İNSAN

İnsan, insan derler. İnsan nedir bildin mi? İnsan öyle çok kopya çeker ki, türlü türlü anlamları vardır. Tasavvuf ehlinde başka, bilim insanında ayrı, felsefede ayrı. Mühim olan bizde ne ifade ettiğidir. İnsan hakikat deryasına açılan bir kapı, bir menzildir. Bu mübarek aylarda belki daha iyi anlarız anlamını. Olgunluk mertebesine ulaşmış kişiye de “ İnsan “ denir. Bütün sıfatlardan soyunup, benlik duygularından arınıp, sâfı saf bir şekilde rabbine yönelen kişidir. Tabi bu aşama aşamadır. Türlü imtihanlardan geçip bu raddeye gelene kadar “İnsan” bir hayli meşakkatli yolardan geçer.

Yüz yıllardır süre gelen sorular ve ona verilen cevaplar. Hattı zatına bakarda dürüst en güzel cevap kişinin kendisindedir. Kişi kendi içinde birini bulundurur. Özü, cevheri yatar da bi habersizdir. Dünyanın renkleri öyle boyamıştır ki gözünü, görmez hiçbir şeyi. Oysa her zerrede Allah, kendi içinde de Allah vardır. Yunus Emre:
“ Aşıklar ölmez, ölen hayvan imiş.” demesi boşuna değildir. Kişi özündeki cevheri bulsa, ruhunun sesini duyacak ve anlayacak. Bir ebedi aleme göz süzecek. Ebedi alem nedir diyecek olursanız; gerçek alem yani öbür dünyadır. Bu renkler solmayacak, dakikalar bitmeyecek gibi yaşıyoruz. Her şeyin bir bitişi vardır. Oysa her bitişin de bir başlangıcı vardır. Şayet insansak gerçekleri anlamanız gerekiyor. Bu idrake varmak içinde önce “ İnsan” nedir bilmemiz icab ediyor.

İnsanı çözmek o kadar da kolay bir mesele değil. Lakin imkansızda değil. İnsan karmaşık bir muammadır. Bilmecelerin içinde bir iç çekiş, ağlayış, belkide anlayıştır. Bilinmezlikler içinde yüzen bir gemi. Dışarıdan bembeyaz, içi meçhul bir gemi. İçinde neleri barındırır, ne kadar yükü vardır kim bilir? Hayat denen temaşada bir oyuncu, renkli sahnelerin tozunu içmiş biri. Renkli perdelerin arkasında birikmiş toz birikintisi ya da sahte gülüşlerin arkasındaki hüzün. Renk bulvarında renksizlik, kimlik bunalımı yaşamış bir hiçlik belkide. Şarkıların eşliğinde  ezgilerin dışında bir nota. Hiç evini bulamamış mekan. Kalabalıklar içerisinde yalnızlık. Yalnızlığın içini bürümüş bir kayboluş.

Haykırışların içinde sessizlik. Sessizlik denizinde kayıp bir balık belkide. Belki kalem ve mürebbin elinde hayat bulan kelâmdır. Ah ah, ah ki ne ahhh. Hangi kelâmda gizlidir de bilinmez bir hülya. Duygu seli içinde yağan yağmurların şemsiyesi. Belki bir busenin sesi. Tebessüm içinde bir gamzede belkide. Var olma yetisiyle loşolurken hayat telaşında korkusuz, cesaretle yürüyen bir kalpli belkide. Nice enginlerde saklı anka kuşunun ayağında saklı kalan hakikatti. Gözyaşı damlasında saklı kalan acının haykırışıydı belkide. Alemlerin içinde saklı kalmış gül güzeli. Kelebeğin kanadındaki renk. Yaprağın, çiçeğin, gökyüzünün mis kokusundaydı insan. Ne desem de anlatsam size. Bir çığlığın sessizliğinde hapsolan kelamlardır. Söyleyemediklerimizin sancısıyla ağlayan gizli sızıydı. Gün batımının gizeminde saklı kalan , çocuk seslerinde takılı bir armağandır sanki.

Anıların, yaşanmışlıkların içinde bir tebessüm acı, pişmanlıktı. Kalp sızısının ortasında bir alevdir. Susmaların ötesinde haykırış. Hıçkırıkların içinde bir nefesti. Göz bebeklerinin ağırlığında, kaşın tam ortasında, gamzenin çukurunda saklı kalmış bir hayattı. İç çekişmelerin eşliğinde, isyanın çığlığında var olma yetisiyle hiç durmadan çabalayan.  İnsanlık denen merhalede nerede duracağını bilemeyen bir anlık hatalardan başka enkazlar çıkaran…

Bir damladaki haykırışın duyulmasıyla açılan gizli kapıların eşiğindeydi. Bir anda gelip odana yerleşen ve eski-yeni arasını bulup bir bütün olma çabasıyla uğraşan. Yangın olan külün yeniden yakılması ve tüm alemi saracak köze dönüşmesiydi. Bilinmezlikler içinde, bilinmeyenlerle saklı kalmış bir gül bahçesiydi. Ses vermeyen, çalışırken kelâmların boğazına düğümlendiği, hıçkırıkların içine döküldüğü, ellerin bir birine çarptığı o kısa bir andır belkide… Ya da durduramadığı elini, artık anlat dediğin büyük bir sestir.

13.04.2022 Çarşamba/Kemalpaşa

Aslı Altun
www.kafiye.net