Kategoriler

Arşivler


Tarih 25 Oca 2011 Kategori: Erol GÜLDİKEN

Bir Gece Yarısı

Bir Gece Yarısı

Uykusuz gözlerde sabah olmuyor…
Bir gece yarısı…
Pencerenin önünde şehrin ışıklarını seyrederken, uzaktan bir şarkı geliyor kulağıma. Mireille Mathieu…  “Un dernier mot d’amour…”  Büyüleyici bir ses…
Suyu, ve banyosu olmayan bir kulübede büyüdüğünü söylüyordu bir röportajında. Fakirlik içinde… Babasının en büyük arzusuymuş şarkıcı olmak. Ama mümkün olmamış. Bu yüzden, hiç değilse çocuklarından birinin şarkıcı olmasını çok istemiş. Mireille Mathieu, babasının hayalini gerçekleştirdiği için çok mutlu. Küçük şeylerden mutlu olmayı bilmenin kendisine huzur verdiğini de ilave ediyordu sözlerine… İç huzuru… Çok önemli. İnsan hayatını şekillendiren, anlamlı kılan müthiş bir şey… Öyle bir hayatın sonrasında böyle bir sanatçı.

Çok farklı bir ses, çok farklı bir yorum. Tıpkı Edith Piaf gibi…
Ne kadar güzel olsa da, hiçbir taklit aslı gibi olamaz.

Fransız şanson müziği…  O ekolün duayenidir Edith Piaf… “Je vous salue madame…”  Çığlık çığlığa bir yanık ses… Ne güzel söyler o şarkıyı… İkinci Dünya savaşında, savaşa inat söylediği barış şarkılarıyla daha bir anlam kazanmıştır Edith Piaf ve şarkıları… Yanık, yumuşacık; gırtlağın her bir düğümünde ayrı estetik kazanan su gibi bir ses… Etkileyici ve hüzünlü…

Uzaklara alıp götüren… Derinlere sürükleyen… Söyleyen Mireille Mathieu ama, aklımdaki ses Edith Piaf… Gecenin derinliklerinden kopup, usulca ve titreyerek süzülüyor penceremden… Ay, geceyi hafif hafif aydınlatmaya çalışıyor…

Güzel bir ambians… Ve şarkı bitiyor… Sessizliğin sesi ay’ın halesinde şekilleniyor bir anda, hayatın gürültüsüne inat… Penceremi kapatıyorum… Elim, yanı başımda duran müzik çalarımın tuşuna dokunuyor… Özdemir Erdoğan o içli sesiyle geceye damgasını vuruyor.

“Sevdim seni bir kere
Başkasını sevemem
Deli diyorlar bana
Desinler değişemem
Desinler değişemem…”

Aşk… İnsanı bambaşka dünyalara götüren, can yakan, mutlu eden, çözülemeyen ve arzulanan bir duygu, bir iç çekiş… Herkes o duyguyu yaşadığını söylese de gerçekte çok az kişi yaşamıştır aslında… Ve bu yüzden, o duyguyu, o cezbeyi gerçekten yaşayabilenler destanlaşmışlar…
Hani denir ya:
“Çöle ekilen sevgi tomurcuklarını göz yaşlarıyla sulayıp, yeşermesi için bin yıl sabredebilmektir aşk…” Aşk, almadan vermek, sevgilide ölmektir…

Ne diyordu Özdemir Erdoğan,
“Deli diyorlar bana
Desinler değişemem…”
Aşk için…
……

Herhalde eskidendi o gerçek aşklar. Şimdilerde sevgiler de yalan oldu… Menfaat yoksa işin içinde, buharlaşıp uçuyor sevgiler… Boş kalıyor, havada kalıyor duygular… Mırıldanıyorum kendi kendime: Bir şeyler eksilmiş bu hayatta… Dünyanın, duyguların, hayatın tadını kaçıranlar var. Büyük heveslerle başlayan bir çok şey, çürük temeller üzerine kuruluyor gibi… Sadece heves etmek yetmiyor ki, gönülden istemek gerek… Bir tv. Programında, heves etmek ile ilgili güzel bir fıkra dinlemiştim Özdemir Erdoğan dan…
O fıkrayı hatırlıyorum birden:
Salomon bir gün aniden ölür. Karısı feryat edip ağlamaya başlar:
– Ah vre Salomon, sen ne bilgili, ne çalışkan adamdın… Çok şeyi bilirdin.. İngilizce bilirdin, Fransızca bilirdin, Almanca bilirdin…
Aile dostları Mişon, yanına yaklaşır usulca:
– Yook vre, Salomon bu dediklerinin hiç birini bilmezdi, neden böyle söylüyorsun?
Kadın, ağlayarak söylenmeye devam eder:
– Bilmez idi ama, heves eder idii, heves eder idii…

