Kategoriler

Arşivler


Tarih 15 Oca 2014 Kategori: Gülcan KORKMAZ

ÖZGÜRLÜK

ÖZGÜRLÜK

Kaç gecenin sabahındayım,
Bilir misin?
Sen çok özgürsün,
Bana kanatlarını verir misin?

Özgür olmak için çok ihtiyacım var,
Sevgi kırıntılarına…
Kimin yanından geçsem:
Kalbi yaralı,
Bu aşktan değil,
Bir gönüle tutsak olmaktan olmalı.
Oysa hayallerimle özgürüm,
Uçabildiğim kadar.
Kimseye zarar vermez onlar,
Ki özgürlük sustu bugün,
İzin vermedi anlatmama!

Ne kadar özgürsün?
Prangalarla denizin ortasında bağlanacak kadar.
Bir çocuk gibi yalan söylediğinde,
Kendi doğrunu işittiğin kadar…
O kadar özgürsün o kadar….

Anlamazsın değil mi?
Senin saatin farklı zamanlarda çalar,
Dağlar karlarıyla özgürdür,
İnsan sevdiği kadar…
Şikayet etmem bergüzar bir aşka,
Özgür olmak için ya aklını satmalı insan,
Ya da kanat takmalı.
Bak ibret al martılardan,
Balıklar bile özgür değil ,
Sen ne kadar özgürsün inanmam.

Gülcan KORKMAZ
www.kafiye.net


Tarih 15 Oca 2014 Kategori: Saffet ÇAKIR

İNSANLAR VARDIR

İNSANLAR VARDIR

Hani insanlar vardır güneş mi güneş! 
Uyumak istersin sıcaklığında 
Ana gibi, baba gibi, yar gibi… 
Sözleri vardır, dağlara yağan kar gibi 
İnsan vardır, adı bile değiştirir kalp atışlarını 
Başının elmas tacı gibi, 
Bilinmez derdin ilacı gibi. 

İnsanlar geçer hayatından, keşke’lerin 
Düğüm düğüm olur dilinde 
Tanıdığına da pişman olduğun vardır 
Üzülürsün elinden tutmadığına da 
Ya da başını göğsüne dayamadığına da. 
İnsanlar geçer hayatından izleri silinmeyen 
Akan gözyaşları bilinmeyen…. 
İnsanlar geçer hayatından irili ufaklı 
Kimi sıradan, kimi yürekte saklı…. 

Saffet Çakır
www.kafiye.net


Tarih 15 Oca 2014 Kategori: Zülfiye DÖNMEZ

SEVMEDİM ŞU SON BAHARI

SEVMEDİM ŞU SON BAHARI 

İçimde 
Hiç bitmeyen hüzün 
Gözlerimden durmadan akan 
Kanlı gözyaşım 
Sol yanımda sızım sızlayan acım 
Sana olan hasretimden 
Kırıldı kanadım kolum 
Tükendi umutlarım 
Hayallarim darmadağın 
Hep yarım kaldı
Elim eline değmeden 
Gözüm gözüne bakmadan
Sözüm sözüne sarılmadan
Diz dize otururken
Temmuz sıcağında
Ter damlalarını silemeden
Yazın sonu geldi 
Ve sonbahar
Yaprak dökümü 
Hüznün adı 
Tüm umutlarım
Vuslat gibi
Başka bahara kaldı 

Zülfiye Dönmez
www.kafiye.net


Tarih 15 Oca 2014 Kategori: Mücella PAKDEMİR

BEN YANARKEN SEN DÖNDÜN MÜ?

BEN YANARKEN SEN DÖNDÜN MÜ?

