Şiir, Emek, Özeleştiri



Bazı şiirleri okuyor, bazı video, ses çekimleri dinliyorum ve anlıyorum ki şiir ses, resim veya sözcüklerle salt duygu aktarımı değildir. Çok yavan, tatsız, tuzsuz, ruhsuz bir şiir ne kadar etkileyici bir ses ve üslupla okunursa okunsun yine de bir etkileyiciliği kalıcılığı olmuyor malesef. Aslında bu canlılık emaresi göstermeyene bir oksijen tüpü desteğidir sadece. Destek biterse can da çıkacaktır.

Öyleyse bu sanat da bir birikim, bir yetkinlik, bir özgünlük, bir estetik, bir yetenek, bir üslup… en önemlisi bir emek istiyor. Aklına geleni şiir diye yazanların çoğu: “Efendim, herkes şair geçiniyor, ama inanın şair sayısı az; yok şair! Hani nerde?” şeklindeki serzenişleri, çok beğeninin, yorumun olması, çok paylaşılması v.s bunlar da ölçü değildir. Çünkü bazen bir şiirin çok beğeni, yorum alması yahut paylaşılması etkileyici, kalıcı, edebi şiir olduğundan ziyade onu yazanın kişiliği, cinsiyeti, görüşü, yaşam tarzı, hayata bakışı; şiirin içeriği…v.s çok daha farklı etkenler olabiliyor. Tamam; şiirin “Duyguları coşkuyla anlatan bir tür…” gibi basit tanımı var ancak bu tanım yeterli mi şiir için? Asla! Şiir; sözcük seçimi, söz, ses, duygu, imge, musiki, tarih, kültür, estetik… gibi birçok özellikle yoğrulursa şiirdir. Aynı eleştirileri, soruları, kusurları önce kendi şiirime yaparken; hatta kendimi henüz şiirde emekliyor görürken başka şiirler için de bunların göz önünde tutulması gerektiğini düşünüyorum.

Şiir denilince sadece şairler mi akla gelir, ya şiir yorumcuları… Şiirde şairin de yorumcunun da büyük bir emeği vardır. O billur yahut tok sesler şiiri yüreklere akıtan bir çağlayandır, şiiri kanatlandıran bir yetenektir. Her şeyden önce iyi bir yorum için Allah vergisi iyi bir ağız, güzel bir diksiyon, muhteşem bir ses yeterli değil çoğu zaman. Okumak gerek belki defalarca, vurguyu, tonlamayı, duyguyu vermek gerek. Duyurmak hissettirmek, yaşatmak gerek. Destek materyaller gerek…onlar için de yetenek dışında ciddi bir emek gerek. Elbette şairler şiirlerini kendileri okusunlar ama “Sakarya”yı Necip Fazıl yazsın Bedirhan Gökçe okusun, “Gülce”yı Ömer Lütfi yazsın ama İbrahim Sadri okusun, “Mona Roza”yı Sezai Karakoç yazsın -ikisine de rahmet diliyorum- ama Sacit Onan okusun, “Sitare”yi Dilaver Cebeci yazsın ama yetişen yetenekler emekle birleştirerek okusun….Şiirlere ses nefes olan o yürekleri, içtenlikle kutluyorum.

Mimar Sinanı Yavuz’un askerleri Ağırnas’tan aldığı zaman yirmi üç yaşlarında olduğu söylenir, yazılır. Olgundu ama sanatında olgunlaşmamıştı henüz. Ağırnas taş ustalarıyla dolu bir yerdi. Sinan da ustaydı ama önce orduda köprüler, geçitler inşa ederek uzandı Selimiye’ye yolculuk. Ben Mimarım diye çıkmadı ortaya. O; taşları, harcı, ahşabı, camı, mozaiği… öyle farklı bir üslup ve ustalıkla kullandı ki, öyle emek sarfetti ki adı tarihe yazıldı, eserleri tarihlere meydan okuyor.




Ergün Bilgi

www.kafiye.net