Evet, gönülden istemek ve yapabilmek lazım…
Sadece heves etmek yetmiyor…
……… ……….. ………..

Vakit gece yarısını geçti mi, şarkılar bir başka tesir ediyor insana…
Bu kez rast gele bir müzik seçiyorum…

“Şarkılarda neşeyi hep ararmış diyorlar,
Yalnızlığın matemi seni sarmış diyorlar,
Ömrünün ufukları hep kararmış diyorlar,
İnanırdım ben sana, yalandır diyebilsen…”

Rahmetli Özdemir Kiper ağabey bu sözleri yazarken, neler hissetmişti kim bilir?
Artık, güzellikleri yaşamayı, güzel bir şeyler duymayı, inanmayı ne kadar da özler olduk…
İnsanın acısını, sevincini, aşklarını, günahını, kutsallığını anlatan şarkılar…
İnsana dair, hayata dair…
İnsanın şarkısını söyleyen şarkılar.
Ve hepimiz insan gibi yaşamak için hayata ait ne çok şey özlüyoruz hayatımızda…
“Hayatın eksiği var, hayat eksik hayatta” diyor ya üstad Necip Fazıl…
Hayatlarımız, şarkılar kadar billur, sevgiler kadar sıcak değil aslında.
Zaten sevgi, bu günkü hayatlarda ne kadar yer tutuyor o da meçhul…
İkinci dünya savaşı yıllarında sevgi ve barış şarkıları söylemiyor muydu Edith Piaf, savaşan dünyaya inat?

Bugün, sevgiye ve barışa ihtiyaç yok mu? Ama bunlar yalnız şarkılarda olmamalı. Gönülden istemek ve yapabilmek gerek… İnsanı insan yapan değerlere neler oluyor? İnsan olmanın güzelliğiyle insan gibi yaşayabilmek hayali ve umudu hep var olacak ama… Peki, bunca erozyona ve hatta zaman zaman derin uçurumlara sebep olan şeyler nedir hayatlarımızda? Kendimizi ararken, içsel coğrafyamızda tabulaştırdığımız güdüsel kalıpların arasına mı sıkışıyoruz?
“Beni ilgilendirmez”lerin kılıfıyla gerçeklerden kaçıp, başımızı kuma mı gömüyoruz? Ya da, nostaljik özlemlerimizle, bugünlerden dün’lere bir kaçış mıdır yapmaya çalıştığımız? Veya, tükettiğimiz her şey ürettiğimiz her şeyin önüne geçtiği için mi bu “çıkmaz”larımız? Dün’den bu güne getirdiklerimiz, bu günden yarınlara bırakacaklarımıza cevap verebilecek mi? Hırslarımız mıdır bizi ideallerimizden, sevgilerimizden uzaklaştıran?

Ne çok sorgulanacak şey var, geçmişten bu güne süregelen… Ne çok…
Hırsların içinde var olan “her şeye rağmen” düşüncesi aslında yok eder hedeflerimizi, onca fedakarlığa katlanmışken. Amaçladığımıza ulaştığımızda ise, o yolda yok ettiklerimiz yüzünden, yerinde bulamayız o hayal ettiğimiz hazzı, mutluluğu…

Hedefe doğru yol alırken çok şey kaybettirir hırslar. Ama yine de kurtaramayız kendimizi onun kıskacından. Oysa “azim” denen; sevgi, sebat ve sadakatle, doğru yolda hedefe kenetlenme duygusunu unuturuz çoğu kez.