Aysel, dantelli beyaz geceliğinin üzerine saten sabahlığını geçirip, ses çıkarmamaya dikkat ederek aynanın karşısına oturdu. Kocası Bilal henüz uyanmamıştı. Kahvaltı masası hazırlanmadan uyandırıldığında çok kızıyordu. Kızmakla kalmayıp, hakarete varan sözlerle karısının kalbini kırıyordu. Aysel dalgalı sarı saçlarına parmaklarıyla şekil vererek tepesinde topuz yaptı. Ardından banyoda elini yüzünü yıkayıp mutfağa geçti. Seri hareketlerle kahvaltılıkları tepsiye yerleştirdi ve oturma odasına taşıdı. Bir yandan da sabaha karşı gördüğü rüyayı hatırlamaya çalışıyordu. Rüyasında, köylerinin incecik akan deresinin kıyılarında Yusuf’uyla birlikteydi yine. Yusuf, yosun renkli gözleriyle Aysel’e uzun uzun bakmış, bakışlarıyla onu ne kadar çok sevdiğini haykırmıştı. Yusuf, Aysel’in rüyalarında nedense hiç konuşmaz, sadece bakar, sarılır, aşkını böyle ifade ederdi. Belli ki sevdiği kızın bir başkasıyla evlenmesine bir tepkiydi bu. Olsun, bu kadarına da razıydı Aysel. Kavuşamadığı aşkıyla sık sık rüyalarında buluşmak da onu mutlu etmeye yeterdi. Onu o kadar çok özlemişti ki! Elini sevdiğinin adıyla çarpan kalbine bastırdı. “Ah Yusuf’um, neredesin? Hadi, çık gel, beni bu kahırdan kurtar.” diye inledi. Hep bu hayalle yaşıyordu. Bir gün, aşkı aniden karşısına çıkacak ve “Gel desem, gelir misin?” diye soracaktı. Yüzüne sevimli bir gülümseme yayılmıştı. Düşüncelerinden uzaklaşıp, fokurdamaya başlayan çaydanlığın altını kapattı ve kocasına seslendi.

– Bilal, kahvaltı hazır. Hadi, kalk artık!

Bilal, karısının sevgisiz, soğuk sesini duyarak uyanmıştı. Gerinerek yatağında doğruldu. Esneye esneye lavaboya gitti. Havluyu, kurulandıktan sonra omzuna atmış, masaya otururken de koltuğun üzerine fırlatmıştı. Aysel onun bu hareketlerine sinir olur, etrafı gereksiz yere, kasten dağıttığını düşünürdü. İçinden “Ya sabır!” çekerek, kocasının çayını doldurdu. Bilal, bardağındaki şekeri gürültülü bir şekilde eritirken buz gibi bir ifadeyle kendisine hizmet eden karısının yüzüne baktı. Kaba bir ses tonuyla dişlerinin arasından konuştu.

– Yine kızamık geçirmiş gibisin. Allah rızası için git yüzüne bir şeyler sür, şunları kapat! Tahammül edemiyorum seni böyle lekeli görmeye.

Tahammül edemediği Aysel’in çilleriydi. Oysa Yusuf ne kadar çok beğenirdi Aysel’in çillerini. Her bir çile parmağıyla dokunur, sonra da parmağını dudağına götürüp tek tek öperdi. Bir gün “Aysel hiç dikkat ettin mi? Çillerinde adım yazıyor.” demişti. Ne yüce bir sevgi idi bu? Ancak derin bir aşkla bakan gözlerin görebileceği -belki de hiç olmayan- bir yazıyı okumuştu. Aysel aynı sevgi dolu sözlerle cevap vermişti: “Kaderimde de senin adın yazıyor bir tanem.” Sarılıp, ağlaşmışlar, dua etmişlerdi. “Allah her iki dünyada da bizi ayırmasın.” 

Olmamıştı işte! Yusuf’un askere gitmesinden sonra, köyün delikanlılarından Bilal, bu ayrılığı fırsat bilerek Aysel’e talip olmuş, yüklü miktarda başlık parasıyla Aysel’in babasının gözünü döndürmüştü. Aysel ne kadar karşı çıkmışsa da kimseciklere laf geçirememişti. Hatta son gece bile babasından bu yüzden dayak yemişti. Ağlamaktan şişmiş gözleri, darbelerden morarmış bedeniyle, titreye titreye nikâh masasına oturmuş ve ailesinin baskısıyla “Evet.” demişti. Dokuz ay sonra, Bilal, amcasının yardımcı olmasıyla kasabada bir iş bulmuş ve köyden taşınmışlardı. Daha ilk geceden itibaren, kocasıyla arasına buzdan duygusal bir dağ koymuş, her geçen gün bu dağı büyütmüştü. Yüreğini sadece Yusuf’un hayaliyle ısıtıyordu. Ona duyduğu özlemle her gün yanmaktaydı. Yine inledi. “Yusuf, Yusuf’um!”

