Kategoriler

Arşivler


Tarih 20 Tem 2013 Kategori: Sevim Çiçek KARADENİZ

ŞEFKAT DEYİNCE

ŞEFKAT DEYİNCE

Şefkat deyince hep kadınlar ve anneler çağrışım yapar bende.

Kadınlar , fizyolojisi ve psikoloji açısından farklı bir tabiatta sahip ve analık buuduyla erkeğe emanet olarak yaratılmışlar . Cennetlerin gölgesinde şefkat yudumlaya yudumlaya evlatlarını yetiştiren ne zarif varlıklar…

Firdevslere ermiş gibi eşinin şemsiyesi altında ötelerin neş’esiyle yaşayan ve çevresine tebessümler yağdıran nazenin ve ne sevimli varlıklar onlar… Onların şefkati cihâna değer …Evet onun şefkatyie ve duasıyla kainat döner şevkle .

ve onun şefkatinin ulaşmadığı yerlerde hüzün gözyaşı sari bir hastalık gibi yayılır âfâka..

Onun ağlatıldığı incitildiği yerde hayat damarları dümûra uğramıştır ki.. Ki çok yazık , veyl olsun onları ağlatanlara ….

Dünyanın beşiğini nurdan elleriyle sallayan yüreği iman dolu annelerin Rabb’im sayılarını artırsıın.

.Anneler bir güncük sahte ve fani olan ve anneler günü denilen tahta ata oturtuluyor ve kalan diğer zamanlarda doğduklarına pişman ediliyorsa Rabb’im derim Rabb’imm Sen muhafaza buyur onları ve Sen cennetinde peygamberlerin ve meleklerinle kutla onların günlerini…

Sevim Çiçek Karadeniz
www.kafiye.net


Tarih 20 Tem 2013 Kategori: Ufuk Tan KELEŞ

SADECE SANA

SADECE SANA

Bu gece aklımı çıkarttımbedenimden, hüznüme mukayyet ol.
Geçmişi dualara böldüm saat başı.
İçinden geçilmeyecek yollara düşersen bensiz ;
İzlerimi takip et, canın yanacak üzgünüm.
Ama bitince saatlere böleceksin sende dualarını,
Geçmiş öyle bir geçecek ki aramızdan…
Gelecek telaşı duymayacaksın ömrünce.
Bu gece aklımı çıkarttım bedenimden, hüznüme mukayyet ol.
Sana dair yazıla bilirliği ,
Yaşana bilirliği,
Ölüne bilirliği yüksek kelimelerim var kıç ceplerimde.
Bu şehirden gidiyorum…
Benimle gelir misin?
Öyle bir gidelim ki kendimize bile uzak olsun…

Ufuk Tan KELEŞ
07.01.2013 / Kadıköy / 04:30
www.kafiye.net


Tarih 20 Tem 2013 Kategori: Ufuk Tan KELEŞ

BU MEVSİMLER

BU MEVSİMLER

Üzüntülerimi yüzümde saklamayı öğrendiğim günden beri ;
Mevsimlerin bir önemi kalmadı takvim yapraklarında…
Bu mevsimlerde zordur unutma tebessümleri,
Bir önce ki günden kalma hasretler biriktiriyorken üstelik sana…

Bu mevsimlerde ben ;
Zamansız sol kol ağrıları bırakıyorum geceleri sana,
İlaç kutularına yazıyorum baş harflerimizi.

En masumu ne biliyor musun?
İçtiğim suya, yediğim ekmeğe anlatıyorum kahrolası yokluğunu…
Yokluğunla doyuyor, sensizlikle acıkıyorum.

Senin için bu mevsimler;
Dolap önünde üşür müyüm?
Terler miyim karmaşasında zaman öldürdüğün an dilimleri işte.
Bu mevsimlerde ;
En günahkâr olanı ne biliyor musun?
Seni uzun uzun, kısa kısa, sessiz harflerle yaraladığım an dilimleri…
Bu mevsimlerde ;

En çaresiz olan ne biliyor musun?

Bir o kadar yalnız,
Bir o kadar kalabalık,
Sessiz çığlık atışları,
Bitmeyen kararmayan geceleri oluyor bu sokakların.

Bu mevsimler ;

Beyaz kâğıtları üzdüğüm,
Kalemleri tükettiğim…
İçimde ki hastalığın bedenimi sardığı ve beni erittiği an dilimleri.