Evet…
“Ne olursa olsun” değil,
Hayata güzellikler katarak yaşamak.
Asl’olan budur ve de bu olmalı yaşamın anlamı.
Günümüzü, geleceğimizi karartmadan; hayata, insanlara sevgiyle bakarak ya da, en azından böyle olmaya gayret ederek…

Bakışların benimle konuşur her an
İnanırım sözlerin olsa da yalan
Alev alev içimde sensin hep yanan
Söyle şu kalbim seni nasıl sevmesin

Ve gecenin sonunda kapanışı da yine, rahmetli Özdemir (Kiper) ağabeyin sözleriyle kendi bestemi dinleyerek yapıyorum.
“ Söyle, şu kalbim seni nasıl sevmesin? …”

Hayatı sevmek gerek ama bunun için, önce insanı sevmek gerek.
İnsanı sevmek: Bizim gibi düşünmese de, bir arada yaşamanın gereği olarak onu her şeyiyle kabul edip hazmedebilmek gerek.
Ne diyordu Özdemir Erdoğan:

“Hayatta en zor olan
Bir insanı tanımak
Kabul etmek huylarını
Değişmeden bir olmak …”

Sevilmek için, önce sevmeyi bilmek gerek.

Bir gece yarısı…
Her şey, derinden gelen bir Mirelle Mathio şarkısı ile başlamıştı…

Temmuz 2008
Erol GÜLDİKEN
www.kafiye.net



Tarih 25 Oca 2011 Kategori: Erol GÜLDİKEN

Yalnızlar Rıhtımında

Yalnızlar Rıhtımında

KARANLIKLARDAN SABAHA

Erkin Koray’ın “yalnızlar rıhtımı” şarkısını hatırlarsınız.

“Bütün gece ağladım
Dalgalar kucağında
Yosun tuttu gözlerim
Yalnızlar rıhtımında…”

Eskiden yalnızlar rıhtımı vardı, şiirlere şarkılara konu olan bilirsiniz…
Az kişiyi barındırır; onlara şiirler yazdırır, şarkılar söyletirdi…
Yalnızlıklar, o rıhtımlarla anılırdı çoğu kez…
Ama onlar, yoğun duygu seli içindeki romantik yalnızlıklardı.
Dürüst sevgiler, yoğun duygular içinde olgunlaşmış aşklar…
Fuat Edip Baksı’nın o meşhur güftesi vardır ya:

“Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz… “

Hani, Nükhet Duru da bir şarkısında bu şarkıya atıfta bulunur:

“Sevgiliye ‘siz’ diyen saygı dolu şarkılar” diye, zamanımızın ruhsuz aşk’larına sitemle…

Sadece sevgilerin duruluğu yetmiyor, saygı da var; sevgiliye ‘siz’ diyecek kadar…
Dürüst sevgiler, yoğun duygular içinde olgunlaşmış aşklar…
İşte o yalnızlar rıhtımı, böyle aşkları yaşayanlar içinmiş…
İnsan olmanın amacına, erdemine yakışır yalnızlıklar…

Bir de bugünlerin yalnızlıkları var..
Bu öylesine bir yalnızlık değil…
Hasret yalnızlığı, melankolik yalnızlıklar hiç değil… Ben geçek yalnızlıklardan bahsediyorum. Kağıda dökülmeyen; bitip tükenmek bilmeyen hırsların getirdiği yalnızlıklardan.
….. …….. …

Dünya bir sahne. Hayat bir oyun deriz ya her zaman…
Herkes kendi romanını oynuyor bu sahnede…
Hiçbirimiz hayat oyununa nerede, ne zaman, kimlerle, hangi statüde ve nasıl başlayacağımızı seçme şansına sahip değildik sahneye çıktığımızda…
Elimize hangi imkanlar sunulduysa, oradan başladık hayatlarımızı yazmaya ve oynamaya…
Zaman önümüze yeni seçenekler sundukça, tercihlerimizle şekillendirdik hayatlarımızı.
Bizim romanımız, insanların romanlarından oluşuyor hayat oyunu… Diğer her şey, figüran…
Milyarlarca insanın baş rolde oynadığı, zaman zaman rollerin kesiştiği, kadrosu çok zengin bir tiyatro ve koskoca bir sahne… Çok kalabalık ama herkes yalnız…
Kesişse de roller, herkes birbirinin figüranı oluyor sadece…Beraberken bile kendinsin aslında…
Şu an kaç kişinin doğmakta, kaç kişinin ise ölmekte olduğunu düşünün bir kez…
Yazılmaya yeni başlanan, ya da başlarken biten romanlar da var, çok uzun sürenler de…
Oysa insana ait her sayfa, bir gün kapanıyor akıp giden zaman içinde. Mutlu da sürse, heyecanlı da sürse; kısa ya da uzun da sürse her roman mutlaka hüzünle bitiyor sonunda.
Her kahraman yalnız kalıyor, figüranlar olmadan…Ve kendi gerçeği ile yüz yüze…
… ….. ……… …………