Bilal, karşısındaki sandalyede düşüncelere dalmış karısının dudaklarından dökülen sözleri duyar duymaz, elindeki çayı onun yüzüne fırlattı. Ardından, yerinden hışımla kalkarak, onun üzerine yürüdü. Tüm gücüyle dövmeye başladı.

– Yusuf ha! Yine mi Yusuf? Unut artık onu, unut! Senin kocan benim. Beni seveceksin, Yusuf’u değil. Bıktım artık, bıktım. Öldüreceğim seni.

Çıldırmış gibiydi. Ağzından tükürükler savura savura hakaret ediyor, kadıncağızı yerlerde sürüklüyordu. Neden sonra dövmeyi bıraktı. Masanın üzerinde ne varsa yerlere attı. Sağı solu tekmeleyerek hiddetini dindirmeye çalıştı. Yerde baygın halde yatan karısına bir tükürük atarak, kapıdan dışarı fırladı. “Allah’ım, ne zaman bitecek bu çile?” Ağlayarak koşarcasına yürüyordu. Yusuf’la Aysel’in büyük ve aşılmaz sevdalarını bile bile böyle bir evliliğe kalkışmanın cezasını çektiğini biliyordu ama içindeki umut kuşu daima, “Bekle, bir gün Aysel seni sevecek.” diye ötüyordu. İki yıldır bekliyordu. O gün bir türlü gelmek bilmemişti. Bu gidişle, ölene kadar da gelmezdi. “Sev beni Aysel’im, sev beni. Ben seni çok seviyorum çünkü. Ölümüne seviyorum. Ne olursun unut şu Yusuf’u. Ruhunu bana teslim et aşkım.” Gözyaşlarını titreyen elleriyle silerek, toparlanmaya çalıştı. Aysel’i döverken eline bulaşmış kanı o anda fark etti ve içi sızladı. “Ah! Ellerim kırılsaydı da sana vurmasaydım.”

Akşam, iş çıkışı çiçekçiye uğradı. Kırmızı bir demet gülle evine döndü. Zili uzun uzun çalmasına rağmen kapı açılmamıştı. Cebinden anahtarı çıkartıp kapıyı açtı ve eve girdi. Sesinin tonunu yumuşatarak seslendi.

-Aysel, ben geldim canım. Sabah için çok özür dilerim. 

Salona girdiğinde, gördüğü manzara karşısında bayılacak gibi oldu ve yer ayaklarının altından kaydı. Düştüğü yerden dizlerinin üzerinde doğruldu. Bağıra bağıra ağlıyordu.

– Ne yaptın sevgilim? Neden yaptın, neden? 

Aysel avizeyi sökmüş, demirine bağladığı ipe kendini asmıştı. Epey zaman geçtiği, cansız bedeninin morarmasından anlaşılıyordu. Sağ elini elbisesinin yakasından içeri sokup kalbine bastırmıştı. Tekmelediği sandalyenin hemen yanında, ölmeden önce yazdığı mektup duruyordu. Bilal zar zor gücünü toparlayarak ayağa kalktı ve haykırarak dışarıya koştu. Yan binadaki komşularının kapısını deli gibi yumruklamaya başladı. 

-Ahmet, Saniye, açın kapıyı. Ne olur yardım edin. Allah aşkına açın. Açın, açın.

