Güzel bir bahar sabahı. Parkın her
yanını saran çiçek kokuları etrafa sıkılmış yüz
bayan parfümüne denk. Ve bir bank üzerinde üç
taze bayan; Selma, Ayşegül ve Nesrin. Nesrinin
sıkıntıdan kıvrılan dudakları arasından şu
kelimeler döküldü;
- Ooof yeter ya ! Kalkın biraz
gezelim.
Ayşegül:
-Ama daha yeni geldik neden sıkıldın
ki?
Nesrin:
-Ne yenisi ayol! Yarım saattir burada
ot gibi oturuyoruz
Ayşegül:
- Peki tamam. Kalk Selma gidelim.
Üç kız kalkarak PTT binasına doğru
yürüdüler. Selma’nın sıkılgan tavırlarını gören
Nesrin :
- Ne o kız kara denizde gemilerin mi
battı?
Selma :
-Ay bilmiyorum içimde bir sıkıntın
var. Sanki başıma kötü bir şey gelecekmiş gibi.
PTT binasının önüne iyice yaklaşırlar. Etrafa
derin bir sessizlik hakimdir. Sessizliği bozan
şu ses olur;
-Simit, simitçi gel taze simit.
Bu sesi duyan Selma bir anada
irkilir. Çünkü bu ses hiçte yabancı değildir.
Başını sesin geldiği yöne çeviren Selma
şaşkınlıktan olduğu yerde donup kalır. Bu sesin
sahibi lisedeki aşkı Ali’dir. Göz göze
gelirler. Selma utanır başını hızlıca çevirip
koşar adımlarla yürümeye başlar. Bunu gören Ali:
- Hey Selma! Selma!
- Hey! Baksana ben Ali tanımadın mı?
Hey Allah’ım.
Selma dayanamaz ve arkasını döner.
Titrek bir sesle:
-“ Ali sen misin.” der.
Ali:
- Oh be ! Küçük hanım sonunda tanıdı.
Nasılsın, nasıl gidiyor günler?
Selma :
- Sağ ol. Liseden sonra psikolojik
danışmanlığı kazandım. Üç sene oldu bitireli. Şu
an bir şirkette çalışıyorum. Peki sen? Sen
nasılsın. Liseden beri görüşemedik. Bir yer
kazandın mı ?
Ali bir simit tezgahına birde
Selma’ya bakar ve güler. Ardından gülümseyerek:
- “Hiçbir şey kısmet olmadı mı
olmuyor be güzelim.” Der.
Selma’nın heyecanlı bedenindeki küçük
yüreği kafese atılmış bir kanarya gibi
çırpınmaya başlar. “Olamaz” der içinden.
Yıllardır unutamadığı en çokta sevip
söyleyemediğine yandığı Ali bu olamaz.
Çünkü Ali lisedeyken çok çalışkandır.
Çoğu zaman sınıf birincilerinin bilemediği
soruları bilir, yeri geldiğinde konuşur ve
derslerinden hiç zayıf almaz. O lisedeki Ali bu
olamaz! Başı sıkışan herkesin yardımına koşan,
çoğu zamanda Selma’ya iyiliği dokunan. Ona
günlerce ders anlatan. İyilik meleği, kara
sevdası Ali simitçiliği hak edemez.
Selma’nın iyice yoğunlaşan hisleri
gözlerinin yaşarmasına sebep olur hafif
ağlamaklı bir sesle: “Ali sen nasıl simitçi
oldun” der. Ali kaşlarını çatar ve :
-Ne olmuş kızım. Simitçi olamam mı?
Yahu ne bileyim. Bir komiser, bir subay veya bir
psikolojik danışman insanda simitçi insan değil
mi?
Selma yanaklarından süzülen yaşlara
aldırmayarak bebek yüzündeki masmavi gözleriyle
Ali’ye bakar. Ali’nin yüzündeki ciddiyet biranda
yerini hafif bir yumuşamaya bırakır. Ve oda
gözlerini Selma’ya teslim eder. Uzunca
bakışırlar hem de hiç konuşmadan. Selma tam
“Hayır! Olamaz! Sevdiğim, canım, iyilik meleğim
Ali simitçi olamaz!” diye haykıracaktır ki;
kendini yerde bulur. Çünkü telaşla koşan bir
adam ona sertçe çarpmış ve yere düşürmüştür.
Ali hızla adamın arkasından koşar.
Kızların şaşkın bakışları arasında iri
kartalların avını bir pençe darbesiyle yere
indirdiği gibi adamı yere indirir. Belinden
çıkardığı kelepçeye benzer bir şeyle adamın
kollarını bağlar. Kızların arkasında koşmaktan
yorulmuş bir polis memurunun ağzından şu
kelimeler yükselir;
-Yakalamış komiserim!
Arkadan boy paltolu, iri yarı, orta
yaş üstü ve elinde ilginç sesler çıkaran bir
telsizle koşan bir adam şunları
mırıldanmaktadır:
- Aferin buraya geleceğini iyi akıl
ettiniz.
Ali’ye doğru seslenir:
- Aslanım sana iki maaş ikramiye
Ali gülümser ve vakit kaybetmeden
ciddi bir tavırla selam durarak sertçe bağırır.
- Sağ olun komiserim!
Kızlar yaklaşan ekip otolarının siren
sesleri arasında ne olup bittiğini anlamaya
çalışırken Ali yanlarına koşar ve:
- Kusura bakamayın! Umarım sizi
korkutmadık? Der.
Ve gözlerini düştüğü şaşkınlıktan
kurtulmaya çalışan Selma’nın masmavi gözlerine
dikerek :
-“ Bu gün simitçiyim, yarın çöpçü.
Öbür gün ayakkabı boyacısıyım. (Gülümseyerek) Ha
evet arada birde komiserlik yaparım. Ama ne
olursam olayım sonuçta insanım.insanı insan
olduğu için sevmelisin Selma inan gerisi
hikaye”. Der.
PTT binasının önü ekip otolarıyla
dolup taşmıştır. Ekip otolarının arasından beyaz
bir polis arabası sıyrılır. Selma’ların önünde
durur. Bir polis memuru arabadan çıkar yan
kapıyı açarak selam durur ve:
- “ Buyurun komiserim.” Der.
Ali, memura bir dakika der ve
Selma’ya döner. Selma’nın yüzünü iri elleriyle
avuçlar ve her biri bir inci gibi parlayan
gözyaşlarını başparmağıyla siler. Ardından
anlına sıcak bir öpücük kondurur ve
- Kendine iyi bak Selma Hoşça kal.
Der.
Ali’nin arabaya binmesiyle arabanın
hareket etmesi bir olur. Selma ise arabanın
arkasından bakakalır. İyilik meleği Ali beyaz
atına binmiş kim bilir hangi insanlara iyilik
yapmaya gidiyordur.
Emrah Buran