul müdürlüğüne
şikayet dilekçesine öğrencinin yazmış olduğu
mektubu da eklemiş, araştırılmasını, öğrenci
hakkında gerekli olan işlemin de yapılmasını
istemişti.
Ahmet Bey, daha sonra okul
müdürünün odasında öğrencinin anne ve
babasıyla konuşmuş, kızları ile ilgili
bilgiyi vermiş, bu yanlışı onlara anlatmaya
dilinin döndüğü kadarıyla yapmıştı.
Şikayetini geri çekeceğini de söylemiş,
öğrencinin ailesi öğretmenden özür dilemiş,
böylece olay tatlıya bağlanmıştı. Öğretmen
Ahmet Bey, öğrenci ailesinin okuldan
ayrılmasından sonra okul müdürlüğüne vermiş
olduğu dilekçeyi geri almıştı.
Bilhassa rehber öğretmen Sibel
Hanım ile görüşmesi onun için iyi olmuştu. O
zaten bu tür olaylarda okul müdürlüğüne
hemen bir dilekçe verilmesi taraftarı da
değildi. Ahmet Bey’e göre ilk önce olaylar
okulun rehber öğretmeni ile karşılıklı
olarak görüşüp, ilk önce rehberlik
servisinde olaylara çözüm bulunmasını
isterdi. Sibel öğretmen de aynı düşünüyordu.
Birlikte karar vermişler, birlikte yapılacak
işlemi sonuca götürmüşlerdi.
Elindeki bu mektubu yavaşça
masaya bırak Ahmet Bey. Mutfaktan bir bardak
çay alıp tekrar koltuğa oturmuştu. Onu en
çok etkileyen olay ise öğrencinsin intihar
düşüncesiydi. O öğrencisi şimdi ne yapıyor,
hangi üniversitede okuyor onu da bilmiyordu.
Edebiyat öğretmeni odlumu, yoksa o bölümde
mi okuyordu onu da bilmiyordu.
Ahmet Bey çok düşünmüştü. Okul
müdürlüğüne vermiş olduğu dilekçe için. O
dilekçeyi okul müdürlüğünden geri almıştı.
Geri almıştı, öğrencisinin bir anlık
gafleti, ne yazdığını bilemeyişi yüzünden
şikayetini geri almıştı. Zaten şikayetinin
devamına da karar veremezdi, yapamazdı da.
Yapmamalıyım diye de kendisine her seferinde
söylemişti. Bunu yapmamalıyım. Bu öğrencinin
geleceğini karartmamalıyım. Her şeyden önce
bende babayım. Benimde iki kızım var. Aynı
yanlışı onlar yaparlarsa ben ne yapardım
diyordu. Sonunda olay tatlıya bağlanmış,
Ahmet Bey, rehber öğretmen Sibel hanım ile
son bir defa konu ile ilgili görüşmeden
sonra tatmin olmuş biri, görevini yapmış bir
öğretmen, öğretmenlik bilinci içerisinde,
öğrenciyi topluma kazandırmak için affetmiş,
şikayet dilekçesini de geri almıştı.
Çünkü o bir eğitimciydi.
Eğitimcinin görevi öğrenciyi cezalandırmak,
ona gereken dersi vermek değildi. Öğrenciyi
suçundan dolayı affetmekte bir büyüklüktü.
Bu yüzden de yapamadı ve yapamazdı.
Bardağından bir yudum çay aldı. Derin bir
nefes aldı ve yavaş yavaş geri verdi. Bir
öğrencinin yapmış olduğu hatayı; yanlışları
ile doğruları ile öğreterek, bir de olumsuz
düşüncenin ileride başına bela olmasın diye
özellikle intihar sözcüğünün ne kadar yanlış
olduğunu anlatmak, gerekirse bu konuda
ailesinden doktora götürülmesini isteyerek,
öğrencinin geleceğini karartmadı. Hala bu
anı düşünerek, iyi ki yapmamışım. İyi ki o
öğrencimin geleceğini karartmamışım diyerek
hafif bir tebessüm etti, hafifçe yerinden
kalktı, salon penceresinden dışarıda yağan
çisentili yağmuru seyretmeye başladı.
Davutlar / 10.03.2006
Hüseyin DURMUŞ
|