Tekrar yere çöküp hıçkırarak ağlamaya devam etti. Ahmet kapıyı açıp Bilal’in halini görünce durumda bir fevkaladelik olduğunu sezmiş, Bilal’i oracıkta bırakıp, komşusunun açık olan ev kapısından içeri dalmıştı. Birkaç saniye sonra dışarı fırlayıp karısına seslendi. Saniye kocasının arkasından çıkmıştı zaten ve olan biteni anlayabilmek için yerde dövünen Bilal’e sorular soruyordu. Bilal’in cevap verecek hali yoktu. Kendisine seslenen kocasının yanına seğirtti.

– Ne olmuş? Ne var?

– Felaket olmuş Saniye. Aysel kendini asmış. Ben Bilal’in yanında durayım, bir delilik yapmasın. Sen polise telefon aç; olur mu? 

Diğer komşular da gürültüyü duyup, kısa zamanda toplanmışlardı. Eve giren çıkan belli değildi. İki ev ötede oturan Leyla Hanım, yerdeki mektubu fark edip aldı, Bilal’e daha sonra teslim etmek üzere cebine koydu. Bu kargaşada kaybolmasından korkmuştu. Polis Bilal’i sorgulamak üzere karakola götürürken, olay yerine çağırılan savcı, görevlilere Aysel’i asıldığı yerden indirtti. Aysel’in cansız bedenini halının üzerine yatırdılar. Saniye, rapor tutulduktan sonra Aysel’in göğsüne bastırdığı elini yakasından dışarı çıkartıp, yanına uzatmak istedi. İşte o zaman, elinin altında bir fotoğraf olduğunu fark etti. Bu Yusuf’un fotoğrafıydı. Sürekli kavga eden genç komşularının sırrını biliyordu Saniye. Bir gün Aysel’le dertleşmiş ve bu büyük sevdayı onun ağzından dinlemişti. Yusuf’un fotoğrafını da göstermişti Aysel. Saniye arkadaşının üzerine kapanıp ağladı.

– Zavallı kardeşim. Yazık oldu sana, çok yazık! Sonunda canına kıydın işte. Bu aşk bitirdi seni. Sebep olanların Allah cezasını versin inşallah.

Komşular dolapların birinden çıkardıkları çarşafı mevtanın üzerine örtmek için Saniye’yi kenara çekmişlerdi. Leyla Hanım, Saniye’nin yanına gelerek, “Ben de bu mektubu yerde buldum.” dedi. “Açıp okuyalım mı?” Birkaç kişi daha gelmişti yanlarına. Hepsi de mektupta ne yazdığını merak ediyordu. Komşu kızlarından Sanem daha fazla dayanamadı ve mektubu Leyla Hanım’ın elinden çekerek zarfından çıkarıp okumaya başladı.

“Bilal! Başkasını sevdiğimi bile bile, parayla ailemin gözünü boyayıp, gönül rızam dışında benimle evlendin. Sen benim sevdamın seninle evlenince biteceğini mi sanmıştın? Bitmedi işte, görüyorsun. Ruhuma asla sahip olamadın. Olamazdın. Çünkü bir an bile seni sevmedim. Kalbime girmeye çalışman boşunaydı. Orada Yusuf vardı ve sana yer yoktu. Bunca zaman hem kendine hem de bana eziyet çektirip durdun. Değdi mi? Seni Allah’a havale ediyorum. Ölene kadar yüzün gülmesin.” 
Sanem gözyaşlarını silmeye çalışarak, titrek sesiyle mektubun arka yüzünü çevirip okumaya devam etti.

