SEVMEK

Sevmek nedir, 19 yaşımdan bu yana bu dipsiz, sonsuz soruya yanıt arıyorum. Sekiz yıldır pek çok şeyi sevdim. Sevdiğim ilk şeyi hatırlamak için anılarımı zorluyorum az çok. Aslında bu bir bahane. Sevdiğim ilk şey bu günlerde tüm kalbimle ve ruhumla ayrılmak istediğim dünya ehli. Öğrendim ki sevilen değişirmiş…

Sonra büyüdüm, dertlerin altında ezilmeye başladım edebiyatı sevdim, yazılar yazdım, yazdırdım. Belki zorunluluk, belki dünya hali, belki de acizlik belgesi. On iki yaşındaydım ve en olmayacak şairler okudum. Sevmek, montumu montunun üstüne asmak demekti o zamanlar, kalemliğimden en güzel kalemleri ona vermekti. Anladım ki, seven değişirmiş.

Geldim on üçüme. O iki rezalet kafa, o kıskançlık, o kibir. Hepsi alıp götürsünler sizleri benden. On üçümde onları sevdim. Onların derdi ise bugün kaç odun kırdığımdı. Onların derdi düşürüp sonra kaldırıp iyi rolünü hakkıyla oynamaktı. Zaten ne okul tuttu, ne kalp, ne insanlık anlayışı. Bildim ki seven değişirmiş…

Ah benim biricik on dördüm. Benim en güzel yaşım. Dertler boğazıma kadar çıktı, vücudumda kan yerine göz yaşı akmaya başladı. Evim her gün başıma yıkılıyor, dinlemede kalıp çıkaran nedir? On üçte bırakmıştım. Kırgınlık hiçbir uğraşıma izin vermiyordu. Sadece kırık kalbimi onarmak için vaktim vardı. Kırıklı yerini aşka bıraktı, kalbimi iyileştirirken koskaca bir yara açtı. Neyim var, neyim yok her birini harf harf yazdım. Nece gece bildim, ne gündüz! Ne uyku bildim, ne sabahı! Sevdim. Doya doya sevmeyi, umutlarla, hayallerle sevmeyi çok sevdim. Kalpte ne var ne yok hepsini verdim. Şarkılar söyledim onu sevdim. Şiirler yazdım, onu sevdim. Uyudum uyandım, onu sevdim. Ağladım, güldüm, gezdim, onu sevdim. Bir an düşmedi kalbimden. Düşünürüm bazen şiir yazmak, sevmek demek mi? Ama boşa yorulduğumu anladım. Bir yıl içimde bir sevgi büyüdü. Şimdi o, onun da içinde. Bundan hiç pişman olmadı, olduramıyorum da. Ve en sonunda kabul ettim ki sevdiğim şeyde onun bir parçası varmış, seven hep severmiş..

İnsan neyi sever biliriz. Mesela hediyeler sever, sıcak bir günde soğuk su sever, kıyafet sever ya da kedi sever. Sevilir bunlar. Sevimli ise işe yarar, göze hitap eden her şey sevilir. Ama ölüm sevilmez, yara almak, ağlamak, terkedilmek, yalnız kalmak sevilmez değil mi?  Ben bunları gördüm geçirdim. Yaşıma bakmayın. Çok insan tanıdım. Kendine yabancılaşıp kendine kaçmak isteyen, ölümü tatmak için ölümle savaşan çok kişi gördüm. Kimi bana kalbim kadar yakındı, kimi kaf dağının dorukları kadar uzak. Ama şunu iyi bilirim ki hepsinin göz yaşı koluma, dizine düşmüştür.

Şimdi edebiyatıma, sanatlara dönüyorum. Gerçeklikten uzaklaşalım. Gerçekler kadar kötü değildir hiçbir şey. Ölüm sevilmez dedim ama aslında öyle bir sevilir ki insan kendine şaşırır. Bir bebek… Büyüdü öğrenmeye başladı hayatı. Gerçekler canını yeterince acıtmazmış gibi bir de açık oldu. Severken her gün daha çok öldü. Kalbi beyaz, içi kapkara küllerle dolu. Dönüp baktı aynaya, içte yüzleşme zamanı. Neye dönüşüyorum? Sabahattin Ali mi, Özdemir Asaf mı? İnsan ağlar ya bazen. O göz yaşının nedenini kimse bilmez aslında. Yorgunum der, ağlar. Onu yoran ayrılığın busesidir. Yalnızlığına ağlar; kalbinin boşluğuna yanar aslında. Özdemir Asaf der ya; “ Seni eskisi kadar özlemiyorum artık.” Oysa onu hâlâ özlüyor. Şairlerin yalanları dolaylı anlatımla kapalıdır. Onu ancak gerçekten o şair kadar sevmiş biri onlar…

Konu konuyu açıyor, ben sevmek nedir geri döneyim. Hasılı okuyanlarım: Sevmek ölümdür. Açıkken gördüğünüz o güzel renkleri, kuş sesleri, neşeli insanlar hepsi oyun. Bir şair olun, o zaman bakın renklere, kuşlara, insanlara… Ölüm sevilir, eğer maktul sizseniz.

Tuğba Aras/ 24.05.2023 / Çarşamba/ Karabağlar
www.kafiye.net