“Mutluluğun tanımını yaparız hep kendimizce… Aşkın tanımını yaparız. Hüzünlerin tanımını…
Sayfalarca anlatır, yüreğimize çizeriz resmini mutluluğun, aşkın ve hüzünlerin…
Ama hep eksiktir bir yerlerden.
Bir şeylerle bağlanmışızdır hayata, fakat ne olduğunu analiz etmeyiz çoğunlukla…
Birleşmez parçalar da, yüreğimizle doldurmayı düşünemeyiz o boşlukları…
Sevgide mutluluk değil, menfaatte mutluluk ararız hep yaşananları süzmeden…
Ama hayatın süzgeci, yaşananları tek tek süzmektedir kendi süzgecinde, onları bir gün bize geri çevirmek için…
Ve unutulan bir şeyler vardır hayatımızda hep…
Ya unutulan, ya da hatırlamak istemediğimiz…
Hep eksiktir bir yerlerden…

Romanlarımızı kendimiz şekillendirip kendimiz oynasak da, yalnız olmamamız gerek aslında…
Ama çevrenize bir bakın. İnsanın yalnızlığı artıyor gittikçe…
Dostluk kayboluyor mesela.Yapmacıklık öne çıkıyor…
Ya yalanlar? …
Gülücükler ise çıkarların ödülü…
Sahtekarlar hüküm sürüyor çoğu kez dünyamızda…
Güzellikler eksiliyor hayatlarımızdan…
Ya ihanetler?
En sevdiklerimizden darbe yer, ihanet görürüz çok zaman…
Gökkuşağı ıssız, gökkuşağı garip ve sessiz kaldı duygu dünyalarımızda…
İnsan insana yabancılaşıyor. İnsan yalnızlığı tercih ediyor ve sonunda kendine yabancılaşıyor…
Ruhuna güzellikler katan duygularına uzak, maddi menfaatlerine yakın…
Kimsenin, kendinden başkasını gördüğü yok…
Hayata karşı bu duruş, bir felsefe oldu artık…
Neşeli bir günün, ya da baharın bitişi gibi her şey…
Maddi hırsların içinde manevi güzellikler, duygusal güzellikler hızla geçip, kayboluyor hayatlarımızdan…
Sorunların kaynağı insan ama, çözümlerin kaynağı da insan.
Çözümün içinde olanlar her zaman mutlu.
Gariptir ama, sorunun içinde olanlar da mutlu; sürekli yaşadıkları iç huzursuzluğunu, çıkardıkları sorunlardan tuhaf bir şekilde zevk alarak yenme isteğiyle, karanlıklara gömüldüklerinin farkında olmadan… Tabi bu mutluluksa…
Hırslarımıza yenilip, yalnızlığın gönüllü tutsakları olmuşuz…
Zihnimizdeki, hislerimizdeki karar dengelerimiz değişmiş mesela…”Benim çıkarlarıma uyan her şey adildir, uymuyorsa değildir” düşüncesi var.
Anlamadığımız, bilmediğimiz ya da iyice araştırmadığımız konularda ahkam kesmeyi maharet sayar olmuşuz mesela…
Bilgiye saygısızlığı hüner saymışız.
Hele birkaç da şakşakçı buluyorsak etrafımızda…
Ve en kötüsü; alışıyoruz çıkarcılığa, yalana, zorbalığa…
Tablo çok mu kara oldu?
İnsanlardaki bu tabloyu oluşturan sebebin kaynağı karamsarlık değil mi?
Yalan mı?
Abartılı mı?
Peki bu tabloyu beyazlatmak için çaba sarf ediyor muyuz?