“Yusuf’um, sevdiceğim, gözümün nuru, gönlümün efendisi, kekik kokulu aşkım… Ölüme bu kadar yakın olduğum anda şuna inanmanı isterim ki; seni sevmekten hiç vazgeçmedim ve hiç pişman olmadım. Bugün kocamdan dayak yedikten sonra köye telefon ettim aşkım. Artık bu çileli hayatıma devam edecek halim kalmamıştı. Beni kabul etmeyeceklerini bile bile baba evime dönmek istedim. Sana kavuşmak umudum hep yüreğimdeydi. Sensiz nefes alamıyordum artık. Ayaklarına kapanacak, beni affetmeni isteyecektim. İnanıyordum ki sen de beni hâlâ seviyordun. Annem senin yakında evleneceğin haberini verince yıkıldım. Demek ki Yusuf’um beni unutmuş, dedim. Demek ki bunca zaman ben yanmışım, o sönmüş, dedim. Demek ki yaşadığımız o büyük aşk yalan olmuş, dedim. Neden vazgeçtin benden sevdiğim? Neden beni hiç arayıp sormadın? Neden gelmedin? Oysa ben her sabah “Yusuf’um bugün gelecek ve beni götürecek.” umuduyla uyandım. Ama sen gelmedin. Şimdi de evleniyormuşsun. Söyle aşkım, onu da benim kadar sevdin mi? Çillerinde ismini okudun mu? Saçlarından bir tutamı mendiline koyup göğsünde sakladın mı? Benim saçlarıma ne yaptın? Hangi çöplüğe attın sevgilim? Yosun gözlerinin bebeğine hangi kızın resmini astın canım? Beni hangi karanlığa gömdün? Sen bile benden sevdamı çalamazsın; biliyor musun? Elveda yaşama sebebim. Elveda büyük aşkım. Bu dünyada sana kavuşamadım ama ahrette seni arayıp bulacağım. Cennet ırmaklarına ayaklarımızı daldırıp gümüş kanatlı kuşlara el sallayacağız. Biz mutluyuz çünkü artık kavuştuk, diyeceğiz. Fotoğrafını öpüyorum şu anda ve seni çok sevdiğimi söylüyorum. Son nefesimde adını haykıracağım. Duy beni aşkım, duy beni.” 

Herkes ağlıyordu. İç paralayıcı derin bir sevdanın ölüme götüren feci sonucuna şahit olmuşlardı. Sanem mektubu katlayıp zarfın içine yerleştirdi ve arabasına binmek üzere olan savcıya teslim etti. Bilal bu mektupla temize çıkmıştı. Serbest bırakılır bırakılmaz eşinin cenazesini köyüne götürmek üzere yola çıktı. Köy mezarlığına Yusuf da gelmişti. Bilal, cenazenin defin işlemi biter bitmez, bir türlü başa çıkamadığı bu ölümcül aşkın kahramanının yanına yaklaştı ve Aysel’in yazdığı mektubu cebinden çıkartıp gözü yaşlı Yusuf’a uzattı. “Hakkını helal et.” diyerek uzaklaştı. 

O gece Yusuf eve gitmedi. Ailesi her yerde onu arıyordu. Sabaha karşı köylüler dere kenarında cesedini buldular. Babasının silahıyla kendisini vurmuştu. Göğüs cebinde, içinde Aysel’in saçları olan katlanmış bir mendil vardı.

Mücella Pakdemir
www.kafiye.net


Tarih 15 Oca 2014 Kategori: Şevki KAYATURAN

HAYAT VEREN NEFESSİN

HAYAT VEREN NEFESSİN

Dolu bulutlar gibi asumanda gezerim
Dökülürken gözyaşım korkarım ki üzerim
Sabırla kulaç atıp sevdam için yüzerim
Sen bana bu hayatta hayat veren nefessin. 

Ne çöllere savruldum ne güneşte kavruldum
Her nazını çektim de hiç demedim yoruldum
Beni benden alansın sözlerine vuruldum
Sen bana bu hayatta hayat veren nefessin. 

Ferhat edip dağlarda suyu bulduran sensin
Karda açan çiçeği basıp solduran sensin
Saçlarımı ah çekip tutup yolduran sensin 
Sen bana bu hayatta hayat veren nefessin. 

Yatırlara giderek mumlar yaktım elimle
El açıp dua etim yaratana dilimle
Çağırırsan gelirim kucağımda gülümle
Sen bana bu hayatta hayat veren nefessin. 

İki gönül bir deyip koşup gezip tozsalar
İkimizin aşkına derin mezar kazsalar
Mezarımız taşına çok sevdiler yazsalar
Sen bana bu hayatta hayat veren nefessin. 