Hepsi topu bu kadarız işte…

Ufuk Tan Keleş
31.03.2013 / Şişli / 16:45
www.kafiye.net


Tarih 20 Tem 2013 Kategori: Gürhan OLCAYTÜRKAN

İNCE BELLİDE ÇAY


İNCE BELLİDE ÇAY

Ben hastalıklı mıyım ki kimse yanaşmıyor bana?
Yıllar önce ben de okula gittim arkadaşlarımla oynadım. Kitaplar okudum. Ya şimdi? Yıllar önce ağabeylerimin bana yaptığı haksızlıklara tepkimi göstermek için kimseyle konuşmadım Dilim, gözüm sağlamken lâl ve âma bir hayatı seçtim kendime. Benim gibileri görürsünüz etrafınızda. Saçları kirden betona dönmüş, sakalları bir birine girmiş elbise desen kir içinde, pis kokulu insanlarız. Alnımızdaki her bir çizgi yaşanmış birer acının işaretidir. Kimseye bir zararımız yoktur bizim aslında. Zamanında bir olay küstürmüştür hayata, insanlara. Bizlerin ne kadar kültürlü olabileceğimizi düşünemezsiniz bile. İlk bakışta pislik içinde dilenci olarak görülürüz. Arada iyi niyetli biri çıkar hamama götürür temizler sonra sakallarımızı kestirir. Ama bunlar yapılırken bile teşekkürümüz bakışlarımızdaki hüzündür.

Size bir anımı anlatacağım. Şaşırdınız değil mi? Konuşmayan ben, insanlara küs olan ben anımı anlatacağım. İsmim mi? Boş verin ismin ne önemi var. Bana ne demek istiyorsanız ben oyum.
Ramazan ayı idi. Ramazanlar da belediyeler kimsesizleri toplar, onları sıcak bir ortama yerleştirir, muayene ettirip temizletir ve akşamları yemek verirler. Ama bu insani yaşamı bizlere sadece Ramazanda hak kılarlar.

Akşam yemeği için sofraya oturduğumda masanın bir köşesindeki delikanlı gözüme çarptı. Hiç bize benzemiyordu. Neden gelmişti milletin iğrenerek baktığı bizim gibilerin yanına. Hem de iğrenmek yerine aynı masada çorbaya kaşık çalıyordu.

Yemekleri dağıtan garson gazeteci bey buyur çorbanı dediğinde daha da meraklanmıştım. Gazeteci mi? Yemekler yenmiş kaldığımız yerin salonuna geçilmişti. Delikanlı yine kendine kuytu bir yer seçmiş notlar almaktaydı. Yüzünde sıcak bir tebessüm vardı. Sanki benden utanmanıza gerek yok, eğer utanılması gerekiyorsa o utanç bana ait der gibiydi. Sizleri bu hale getiren bizlerde kabahatin büyüğü der gibiydi. Dayanamadım yanına gittim. Yıllardır konuşmayan ben içimden gelen konuş konuş seslerine daha fazla engel olamıyordum.

Yanında ki koltuğa otururken yüzündeki o tebessüm bana sanki buyur diyordu. O da mı yoksa konuşmuyordu da gözleri ile temas kurmaya çalışıyordu benle. Birden ilerdeki görevliye seslendi. Arkadaşımla bana birer çay getire bilir misiniz? Arkadaşıma mı dedi. Benden başka kimse yoktu ki yanında. Görevli şaşkın şaşkın tabi gazeteci bey tabi hemen dedi. Ama çay getirmeye giderken bile kendi kendine söyleniyordu. Arkadaşıymış. Bir çayları eksikti diye. Bazen sağır olmakta yarar var sanırım. Her şeyi duymaya kalkarsak hayatı zindan ederiz kendimize. Benimki de laf şimdi sanki hayatımın zindan farkı var da.

Çaylarımız geldi. Bizlere plastik bardakla verilen çaylar gazeteci gencin arkadaşıma da dediği için öksüz doyuran dediğimiz biraz iri cam bardaktaydı bu kez. Hem de üç şekerli. Çaylarımızı yudumlarken dayanamıyordum artık içimden gelen baskılara. Ve yıllar sonra ilk merhabamı dedim. Delikanlı şaşırmamış gibi yaparak merhaba diye cevap verdi. Konuşmaya yeni başlayan bebekler misali susmak bilmiyordum. Saatler hızla akıyordu.

