Gökyüzü Kokan Annen

Yine korkularla boğuştuğum ve onların galip geldiği bir geceyi daha ardımda bıraktım. Uyuyamıyorum ve bunu sıcakların üstüne atıyorum; uyutmuyor şu sıcaklar! Kendime bile yazmadan itiraf edemediğim korkularım var. Boğazıma yapışıyorlar. Bence her insanın gırtlağına düğümlenen korkuları vardır. Çoğumuzun yatağının baş ucunda bulundurduğu dua kitabı bundandır.
Kendi kabuğuma çekildiğimden beri bazı taşları yeri oturtmaktansa var olan her şey darmadağınıklaşıyor. Ben mutsuz bir kadınım. Kadınlığın getirisi galiba bu. Çünkü küçük bir kızken böyle değildi duygularım. Babam da böyle değildi. Ah babam, ah koca adam… Belki de onun değişikliğidir beni mutsuz ve ruhsuz kılan. Eskiden beni sevdiğine emin olduğum tek insanın da beni sevmediğini hissediyorum. Belki benim kabahatlerim yüzünden fakat ben sanıyordum ki ne yaparsam yapayım o beni koşulsuz sevmeye devam eder. Sahiplenir. Yanımdan ayrılmaz. Yastığına rimeli bulaşmadan büyümez hiçbir kadın, demiştim. Diğer faktörse bu sanırım. Babası tarafından terk edilen her kız kadınlığa adım atar. Büyür, yaşlanır ve belki ölür. Ben babam beni terk ettiğinde yeterince büyüktüm zaten, yazarken yaşlı ve şimdi ölüyüm. -Kendime ve doğmamış kızıma söz veriyorum ki babası hep yeryüzünü ve gökyüzünü hayran bırakacak kadar sevecek onu.-
Sigaraya başladığım günden beri yalnız hissediyorum kendimi. Rina da yok eskisi gibi, babam da… Bazen öksürük krizlerim oluyor, sigaram sağ olsun, bu sayede kulaklarımı patlatan sessizlik bölünüyor bazı geceler. Geceler bence yasaklanmalı. Yani, hava kararmadan uyutulmalı tüm insanlar. Çünkü benim içimdeki tüm korkunç düşünceler, beynimdeki canavarlar ve müziğim, sadece geceleri canlanıyor. Onlar canlanıyor, ben bir kez daha ölüyorum.

Bir kadın camları açık uyuyorsa ona iyi davranın. Yalnızlığını gökyüzüyle örtmeye çalışıyordur o kadın. Kokusu şehre karışsın, şehrin kokusu ve gürültüsü odasına dolsun istiyordur. Yalnızdır o kadın. Yazıktır… İyi davranın.

