|
ONUN SONSUZLUĞU
Hep aynı geceleri yaşıyor gibi
geliyordu ona.Aynı gözyaşı, aynı ümitsizlik ve
en ağırı da aynı yalnızlık.O gittiğinden beri ne
işleri yolunda gitmişti ne de hayatı. Umutla
yaklaşabilmek saman alevi gibiydi onun
için.Büyük bir tutkuyla kapıldığını sanıyor,
fakat bir zaman sonra yalnızlığıyla başbaşa
kalıyordu. Hafızası onunla doluydu sanki.
Herşeye uzak ama her yalnızlığa yakındı. Zaman
zaman düşünürdü; eskiden acılar onun dışarıyla
savaşıyken şimdi kendi benliğiyle olan savaşı
haline gelmişti. Bunun sebebi neydi? Gözyaşları
huzurevi sakinleri kadar çokken ziyaretçileri
neden bu kadar azdı?Gittiğinde onun kelimelerini
de yanında götürüyordu sanki.
Konuşmak işkence….. Onsuz saatler geçmiyor gibi
geliyordu. Her an acı doluydu. Ama sadece
içinde…Yaptığı fedakarlıklar, geçirilen zaman ve
o zamanın doluluğu…. Bu sessiz yalnızlıkta hep
bunları düşünüyordu. Boşa gidişlerine
ağlıyordu.Güzellikleri bozanlara…Kendine
ağlıyordu…. Boşa giden duygularına
ağlıyordu.Çöplüğe atılan pırlantaydı aslında
yaşananlar… Sabahları boş uyanması yüreğinin,
mırıldanamaması onun sevdiği bir şarkıyı,
heyecanla bekleyememek telefonun başında (en
harikası aslında) en acı dolu olanı da onun için
saklı bir şey yaparken duyduğu hazzı
hissedememek; ne kötüydü… Bu yüzden zaman
ilerlemiyor, günler geçmiyordu. Dolandırılmış iş
adamları gibi kaptırmıştı işte yüreğini; geri
alamıyordu. Uykusuz geceler yakasına yapışmıştı.
Üzerindeki çamurdan arınamıyordu bir türlü.
İsyan ediyordu da duyanı yoktu… Herşey O
olamazdı. Her kelime, her saniye, her insan, her
şarkı… Hani kaptırmıyordu kendini, hani bu sefer
bulacaktı sevgiyi?..... Sevgi nerede?...
Haykırıyordu
içi de kapatıyordu sanki O dudaklarını. Onun
sonsuzluğunda kaybolmuş hissediyordu kendini. Ne
vardı ki onda?... Böyle olmaktan nefret
ediyordu. Bir “O” yüzünden ( kendi kendine de
olsa) acınacak durumda olmak “olamam” dediği bir
şeyken nasıl oluyordu da “oldum” diyordu şimdi.
Herşey neden beyazlar kadar parlakken, siyahlar
kadar acı doluydu? Neden sorularının sonu bu boş
ve sessiz yalnızlıkta kaybolup gidiyordu? İçinde
bastıramadığı fırtınalar varken kendi içine
ulaşamamak kahrediyordu onu. Duyguların bu garip
sentezine şahit olmak onun tüm yaşam enerjisini
emiyordu. Keşke bir çizgi film kahramanı olup
silebilseydi tüm bu olanları ya da kendini….
Biliyordu işte mutlu sonla biten aşk filmleri
gibi olmayacaktı. Hayallerinde yüzü, rüyalarında
teni, soluğunda kokusu varken bırakıp gitmişti
onu. Onun için savaşırken… Bir tek kelimesi için
günlerce ağlarken, engelleri beraber aştıklarına
inanırken, onu varlığını içinde hissederken
yalnız bıraktıysa içi niye böyleydi? Yaptığı
fedakarlıklar çöpe atılmıştı. O boş kara deliğin
içinde belalar sarmıştı dört bir
yanını.Yalnızdı. Üşüyordu içi… “Eskiden olsa….”
diye başlıyordu hep cümleleri; sonu gelmiyordu.
Bitmeyen bir hikaye olmuştu O… Neyi vardı ki
onun; gevezeydi, boş konuşan ve kocaman bir
çenesi vardı; üstelik fırça gibi bir türlü
inmeyen sapsarı saçları. Hem zaten o
sarışınlardan nefret ederdi. O zaman içindeki
kış niye? Bu bitmeyen hikayede doğru yol hangi
yönde? Pusulasız bir denizciydi okyanusun
ortasında. Bir enkaz… Boş, terkedilmiş, çürük
bir binaydı duyguları şu zamanlar. Sevgisi öyle
tanımsız, öyle şekilsiz birşeydi ki… Nasıl
anlatılır bilmiyorum. Sevgisi nefrete
dönüşmezken aynı anda intikamı da düşünüyordu.
Ona yazdıklarına bakıyordu da sayfalarca
kelime….
Sevginin yalancı ışıltısına kapılmış saf
kelimeler… Bazen böyleydi işte..Sertti, emindi
kendinden… Bazense…. Bu anlatılmamalı belki
de…Bilmiyorum…. Sonsuzluktan korkan minik bir
kalbi olduğunda sevgisi yüreğiyle dans ederdi
sağanak gözyaşı yağmurunda…. Titreyen elleri
heyecanının kumandası gibiydi… Gözleri dalgın
olurdu… Boş bir noktada bulurdu ona olan
sevgisini. İnanmak güç geliyordu. Söylediği
sözcükler aklından teker teker geçtiğinde o
sözleri söyleyene delicesine aşık oluyordu.