Sahur vaktine kadar sohbet etmiştik. Şaşırmıştı dünya klasiklerinden sinemaya, klasik müzik den ülkeler tarihine kadar bilgim olmasına. Beni dinlemiş ve dinlerken çoğu zaman gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Beraber benim hikâyeme ağlıyorduk. Bu nasıl bir duygu böyle. İki yabancı tek bir hayata ağlamakta, sanki özür dilerim bunları yaşadığın için demekte. Kendini hayatımın bir parçası olarak gören şu ana kadar olmamıştı hiç. Ramazan bitip gerçek yerlerimize sokaklarıma dönmüştüm. Taştan yastığıma, kartondan döşeğime dönmüştüm. Üşüdüm mü bakkal çöplüklerinden aldığım peynir tenekelerine ne bulsak atar onla ısınırdım.

Delikanlıyla üç dört güne sokak aralarında denk gelir merhabalaşır, bir isteğimin olup olmadığını sorardı. Ne isteye bilirdim ki. İsteyemeyeceğim bir şey vermişti bana dostluğunu. O dostluk ki beklentisiz çıkarsız. Üstümde ki pis kıyafetlerin, hatta pis kokumun bile bir anlamı yoktu görüşmelerimizde. Bir köşeye oturur kaldırımda zeytin biraz da peynir bir somunu bölüşür beraber yerdik. Hatta bazen takılırdım kendisine. Dün akşam neredeydin ziyafeti kaçırdın yine diye. Bazen çöpten margarin atıklarını bulurum. İçinde bir parça yağ kalır tam sıyırmazlar ve atarlar çoğu zaman. İşte benim ziyafetim derim o zaman. Fırıncıda iki üç günlük bayat ekmekten verdimi çocuklar gibi sevinirim o gün. Akşam hemen peynir tenekesinde güzel bir ateş, iki demir çubuğun üstüne ekmekleri yerleştirir kızartırım. Margarinim de var nasılsa kızarmış ekmek ve yağ. Dostuma kaçırdın derim yine. Gelse kızarmış ekmeğimden verirdim sıcak sıcak misler gibi kokan. Ama ya çay ikram edemezsem. Su ısıtırdım içine de bir iki tane nane attım mı naneli çay niyetine içerdik. Her ekmek kızartışımda aklıma gelir, ‘’arkadaşıma ve bana çay’’ diyen dostum. Hem de cam bardakta.

Uzun yıllar oldu görmeyeli. Buralardan gitmiş başka bir meslek seçmiş kendine diye duydum.

Nasıl bir dostluk tohumuydu? Bir konuşanla bir susan atmıştı. Biri temiz biri kirli bedene. Her iki beden de en temiz yere yüreklere. Bazen delikanlı karşımdaymışçasına Konuşmaktayım kendi kendime. Bu halimi görenler: Deliye bak kendi kendine konuşuyor diye işaret etmekte. Ben en azından kendi kendimle konuşuyorum. Ya siz akıllılar hiç kendi kendinize konuşa bildiniz mi? Eğer kendi kendinizle konuşmayı başarsanız utanırsınız Kendi kendinizle sohbeti bitiremezsiniz belki. Şimdi bu gerçekleri söyledim ya homurdanmaları duyuyorum. Hani sen yıllarca konuşmuyordun. Ne oluyor da susmak bilmiyorsun şimdi diye.

Susma zamanım geldi anlaşılan. Bu susmak sadece insan taklidi yapanlara. İçinde insan sevgisi yaşayanlara değil. Kulluk korkusu yaşayanlara değil. Sevgi tohumlarını yüreklerinde yeşerten, göz pınarlarıyla besleyen insan gibi insanlara değil bu susmak. Biliyorum ki bu susmam insanın insana haykırışıdır aslında. Susarak içinizde ki insanı, sokak da ki evimde ince belli cam bardakta çay içmeye bekliyorum iğrenmezseniz eğer.. Benim kapım herkese açık. Kapı da yok ya aslında. Siz eğer yüreğinizde ki kapıları açabilirseniz bizlere .

Gürhan Olcaytürkan
www.kafiye.net


Tarih 20 Tem 2013 Kategori: Remziye ÇELİK

ENGELLİ YÜREĞİM VAR

ENGELLİ YÜREĞİM VAR

Öyle ezanına bir kaç saniyeler vardı
Gözlerim pınarlarını döverken
Yüreğim kanatlarını kırmış
Ortalığı çınlatan bir sela sesi

Tarifi imkansız bir enkazın moloz yığını gibiyim
Paslı çiviler çakılıyor sanki her bir yanıma
Beynimin orta yerinde bir uğultu
İşte o ses merhumun adını haykırıyor

Buruk bakışlı gözlerin orta yerinde
Tesellisi imkansız sözlerin canımı yaktığı
Sığana-çak limanın veda zamanı geldiğini anlıyorum
Kimsesiz bir çocuk gibi yalnızlığıma ağlıyorum