Kayaturan aşkından kar gibi eriyorum
Hayal mi gerçek misin serap mı görüyorum
Adım adım vuslata seninle yürüyorum
Sen bana bu hayatta hayat veren nefessin. 

14.01.2014 Saat : 00.04
Şevki KAYATURAN
www.kafiye.net


Tarih 9 Oca 2014 Kategori: Tülay ASLAN

BERDEL


BERDEL

Ağa kızı nazlıdır gözü gönlüde toktur
Onüçün de berdel ,düğün dernek kurulmuş
Kapısında kesilen koyunları pek çoktur
Çocukluğu çalınmış yükü ağır yorulmuş

Bebeleri yaşamaz bir bir toprağa saldı
Misafiri severdi herşey geride kaldı
Birden herşey değişti sonunda olan oldu
Çocukluğu çalınmış yükü ağır yorulmuş

Baba evine gider yavrular kollarında
Yetim aylığı azdır ,tarla iş yollarında
Çok çalışır çabalar derman yok dallarında
Çocukluğu çalınmış yükü ağır yorulmuş

Yalnızlığa direnir yoksulluk olmuş azap
Öksüzlerini korur yaşam olmuş ızdırap
Kadere razı gelmiş yuvası olmuş harap
Çocukluğu çalınmış yükü ağır yorulmuş

Zenginken fakirliğe diktir başını eğmez
Ekmeğini paylaşır cimriliği hiç sevmez
Herkesi sever sayar yardımlardan kaçmaz
Çocukluğu çalınmış yükü ağır yorulmuş

Gençliğini kendini çocuklara adayıp
Yeniden evlenmeyi sevdayı yasaklayıp
Çilelerle tükenen senelerini sayıp
Çocukluğu çalınmış yükü ağır yorulmuş

TÜLAY  ASLAN
www.kafiye.net


Tarih 9 Oca 2014 Kategori: Safiye SAMYELİ

YÜREĞİMDE İSYAN VAR


YÜREĞİMDE İSYAN VAR 

Sanma ki çok mesudum sen gideli buradan
Kaburgamın altında inceden bir sızı var
Saymadım ki ayları kaç yıl geçti aradan
Sensiz geçen her güne yüreğimde isyan var

Gözlerim kan çanağı hasretin uyutmadı
Vuslat için kurduğum hayallerim tutmadı
Söylediğim yalanlar gönlümü avutmadı
Sensiz geçen her güne yüreğimde isyan var

Her akşamım çok gamlı geceler sensiz oldu
Kurumadı kirpiğim gözlerim densiz oldu
Hayatım darmadağın her şey düzensiz oldu
Sensiz geçen her güne yüreğimde isyan var

Sanki sen mihrabımdın ben önünde diz çöktüm
Duvardaki resmine saatlerce dil döktüm
Ses vermedin çağrıma garip boynumu büktüm
Sensiz geçen her güne yüreğimde isyan var

Bil ki matem tutuyor bedenimde beş duyum
Nefesim daralıyor çekiliyor can suyum
Bilirim can çıkmadan değişmez benim huyum
Sensiz geçen her güne yüreğimde isyan var

Çekip indireceğim şu güneşe bir ersem
Yeter mi sanki sana ömrümden ömür versem
Yâr ölüme razıyım gelişini bir görsem
Sensiz geçen her güne yüreğimde isyan var

Safiye SAMYELİ
www.kafiye.net


Tarih 9 Oca 2014 Kategori: Afet İnce KIRAT

SEN GELİNCE AKLIMA


SEN GELİNCE AKLIMA

Sen gelince aklıma, öksüz camlarda sözüm
Eli zarafet giymiş kelimeler canlanır
Gamzeme sen dolarsın bir ırmak olur gözüm

Sükûnet işli kalbim birden heyecanlanır.

 

Sen gelince aklıma, karanfil yaprak döker
İpek şala bürünür gün batmadan gökyüzü
Hovarda ıslığımı dilim dilinden söker

Bahar şarkısı çalar kıskandırır son güzü.


Sen gelince aklıma, yağmurun avucunda
Sessiz serçeler öter dalında akasyanın
Güneş doğar gülerek parmağımın ucunda

Tüm sevdalar canlanır üstünde Amasya’nın.