Sonra o balta keskinliğindeki gerçekler kesip
biçiyordu aşkını. Kıyıyordu gözyaşlarını.Sonra
içi yine o garip kışla dolup taşıyordu. Son
duasını edemeyen ölülere benzetiyordu kendini
zaman zaman. Yağmura hasret kalmış bir bitkiydi
arada bir… Susuzluktan kurumaya yüz tutmuş,
toprağı çoraklaşmış çirkin bir bitki…
Günlerce kendinden geçer çok hastalanır da
doktoruna bir türlü kavuşamaz.Sonra birkaç
doktor gelir bakar. Hepsi de aynı şeyi söyler;
“ihtiyacı olan yağmur, o da bizde yok…” Ölüm
döşeğindedir artık ve o an çok sağanak bir
yağmur bastırır.Ama bitki bir türlü ememez suyu
oysa yaşam oradadır ama yapamaz. İnsanın açken
midesinin bulanıp bir şey yiyememesi gibi.O da
bazen böyle oluyordu işte. Ölüyordu ruhu….
Defalarca….Acı çeke çeke…O zamanlar o kadar
öfkeleniyordu ki….. Tek bir insan üstelik
verilen değeri hak etmeyen biri tüm bu
çektiklerinin sebebi. Bu zamandan sonra onun
hayatından gelip geçen biri olması gerekirken
kendi hayatına sokmuştu onu. Hayattı sanki o;
herşey o… Hayır asla… Yüzü hayalinin kanseri,
teni bedeninin beyni, sesi kulak zarı olsa bile,
hayatında artık ona yer olmamalıydı.Kapıldığı bu
hortum herşeyini yıkmıştı. Hayatı baştan tamir
edilmeyi bekleyen yıkık bir bina olmuştu
Dışarıdaki sevgi, heyecan farklıydı da
kendisini; “özelim” dediğini o sezonluk
heyecanlara değişmesi garip geliyordu ister
istemez… Birlikte herşeyken; ayrıyken hiçbir şey
olmak onu çok üzüyordu. Yabancılaşan o; en derin
sevgisini verdiği kişi olamazdı. Bu durumdan
nasıl çıkacaktı bilmiyordu….
(BİRKAÇ AY SONRA)
Güneş tenini yakıyordu…Sadece
tenini; içini ısıtamıyordu ne yazık ki… İçi hala
kalın buzlarla kaplıydı. Aylar geçmişti de
değişen bir şey olmamıştı.O hala aynı
yerindeydi.Aynıydı… Ama karalıydı baştaki gibi
olmayacaktı. Belki mükemmellik uzaktı ama
eskisinden daha iyi olmak ona yetiyordu
şimdilik. Gözleri hala onu arıyordu aslında
baktığı her insanda. Yüreği delicesine
çarpıyordu onun sevdiği şarkılarda da; itiraf
edemiyordu kendine bile… Sevgisi çölde yaşamaya
çalışan bir nilüfer gibiydi.Zaman en kıymetli
hazinesi haline gelmişti. Duygularını kötü
yapmaya çalışıyor fakat başaramıyordu. Gecenini
karanlığı, yıldızların sonsuzluğu bile
kapatamıyordu içindeki acıyı.
Kelimelerin yetmediği anlardan
birinde bakışlardan yardım almıştı. Kaç aydan
sonra ilk defa karşılaşıyordu onunla. Baştan
başlamaya karar verdiği anda onunla karşılaşmak
sokaklarını bilmediği bir şehirde kaybolmak
kadar sıkıntı verici bir olay olmuştu. Yine
aynıydı o. Ne gevezeliği değişmişti, ne de
aynılığı…. İçi acıyordu. Haykırmak istiyor da
sesi çıkmıyordu.Hayallerini kemiren suratına
hayrandı O, teniydi kayıtsız kaldığı rüyalarını
kemiren. Ve en acı olanı da gözleriydi.
Gözlerine bakmıştı.Küçük, küçücük bir an…
Sonra herşey bitti.Sanki bir an
uyanıvermişti de kendine gelememişti. Baktığında
belki aralarında iki metre vardı. İlginçti….
Onun zehrinin bedeninde yayılışına şahit
oluyordu titreyen parmakları ve akan gözyaşları.
Sinirliydi…Tanrım!!! Niye bu kadar zayıftı ki?
NEDENNN!!!!! Etrafında nasıl olduğunu soran
birkaç insan vardı.Yüzleri tanıdık gibiydi ama o
algılayamıyordu. Herkes sıcaktan şikayet ederken
o teninde bir ürperti hissetti. Tüm sesler
uğulduyordu beyninde. Kalbi çırpınışlar
içinde.Ürkek…. Kalbi bir şarkı mırıldanıyordu da
çıkaramadı. Zorladı zorladı olmadı… Sonra birden
dudakları mırıldanıverdi şarkıyı.”Bu aşk fazla
sana……” Gözyaşları ziyaretteydi yine.Uzaktı o
andan, o insanlardan ve “O” ndan... Yaşamdan
uzaktı…Tüm yolları kapanmış gibiydi. Bitmeyen
bir hikayenin düğümlenmiş gecelerinde varolan
dayanıksız kalbi; bu enkazın altında hayatta
kalmaya çabalıyordu her saniye biraz daha dibe
vurup, parçalanarak… Bitmeyen bir hikaye
olmalıydı tüm bunlar….. Evet bitmeyen bir hikaye
olmuştu O….. Bitirememişti işte içinde…. Bu
kalabalık yalnızlıkta elleri boş kalmıştı işte
üç ay önce olduğu gibi. Bitiyordu…. Hiçbirşey
aşk filmlerindeki mutlu sonlar gibi olmayacaktı
ve olmamıştı…..
MELİKE
AŞKIN
|
|