Oysa ki maviyi ne çok severdim
Yıldızları sayar en güzeli benim ki derdim
Kahkahalarımla kıs-kandırdığım aşk masallarının
Şimdi kahramanı oldum

Ey lütfüne kurban olduğumun Rabbım
Sitem etmiyorum anlıma yazdığın kadere
Aşkların en büyü-lüsünü yaşasak da
Erken gelmişti veda zamanı

Artık yatağım buz gibi musalla taşı
Yastığım betondan bir kütle san ki
Umutlarıma sarılmak istesem olmaz diyor
Artık engelli bir yüreğim var biliyorum

Remziye ÇELİK
15.07.2013 Anlık dizelerdi sözler 14..00
www.kafiye.net


Tarih 20 Tem 2013 Kategori: Serpil TUNCER

Ben Böyle İstememiştim Ayrılığı

Ben Böyle İstememiştim Ayrılığı

Ben böyle istememiştim ayrılığı
Yemek yemeliydik önce,baş başa karşılıklı
İki dost gibi balkondan seyrederek dışarıyı
Limana bakan penceremizin resmi aynı
Ben böyle istememiştim ayrılığı
Işıkların altında hissedemedik ateşin kor sıcaklığını
Uzanıp kuytu bir derine,
Gülen gözlerini seyretmeliydim sevine sevine
Ben böyle düşünmemiştim ayrılığı
Hep sevmeliydim delice
Hiç istemedim dargınlığı

Serpil  TUNCER
www.kafiye.net


Tarih 20 Tem 2013 Kategori: Halim AKIN

SENSİZLİK

SENSİZLİK

Gözlerimde hüzün var, kalbimde vurgun
Senden yoksun yüreğim, gülmeye dargın
Sana olan aşkımdan, olunca sürgün
Bana bin gün geliyor, inan ki bir gün…

Kimseyi görmez gözüm, sen varken serde
Seni seven yüreğim, gark oldu derde
Gözlerimde uyku yok, iniyor perde
Güne güneş doğarken, sızarım her gün…

Hasret çekmek çok acı, ötesi ölüm
Seni arar gözlerim, anar hep dilim
Hiç bir şeyi yapmaya, varmıyor elim
Dizlerimde derman yok, sol yanım yorgun…

Sensiz olmak karanlık, sensizlik sızı
Yüzümde mutsuzluğun, silinmez izi
Yüce rabbim ne olur, yaz bize bizi
Yüreğim paramparça, ruhum çok durgun…

Halim AKIN
www.kafiye.net


Tarih 20 Tem 2013 Kategori: Mücella PAKDEMİR

DÖNGÜLERİN DÖRDÜNDEYİM

DÖNGÜLERİN DÖRDÜNDEYİM

Döngülerin dördündeyim.
Bozuntusuz, çözünmez…
Perdesizi kıyamda.
Perdelisi görmez.

Sevgi; can alacası…
Kâh kırmızı gül kokulu,
Kâh yeşil aşk dokulu…
Kabuk olur taze nüvelere.
O nüveler ki; şifredir şecere-i âleme.

Döngülerin dördündeyim.
Gözyaşından akseden
Varlığın ilk mayası
Letafet; sızmış eriyiğe.
Hakikate şahadette fânussuz şûle.

Merhamet muştu süvarisidir.
Altından parlak yeleleriyle
Semanın rahmet atları
Koşar cepheden cepheye.
Kuşanır ve kuşatır nizam ile!

Döngülerin dördündeyim.
Zîhayat, sağılmış katre.
Gönüllerdeki sürûr halka halka yayılır düzende.
Marifet nuruyla tutuşmuş firdevsî çerağ
Yanar kaidesinde nâzende.

Sıddık-ı Ekber, timsâlidir sadakatin.
Gülistana dönüşürken çöller
Hikmet akar hâcet oluklarından.
Fetih zuhur eder mânevî surlardan.
Dualarda, fâsılasız deveran…

Döngülerin dördündeyim.
İhtilâf yollarda tuzak…
Değmeden ilerlemek
Yiğit erlerin alnında kısmet.
Ne izafiyet ne hamâset…

Kir kaçışır köpük köpük.
Galebedeyse nefs-i emmâre
Yeryüzü iki bölük…
Şirk zifirî karanlıkta, zillete batmış küffar.
Melek kanatlarında Hakk’a gidiyor istiğfar.

