Yürüyorum. Nereye
yürüdüğümü bilmiyorum. Sadece yürüyorum. Kafam
allak bullak, gözlerim mahmur. Uyumak istiyorum.
Güzel düşler görmek, mutlu olmak.
Son bir kez etrafıma bakıyorum, kimseyi
göremiyorum. Eskiden böyle miydi bu
kaldırım?Burada geçirmiştik en güzel
saatlerimizi Sıla’yla. Burada neşeliydik, burada
mutluyduk. Şuracıkta bir köşede oturur,
dalgaları seyrederdik. Martıların şarkılarına
eşlik ederdik. Hatta, hatta bazen o yoğun insan
kütlesinin arasında martılar gibi dans ederdik.
Şimdiyse yalnızca ben varım. Kaldırım, dalgalar
ve ben... Ya Sıla?Acaba o nerede şimdi?Ne
yapıyor?... Birden suskunluğumun farkına vardım.
Bu ben miydim?İnsanların garip bakışları altında
boğazlarım yırtılana kadar şarkı söyleyen
ben?Bir karabasan gibi çökmüştü üzerime
sessizlik. Haykırmak istiyorum.“Ben bir şey
yapmadım. O suçluydu, O...”
Sesim çıkmıyor. Gözlerimden süzülerek inen
yaşlar rüzgârın etkisiyle yüzüme dağılıyor.
İçimi kemiren duygular her adımda artan bir acı
veriyor. Oysa ben onlardan uzaklaşmak istemiyor
muydum?Onlar niye beni takip ediyorlar?Ne
istiyorlar benden?Yine soru soruyorum. Hep soru
sorarım zaten karışık duygularda yüzerken. Artık
hiçbir şey düşünmek istemiyorum. Kapattım
örtüsünü gözlerimin. Hayal kurmak istiyorum,
kuramıyorum. İçimde fırtınalar kopuyor. Ruhum
bir gemi gibi hırçın dalgalar arasında bir o
yana, bir bu yana sallanıyor. Birden alabora
oluyor. Bir acı hissediyorum. Gözlerimi
araladığımdaysa yerde buluyorum kendimi. Nasıl
olduğunu bilmiyorum, yalnızca oturuyorum.
Etrafta kimsecikler yok. Ne garip!Eskiden olsa
yalnız kalmaktan korkardım. Peki ya şimdi?Hiç,
hiçbir şey hissetmiyorum, hissedemiyorum.
Yavaşça doğruldum. Yürümeye başladım bilinmeyen
bu sonsuzluğa. Birden gözüm uzaklara takıldı.
Ufukta bir gölge vardı yürüyen. Kim bilir o ne
düşünüyordu. Belki o da en yakın arkadaşıyla
kavga etmişti. Belki, belki... Aklıma bundan
başkası gelmiyor ki...
Kararımı verdim. Sıla’ya gidecektim. Ne de olsa
uzun süreli bir arkadaşlığımız olmuştu orta
okuldan beri. Bu kavgaya yenilemezdik,
yenilmemeliydik.
Sevgi Parkı’na geldiğimde ufukta gördüğüm gölge
artık kendini gün ışığına vurmuştu. Bir kız.
Sıla’ydı bu, Sıla. O beni görmüyordu. Başını
kitapların arasına sokmuş, duygularından,
özlemlerinden ya da bilmediği bilinenlerden
kaçıyormuşçasına yürüyordu benim yürüdüğüm gibi.
Bir umut ışığı yandı içimde. Belki o da üzgündü,
o da pişmandı. Evet, evet öyle olmalıydı. O anın
anlam ve önemine uygun bir papatya geldi elime.
Pişman, pişman değil, pişman... Aman Tanrım ben
ne yapıyorum. Hayır, hayır!İşimi şansa
bırakamam.
Hızlı adımlarla Sıla’ya doğru yürümeye başladım.
O ise öyle dalmıştı ki, benim geldiğimin farkına
bile varmadı. Yavaşça omzuna dokundum. İrkildi.
Bir süre öylece birbirimize baktık. Ne
söyleyebilirdik ki!...İkimiz de çocuklar gibi
davranmıştık. Gözlerimiz doldu. Sımsıkı
sarıldık, bir daha ayrılmayacağımıza söz
veriyormuşuz gibi. Ve sadece iki kelime
fısıldadık bir ağız dolusu sözlerimizden
seçtiğimiz:“Özür dilerim”. Hem de aynı anda. Bu
bizim hayata dönmemize, eski neşemizin tekrar
doğmasına yetmişti. Ne güzel şeydi gerçekten
gülebilmek, yüreğimizden kopup gelen kahkahaları
paylaşabilmek.
Aslında biz bu kaldırımda yalnız başımıza
yürürken de uzak değildik birbirimize.
Paylaştığımız gökyüzü kavuşturuyordu bizi...
Aslı Bilgiç
Söke Hilmi Fırat Anadolu Lisesi Öğrencisi
|