Hayatlarımızda doğrular ve yanışlar birbirine karışmış…
Hayatın içinde karamsarlık da var, güzellikler de var, umut da var…
Umut ve güzellikler arasında gidip gelmeli insan. Karamsarlık, hayatın tuzaklarındandır çünkü…
Menfaat hırslarından sıyrılmalı.
İnsan cüzdanın açlığının farkında ama, ruhunun açlığını anlayamıyor.

Hayatın güzelliği onun gizeminde. Bilinmezlerde güzeli aramak varken, karamsarlık niye?
Tarihin derinliklerinden günümüze kadar ulaşıp, gönlümüzün derinliklerinde yaşayan unutulmayanlara bakalım mesela…
Şayet karamsar olsalardı, hiç birinin adının bir harfi bile gelemezdi günümüze kadar…
Evet, hayatın med – cezr’leri içinde günümüz dünyasının karmaşası.
Her insanın ayrı bir romanı var…
Ama önemli olan; o romanların sayfalarında, küçük de olsa; okuyana umut verecek, hayata bakışını güzelleştirecek, karamsarlıkları gökkuşağına çevirecek bir şeyler bırakabilmek …
Biz çekilsek de, hayat sahnesinde oyun devam edecektir çünkü.
Ve bir gün, hepimizin romanını okuyan birileri mutlaka olacaktır.

27 temmuz 2008
Erol Güldiken
www.kafiye.net


Tarih 24 Oca 2011 Kategori: Nermin Zuhal GÖRENER

HAYAT BENİ NEDEN YORUYORSUN

HAYAT BENİ NEDEN YORUYORSUN
Ne kadar kolaymış hayat, bu kadar basit yani.
Orta parmağınla bas parmağını şaklatman gibi…
Bu kadar mı amadeyiz unutmaya
Hadi tamam oldu bitti, esti geçti der gibi….
Hayir….
Ölünceye kadar hayır
Yanına varıncaya kadar hayır….
 
Bu sabah bütün Bayramlarımızı düşündüm.
Hepsini birer birer.
Tam kırk tane ettiler..
Hepsinde ayri hatıran, hepsinde baska bir tad,
hepsinde sen…
En biçilmiş kaftan uzaklar bile iptal edilirdi.
Senin elini öpmek için, elinde gizlediğin harçlık için….
Harçlık kimin umurunda…….
Senin mutluluğunu yaşamak icin…
 
Hiç düşünmedik, aklımıza gelmedi.
Birgün….
Bayramın birinde…..
Gittin yerde
En guzel çiçeklerle giydireceğimizi seni….
En son öptüğümde yüzünü, elini
son Bayramım olduğunu…

Nermin Zuhal GÖRENER
www.kafiye.net

Tarih 24 Oca 2011 Kategori: Nermin Zuhal GÖRENER

Kendin İçin Değil Bana Üzül?

Kendin İçin Değil Bana Üzül?

hayat, birgun gelemeyeceksen bana
gelemedigine degil, bekledigime uzul…
Birgun gozlerime bakamayacaksa gozlerin
gozlerimizi degil, gozyasimi dusun..
Hayat, bir gun terk edeceksen beni
bensizligine degil, sensizligimi dusun
usuyunce ellerin ve el yordamiyla ararken tenimi
ellerin icin uzulme, bulamazsa beni
yaktigin ates icin uzul…
Hayat, birgun konusmak isterse dilin
konusamadiklarin icin degil,
duyamadiklarim icin uzul…
Ve sensiz birgun olursem hayat,
Öldugume degil,
yasattigin en guzel gunlere uzul…
bunu dusun…