Bana bir adam, bir gün, şöyle demişti, hiç unutmam: Bir gün sensiz kalırsam damarlarımı keserim; dünyayı sarabilecek kadar uzunken seni saramıyorlar diye. Ah! Aşk güzel şey. Aşk benim için; ayaklarım sıcak uyumak, ağlarken bir omuz, uyurken bir göğüs, yeni gelen bir mektup, pazar kahvaltısı kadar nefaset timsali, biraz da mavi… Aşkın rengi de kokusu da mavi, diğer şairlerin dediği gibi. Ve mavi olmasaydı şayet bence aşkın kokusu kömür sobasının üstüne koyulan portakal kabuğu olurdu. Portakalı ve kış mevsimini hiç sevmem. Her neyse.
Bana çok adam şiir yazdı, lakin hiçbiri bana şiir olamadı. Ben bir adamı yazdım yalnızca, yıllarca. O bile şiirim olamadı. Şiir bir insanı terk eder mi? Bence etmez. Bir gün evlenebilecek kadar güvenirsem bir adama, ona klişeleşmiş sıfatlarla hitap etmeyeceğim; yalnız ve yalnızca “Şiirim” diyeceğim. Şiiri şiir yapan imgedir benim için ve sırf bu yüzden kızım olursa adını İmge koyacağım. Yuvam da edebiyat kokacak, yani umuyorum. -Umarım umduğum her şey gerçek olmaz. Çünkü sevdiğim adamı kaybedeli yıllar oldu ve hala ben ondan başkasını yuvam bilme düşüncesinden ölesiye korkuyorum. Ah, korkular… Yine en başa döndüm.-
Ben mesela kızıma, annemin bana ettiği gibi annelik etmekten de çok korkuyorum. İnsan ne görürse onu yaparmış, öyle diyorlar. Ben yapmayacağım. Annemi çok severim ama onun gibi bir anne olmayacağım. İsterse kızım beni hiç sevmesin. Benim kızım, yirmi yaşına da gelse ben dizime yatıracağım onu. Saçlarından öpeceğim en çok. Ben onu hep öpeceğim, samimiyetle. Kokusunu içime çekerek… Ve bir yerde okumuştum “Kızımın sırf dünyaya gelmesinde rol oynadığım için beni sevmesine karşın ekseriyetle beni insan olduğum için sevmesini yeğlerim” diye. Ah, nasıl içime dokundu o cümle. Benim kızım, ah güzel kızım! Saçlarından cennet toplayacağım. Bak benim adımın anlamı, cennette cennet ehli, meyvesinden rahat yesin diye baş aşağı duran ağaç ve kimse benim yapraklarımdan öpmedi. Oysa benim yanımı cennet bilebilecek her insan için meyvelerimi sunabilirdim, seve seve. Ben senin yapraklarından öpemeyeceğim ama mısralarından öpeceğim. Yazdığım en güzel şiir olacaksın ve güzelim, iki doğum günün olacak. Biri rahmimden dünyaya göz açtığın gün, diğeriyse Dünya Şiir Günü. Sen doğmadan ölürsem diye endişeleniyorum bazen. Bir gün bunları okuyamazsın diye endişeleniyorum. Yahut seni doğurduktan sonra ölmekten korkuyorum. Seni bu korkunç dünyada iğreti duran bir cennet parçası olarak bir başına bırakmaktan, yetiştirememekten, her anında yanında olup sana destek olamamaktan, saçlarına gömülüp uyuyamamaktan korkuyorum. Benim korkularım büyük, şimdi geçelim bunları en iyisi. Ben ki, baban olsun diye her gece dua etmeme karşın hiçbir zaman baban olamayacak o adam başkasının kokusuyla uyur diye de çok korkuyorum. Korkulara endeksli bir hayatım var ve sanırım bu yüzden Kafka, en sevdiğim yazar. Bu arada yazar demişken, bence herkes yazar olabilir ama herkes şair olamaz. Elbette yazarlık da zor lakin biraz kitap okuyan insan duygularını şöylemesine yazmaya kalkışsa, yazar olur elbet. Şairlik başka bir mertebe ama. Başka bir gezegenden gelmek gerek şair olmak için bence. Ve gezegenine aşık olduğum adamdır Süreya. Bak güzel kızım, doğmuşsan ve şu an bunu okuyorsan, isim babandır Süreya. Bunu sana muhtemelen söylemişimdir zaten çoktan. Onun imgeleri beni sana doğmadan aşık etti, bilesin. Her neyse.

Penceresi denize açılan bir odanın en güzel yanı bu olsa gerek; sayfalarca yazmak. Fakat şimdi biraz da okuyacağım; sahaflardan yeni aldığım kitaplarım, kokularıyla beni davet ediyor.
Ve kızım, son bir şey daha; bir gün bir adama aşık olursan ilk bana anlat. Söz veriyorum seni can kulağıyla ve Tom Waits dinler gibi sevgiyle dinleyeceğim. Şefkatliysem bu senin için. Seni seviyorum cennet meyvem, seni seviyorum.
Gökyüzü Kokan Annen.
Tuğba Karademir (mavi)
www.kafiye.net