Çoban Mustafa Amca

(Yeni düzenlemesiyle.)



Bir ay kadar önce alışverişten dönerken durup arabasına alan komşumun yanında görmüştüm en son onu. Tanıyamamıştım, öyle çok zayıflamıştı ki. “Nerelerdesin sen Mustafa amca?” dedim heyecanla. “Ben nerlede olduğumu bi bilsem!” dedi o kendine has kinayeli konuşma tarzıyla. Tahlil raporlarını gösterdi sen anlarsın diyerek. Anlamıştım ancak anlamamış gibi yapmak zorunda kalmıştım. Kuzenimin de aynıydı şifa buldu, sen de bulursun inşallah diyebilmiştim sadece.

Evlatlarımı ve tatlı torunumu görmek için gittiğim İstanbul dönüşü, kömür parasını yatırmaya giderken aklıma geldi, nasıl oldu diye sordum onunla görüştüğünü bildiğim komşuma. O sevimsiz tek kelimeyi duyarak sarsıldım. “Öldü!” dedi komşum. “Mustafa amca öldü!..”

Bu akşamımı Mustafa amcaya ayırdım. Hatıralarımızı yad ederek, ıssız yuvamda onun için gözyaşı dökerek matemimi yaşamak istedim. Duygularım taşarak dayanılmaz hal aldığında hep yaptığım gibi bir de yazmak yazmak yazmak…

Fotoğraflarını buldum tek tek arayarak albümlerden. Ne çok fotoğrafını çekmişim koyunlarıyla birlikte. Genellikle dalgın tüm fotoğraflarında. Sadece torunları yardıma geldiğinde, kuzucuklar doğduğunda ve yeni yavru köpek aldığında neşeli görürdüm onu. “Bak Adevviye Şeyda teyzesi bak şunun tatlılığına!” diyerek bana da gösterirdi illa ki.

On iki yıl önce evime ilk yerleştiğim günlerdeki ilk karşılaşmamızdan itibaren tüm hatıralarımız film karesi gibi gözümden geçiyor. Apartmana yumurta, süt getirdiğinde balkonunda gördüğü yeni komşuya hoşgeldinden sonra eliyle heyecanla tepeyi göstererek, o güzelim ege şivesiyle; “Bütün burla benim!” deyişini, tepede ilk gezintiye çıktığımdaki sohbetimizde eğilip bir dağ lalesi kopararak uzattığı hali ve ah keşke koparmasaydınız diye inleyişim de.

Çiçeklerin koparılmasına dayanamadığımı bilmiyordu henüz tabii. Belki hastalığıma üzülmüştü, belki de yalnızlığıma; Safiyane kendince hoşgeldiniz demek istemişti.

Uzun boyu, deri ceketi, kalpakvari yün takkesi ve vakur duruşuyla ne heybetli adamdı. Elindeki çoban asasını iki kolunun altında tutarak ağrıyan sırtına dayanak yapardı. Çıkardığı sesler ve ıslıklarıyla adeta söyleşirdi koyunlarıyla. Birgün onlardan, dağlardan ayrı kalsa yaşayamazdı sanki. Hiç tatili, hastalığı, istirahati yoktu. Yirmi beş yıl çalıştığı gurbet ellerde o da benim gibi vatanını, koyunları, Bozdağları çok özlemişti belliki.

Yıllar su gibi akıp geçti. O yalnız yalnız sürüsünü otlattı aşk tepemizde. Koyunlarıyla birlikte Bozdağlara tırmandı yaşlı haliyle. Rüzgarlarla üşüdü, yağmurlarda ıslandı. Huzur yuvamın dağları gören pencere kenarındaki kanepemden ya da çiçeklere saklanmış halimle balkonumdan, kucağımda mırıl mırıl pisiciklerim, yüzümde hüzünlü tebessümlerle bir başıma hep onları seyrettim. Bir gün hayal olacaklarını, artık onları hiç göremeyeceğimi ve çok özleyeceğimi bilir gibi bol bol fotoğraflarını, videolarını çektim.

İnternette paylaştığımı da biliyordu. Bazen fotoğraflar dünyayı dolaştı mı Adevviye Şeyda hanım diye takılırdı hatta, ben de az kaldı yakında meşhur olacaksın Mustafa amca derdim.

Ne yalan söyleyeyim, çok hasta olduğum zamanlarda bazen ölümüm aklıma gelir, kedilerimin ben ölünce ne yapacağını düşünür, üzülürdüm. Hanım filmindeki sahibi ölünce, kızı tarafından sokağa atılan kedisini yağmurda ıslanmaktan kurtaran balıkçı dosttu o benim için. Ben ölünce dostluğumuzun hatrına kedilerime onun sahip çıkacağını bile düşünmüştüm. Onun önce öleceği hiç aklıma gelmemişti.

Bu zaman sürecinde rahatlamak, şifa bulmak niyetiyle hatıralarımı, birikimlerimi yazdığım kitabımın giriş yazısında kuzucuklarla birlikte o vardı, şimdi hikayesiyle ölümsüzleşmiş olacak inşallah.

Keşke evlatları için koyunlarıyla mutlu olduğu arazisini müteahite, üstelik yaşadığı kulübenin hizasında yaydığı radyasyonla tehlike saçan, büyük olasılıkla sürpriz hastalığının sebebi olan baz istasyonuna izin vermeseydi…

Ruhun şad olsun hayvan sever dostum. Aşk tepemiz, güzel yurdumuzun pek çok doğal güzelliği gibi imar çılgınlığı ile kurban edilerek yaralı gönlüm gibi talan olmadan önceki fotoğraflarında olduğun gibi, dağ laleleri, papatyalar içinde cennette kuzucuklarınla ol inşallah ve onlara iyi bak; Beni bekleyin. Sizi çok özledim!..

Bu dünyada herkesin, her şeyin geçici olduğunu öğretti Rab’bim bir bir yiten dostlar ve çok sevdiğimiz güzelliklerin yok olmasıyla. Güzellikler de, insanlar da fani. Baki olan sadece kendisi. İdraki ve telafisiyle dünyada hiç bir şeye gönül bağlamamak gerek demek ki. Öğrendik şükür. Önemli olan tek şey, vakti saati geldiğinde, dünyaya geliş amacına hizmet edebilmiş olmanın huzuruyla, rızasına eriştirdiği kullarından olarak selim bir kalple ruhumuzu teslim edebilmek. Ebedi hayata, ebedi saadete erişebilmek.

O’na, O ebedi huzura kavuşmak olsa gerek aşk!..


İlla Aşk /Adevviye Şeyda



“Ben bu dünyaya yanlış gelmiş olacağım ben

Ben öyle her insandan,

o kadar uzağım ben

Yine bu gözlerimdir okşanacak şey arar

Yoksa içimde başka bir dünya hasreti var.

Uyanır gibi birden bir korkulu rüyadan

O içimden sevdiğim, benim olan dünyadan

Bir ses bana: ‘Gel! ‘ dese,

ben o sesi işitsem

Kimsecikler duymadan bir kapı açıp gitsem…”



Cahit Sıtkı Tarancı



www.kafiye.net