Nermin Zuhal GORENER
www.kafiye.net

Tarih 24 Oca 2011 Kategori: Nermin Zuhal GÖRENER

Hayatın Nabzı

Hayatın Nabzı
Sanki asirlardir gidiyordu bir yere, nereye gittigini bilmeden.. Agirlasmisti adimlari, ayak suruyordu.Ama biliyordu, gunesi gorecekti yol bitmeden.. Birlikte ibadet ettigi karabulutlar terk edecekti onu. Yeniden baslayabilmeyi dusundu.. yok olmayi aniden. Uzak diyarlara goc etmeyi, hic bilinmemeyi,bilmemeyi… hatta olmeyi, yapabilmeyi bu sefer… Ic gecirdi… adimlariyla ayni hizda karar verdi !
Gorecekti gunesi… Onu ilerlerde bir yerde bekliyordu yada  O”na dogru geliyordu. Inaniyordu.. O gun geldiginde: simdiye kadar hic soylenmemis sozler dokulecekti dudaktan,hic bakmadigi kadar masum bakacak, O gune kadar hic gulmedigi kadar guzel gulecek, belki yalvararak aglayacak, belki diz cokecek, belki de ozur dileyecekti  hayattan. En derinde,  gorunmeyen, o gune kadar gizledigi butun yaralarini gunese tutacak,Mutlu olmak isteyip, olamadigi gunlerin uzerini cizecek, Sasiracakti hic sasirtilmadigi kadar. Ve bu sefer hayatin nabzini tutacakti saniye, saniye…
Nermin Zuhal GORENER
www.kafiye.net

Tarih 23 Oca 2011 Kategori: Safiye Lemide ÇAKIR

Kadın


Kadın

Başına yemeni bağlar
Ekini türküyle yolar
Yüreği kanla dolar
Benim yurdumun kadını

Aş ekmek ondan sorulur
Bağ bozumunda yorulur
Hep geride durur
Berim yurdumun kadını

Genç yaşında ağarır saçıları
Hiç bir zaman yoktur hakları
Kadın olmaktır suçları
Benim yurdumun kadını

Bakışlarında vardır keder
Kendi olur hep heder
Her şeye kaderim der
Benim yurdumun kadını

İlmek ilmek dokur işi
Er kişiyi doğuran dişi
İhtiyarlayınca bitirilir işi
Benim yurdumun kadını

Evlenir çocuk doğurur
Kınalı eller hamur yoğurur
Kızılınca evden kovulur
Benim yurdumun kadını

Lemide safiye ÇAKIR
www.kafiye.net


Tarih 23 Oca 2011 Kategori: Şule AKAR

BEN KİMİM

BEN KİMİM

Ölü toprağı serpilmiş gibi bedenim
Duygularım yok olmuş.
Gözbebeklerimde birikenler yok oluyor gözlerimi kıstığımda
Anlık düşünceler gibi artık hislerim
Kovuyorum içimden gidiyorlar
Kendimden kaçıyorum, peşi sıra kovalıyor beni benliğim
Kendimi insanca sevgilerle kandırıp aşkları yok sayarken
Kalbimin duvarları nasılda kalınlaşıyor gün be gün
Nasır tuttu tutacak
Ve bu gidişe son diyecek nefesim olmayacak..
Suskunum ölesiye..suskunum
Sesim çıkmıyor çığlıklarım içimde yankılanırken
Kayalıklarıma çarpa çarpa oda kesilecek birgün
Yorgunum..
Gücüm yok artık sahte sevdalara
Bir ben yine ben ve yalnız ben yürüyorum sokaklarımda
Arkamda bıraktığım geçmişim peşim sıra gelirken
Kaçıyorum anılarımdan
Yeni bir ben yarattım küllerimden
Küllerimden doğan kendime ben bile yabancıyken
Hey yabancı!!! Sen
Uzaklaş benim çevremden kederimden…
Tutamazsın asla ellerimden….

Şule Akar
24.05.2010
Saat:22:55
www.kafiye.net


Tarih 23 Oca 2011 Kategori: Aysel TARCAN

GeLiR Mi DeRSiN!

GeLiR Mi DeRSiN!
Nasıl sevdiğimi bir Allah bilir
Sözümde dinmeye gelir mi dersin..!
Duyursa melekler uçarak gelir
Özümde sönmeye gelir mi dersin..!

Vuslat yamacında bir gül ki enfes
Akseder semadan aşina bir ses
Şükür ki Allah’a bahşetti nefes
Közümde yanmaya gelir mi dersin..!

Nasıl tadacağım onsuz ölümü
Göğsümde kuruttum sevda gülümü
Sulh da duygularım yoksa delimi
Buzumda donmaya gelir mi dersin..!

Yasak aşkımızı biz duyurmadık
Ozanı şairi biz kayırmadık
Leyla’yı mecnun’dan biz ayırmadık
Hazımda kanmaya gelir mi dersin..!

Mahşere vedasız gitmem dostlarım
Sizlere bu zulmü etmem dostlarım
Kabrime helalsiz yatmam dostlarım
Tozumda anmaya gelir mi dersin..!