Mücella Pakdemir
3. kitap şiirlerimden
www.kafiye.net


Tarih 19 Tem 2013 Kategori: Gülcan KORKMAZ

TÜRKAN

TÜRKAN

Dalgalanırdı rüzgara bıraktığın saçların,
Sanki onlarda kaybetmişti yönünü,
Işıl ışıl parlıyordu gözler.
Bazen zalimce bakar kalbime ok fırlatırdı,
O kadar güzel bir kızdı ki Türkan.

Boyundan büyük umutları vardı,
Bazen uzaklardan seslenir yalnızlığımı bozardı,
Bembeyaz elleriyle yeni umutlar tutardı aklından,
Bilmezdi ki kendi hangi aşığı köle etmişti kendine,
Gülerdi inci dişiyle bizim Türkan.

Ufak tefek bir kızdı ama,
Öyle bir asaleti vardı ki,
Gölgeler bile güneşinde duramazdı,
Merhametli şefkatli çocuk kalpli,
Dikenler bile batmaya kıyamaz o denli,
Sonra büyüdü bizim Türkan.

Kirpiklerine yaş değdi büyüdü,
Geceleri rüyalarına saklanarak uyudu,
Kimi seveceğini seçemezdi küçük kalbi,
Bir gün istemese de ona tutuldu,
Çok sevdi hem de çok,
Solmadı gözlerinin feneri bir kışla,
Ne fırtınalar gördü elleri,
Kaç defa ayazda kalkdı yüreğisi çığlıklarını yuttu.

Gözleri her gün pınar oldu,
Türkan, bizim Türkan çok gururluydu,
Geceleri yalnızlığına basmadan uyurdu,
Kaç limana gitti savruldu yüreği,
Kim bilir hangi acıları göğüsledi,
Kaç şarkıyı fısıldadı içinden bilemem,
Bildiğim bir şey var güzel Türkan.

Yüreğine hiç yas değmesin,
Matemin gökyüzünden hiç düşmesin,
Sen sevgiyi sevgiliye öğretensin,
Güzelliğin güzel yüzünden düşmesin,
B
ir gün üşürsen hayallerini sat bana ısınırsın,
Bir gün gelirsen yanıma asla yalnız kalmazsın,
Bir gün yalan söylersen eğer,
Gözlerime iyi bak yalanların bana kalsın,
Aşkı anlamak için daha iyi bir yer bulamazsın,
Türkan bırak kalbin kalbime buyursun.

Kapını hiç kapatma gözyaşın kurusun,
Saçlarını öyle dağıt ki rüzgara,
Kuşlar benden sana selam uçursun,

Gülcan  KORKMAZ
www.kafiye.net


Tarih 19 Tem 2013 Kategori: Gülcan KORKMAZ

EŞİTLİK

EŞİTLİK

Dünyada eşitlik var sanırdım
Seni görene dek
Artık anlıyorum eşitlik varmış
Ne renk kalmış ne ahenk
Senin çirkinliğin benim güzelliğim olmuş
Benim güzelliğim senin çirkinliğin

Bölünmüş saatler zamanlara
Her biri ayrı ayrı taraflara savrulmuş
Kimi çok sevmek için kullanmış onları
Kimi de sevilmek için

Hani herkes eşitti bu dünyada
Söylesene kaç tane anı sığdırabildin şu küçük hayatına

Ayrılık aşka eşit
Kalan gidene eşit
Güller bülbüle eşit
Siyah beyaza eşit
Doğru yanlışa eşit
Günah sevaba eşit
Dürüst yalancıya eşit
Aşk sadakate eşit

Sende bana eşit olmuşsun haberin olmamış
Peki neden çektiğimiz acılar eşit değil

Her insan eşitse bu hayatta
Yalanlarımız üstünü örtmüş bu eşitliğin gülmek için güzel anları beklemişiz
Oysa hayatta bir defa da olsa gülebilmek için kaç günümüz kaldığını hesap etmemişiz

Karanlık aydınlığa eşit
Yalan doğruya eşit
Savaş barışa eşit
Sen bana eşit
Soğuk sıcağa eşit

Oysa sen üşürken ben yanarım
Sen giderken ben varım
Bu dünyada eşitlik varmış anladım

Terazi ellerimden kayıp gitmiş
Renkler susmuş
Aşk pembe hayallerde kalmış
Bu dünyada eşitlik yalnız ’insan’ olmakmış

Ötesi benim köyüme uzakmış
Dünyada eşitlik varmış
Anladım seni görene dek
Eşitlik varmış ama
Dünyada bize yer kalmamış

Gülcan  KORKMAZ
www.kafiye.net