Sen gelince aklıma, döner bir keskin hançer
Yüreğimin üstüne vurur acımaz vurur!
Gözlerim kapılarda bekliyorken bir haber

Mektubun uçar suya umut ırmağım kurur.

Sen gelince aklıma, saçlarına taktığın
Ak leylağın altında asılırım bir iple
Sönecek mi bu ateş nefesinle yaktığın

Baş etmem mümkün müdür firkat adlı rakiple?

Sen gelince aklıma, kumdan kalem yıkılır
Kalem elimden düşer yazamadan arından
Silinmiş hayalinle boğazım da sıkılır

Çekilirim sessizce hayatın kenarından.

Sen gelince aklıma, eteğini savurur
Gölgelere sarılır sessizce yeşil vadi
Susuz kalır bahçeler vuslat narıyla kurur

Dayanmak mümkün değil ne olursun gel hadi!

Afet İnce KIRAT
www.kafiye.net

 


Tarih 9 Oca 2014 Kategori: Öyküler

Acı Buruk Bir Özlem Var Yüreğimde


Acı Buruk Bir Özlem Var Yüreğimde

Yıldızlar doğuyor gecelerimin matemine
Dizlerime koyup başımı,duvarda ki,resmine bakıyor,
Tek bir kelime etmeden,suslara gem vuruyorum !…
Pespembe hayallerim din,şimdi ise bir sen yoksun.
Alıp götür/dün;senli olan ne varsa !…
Gönlünü alıp gelemedin,gönül mabet’ime.
Sana ne diyeyim gönül senin gönlün…

Aşkın bencesi,baştan söyleyeyim saklambaç gibi.
Neyleyim hasretim belki b/aşka baharlara, çiçek açarız?
Ben senden çok mu şey istedim gülüm?
Ayrılığın kaçınılmazlığına inandırdın beni !…
Bundan sonra kendimden başkası olmayacak,
Bir feryattır içimdeki,hislerimi anlatacak kadar,
Yalnızlık öğretir hayatın çıkmaz sokaklarını,

S/anma ki,senden hatıra kalmaz can kırıkları.
Kalemim den sitemler dökülür.
Bir daha asla sevmeyeceğim !…
Çaresiz boynum bükülür.
Ah ile vah ile, bitti tükendi ömür.
Yine gözlerim doldu,yokluğuna, şiir yazarken.
Bir uçurumun kenarındayım,sigaramın son, dumanını çekerken…
Bir bavul dolusu düş kırıklıkları,
siyah kirpiklerim de sallanırken…

Azrail’im oldun sen,toprağım olup üstümü örtme !…
Hani tüm mutluluklar bizimdi?
Yeminimiz ahtımız vardı,ayrılık hesap da yoktu?
Kendim ettim kendim buldum,mutluluk benim için bir, hayal oldu !…
Söyle kim,kimim var, yaralarımı saracak?
Unut beni vefa/sızım,artık hiç bir şeyin, tadı tuzu olmayacak !… 

Emine ÖZTÜRK(Balım Sultan)
www.kafiye.net


Tarih 9 Oca 2014 Kategori: Öyküler

Kahpe Felek


Kahpe Felek

Kırarsan kalbimi feryat ederim 
Kahreder kadere çeker giderim
Hayatım sürprizle dertlerle dolu
Böylemi kaderim ey kahpe felek

Kederle efkarı dost dedin bana
Verdin ağuları koyup fincana
İnanki içerim ben kana kana
İçipte ölürüm ey kahpe felek

Yıllarca taşıdım seni kalbimde
Yük oldu demedim sana bir kere
Saklarım sevdamı sır olur sere
Hüznüm saklı kalır ey kahpe felek

Canım dediklerim aldı canımı
Sarmışlar inanki dörtbir yanımı
Versem alacaklar şimdi kanımı
Bilmem nedir çare, ey kahpe felek

Emine ÖZTÜRK/Balım Sultan/
www.kafiye.net