Aysel Tarcan / Sevda Şairi
Kırklareli-Babaeski
2.11.2010


Tarih 23 Oca 2011 Kategori: Mimoza SARIŞIN

Sevgiliye Mektup 1

Sevgiliye Mektup 1 ( Vuslata Doğru Bir Adım Daha)
Merhaba sevdam…
Yürüdüğüm bu yol senin yolun,aşkın yolu,vuslat yolu. Yürürken suluyorum çiçek çiçek açmış umudu.. Yüzümde hissediyorum senden esen mutluluğu.. Ruhum yolundayken huzur buluyor… Vuslat bu yolda beni bekliyor  Biliyorum bir gün kader gülümseyecek ve beklenen vuslat sonsuzluğa erecek… Sevdam.. Bugün hayatımdan, sensiz geçen bir günü daha sildim… Her yeni gün vuslata bir adım daha yaklaşırken hasret yangınlarım daha çok büyümekte… Yangınlarımda ve sevinçlerimdesin… Vuslat bulutlarından süzülecek mutluluk yağmurlarında birlikte ıslanmak tek dileğim… Kendine bana baktığın gibi bak…

Seni seviyorum…www.kafiye.net

Yüreğim yüreğindeyken, duygularımın hafızamdaki kelimelerle birleşebildiği şu anlarda sana uzanan aşk, vuslat yollarındaki sevda katarına bir yenisini ekliyorum… Güneşli, yaza yakın sıcak bir Mayıs günündeyim. Gülümsüyor tabiat bana ,gülümsediğim gibi sana.. Başımda deli bir sevda, içimde şarıl şarıl akan aşkın damlalarıyla,sessiz, dingin, duru bir ırmak gibi önümde kıvrıla kıvrıla, içime huzur veren bir yolda sana doğru ilerliyorum her adımda. Bir elimde sonsuz mutluluk, bir elimde bitmeyen umut. Yürürken vuslata doğru besliyorum kalbimi, ruhumu.. Aklımda sana dair en güzel düşünceler, hayaller.. Gönlümün en güzel yerinde sadece senin için sakladığım hediyeler.. Bilmem kabul eder misin? Bir gün ya ben sana geleceğim ya da sen bana geleceksin ya,onun için..

Bir gün kavuşacağız diye hep böyle avuttum kendimi şimdiye kadar; mutluyum yine de hayali bile güzel vuslatın. Bak şimdi üzerimden kara bulutlar yerine
sevda bulutları geçiyor, karşıki ağaçta bülbülün güle aşkı şakıyor, sevgi nağmeleri var sesinde, bunların hepsi sonunda vuslat var diye..

Sana doğru yürüdüğüm yolun kenarları hep güzelliklerle dolu. Yerlerde sarı papatyalar,laleler,gelincikler.. Biraz ötede aşkın anlamı kırmızı güller.. ve saçlarımda MİMOZAlarla ben-biz sana geliyoruz sevinçle. Papatyalar, laleler, güller ve MİMOZAlar hepsi müthiş bir ahenkle dansediyorlar  hasret rüzgarının her esişinde.. Hepsini hasret çektiğim zamanlardaki gözyaşlarımla suladım sevdam. Gönül çiçeklerim de senin için açtı.

…. 24.MAYIS.2010….
Mimoza Sarışın


Tarih 23 Oca 2011 Kategori: Fahriye HAMZAÇEBİ

SIZLAYAN YÜREK YARAM

SIZLAYAN YÜREK YARAM
Farz etki pembe bir rüya idim dün gece sende.
Uyandığında tebessüm etmez miydin yüzüme.
Her şeyi bıraktım ardımda…
Karşı sokakta ki çocuk parkında.
Gülüşümü, gözlerimi, masalımsı sözlerimi bıraktım sana.
Beni güzel hatırla!
Dizlerinde uyuduğumu, üşüyen ellerimi ısıttığını,
Karşılıklı birer sigara tellendirip kahve içtiğimizi.
Şimdi serin rüzgâra sarıyorum senden kopan yanımı,
Sızlayan yürek yaramı poyraza veriyorum.
Adresim sol yanımda, sızım yürek atışımda.
Beni güzel hatırla, sende kalan son bakışımda.

F.HAMZAÇEBİ
Haziran 2008
www.kafiye.net