Bergüzar Kalsın Suskularım



       Duygulu coşkulu bir üslupla bizleri ağırlayan bir zenginlik “Bergüzar Kalsın Suskularım” nitekim şairimiz, duygu yoğunluğu oldukça yüksek olan bir değer.

Kullandığı sözcüklerin zenginliği, estetiği ön planda tutuşu, ahenk ve iç sese fazlasıyla verdiği önemle de şiirde dikkatleri üzerine çekiyor. Şiire yeni bir soluk getirdiğini düşündüğüm sevgili dost Ergün Hocanın şiirinde diğer dikkatleri çeken husus şiirinde tekerleme sözcüklerin dizilimi ve ustalığındaki uyum.

Evet şiirin dokusunu bozmayan bu sıralama şiire farklı bir soluk da getirerek şiiri daha da okunası kılıyor. Sanıyorum estetik kavramıyla güzellik kavramı arasındaki o ince çizgiyi iyi bilmenin, şiire ressam aydınlığıyla yaklaşmanın da etkisinden kaynaklanıyor tüm bu dokunuşlar. Evet dokunuşları deli bir ırmağın denize kavuşma arzusuyla sürüklenişindeki ahengi gibi. Kah soluksuz, kah yorgun, suskun ve nezih. İnceliğini hemen hemen her şiirinde fark ettiriyor. Kanatlarıyla severken döven, döverken seven tavrı adeta bir nisan yağmuru gibi ruhunu kamçılıyor insanın…Tıpkı nazlı, edalı akarken; kol kol, budak budak, sizden ayrılan Albina’nın giderken sizde bıraktığı etkisi gibi. Kelebeğin gözyaşlarında yıkanan meyveye durmuş ayva çiçeğinin külleri gibi. Çığlıklarını ardında bırakarak gelişindeki gibi Albina’nın.

Evet sevgili dostlarım kitabın en nadide eserlerinden biri Albina’da Kafkasların sesini fazlasıyla duyacaksınız. Sürgün sessizliğini, Karadenizin çığlıklarında yırtılan karayelin üzerinize parça parça sıçrayan sessizliğini, ve o sessizlikte işittiğiniz, duyduğunuz acıların içinizde delinen yokluğunu. Kayıplar neden bu denli bizimdir bir kez daha anlayacaksınız. İçiniz sızlayacak, ağlarken şafağa yakalanacaksınız. İçin için üzerinize yağacak sızısı şafağın. Siz denizlere, alev alev denizlere koşturacaksınız. Ve yanıklarınızın cızıltısını dağlandığınız denizlerin her sizden gidişinde, her sizden gelişinde bulacaksınız. Nazlı kar beyazı bir gelin edasında süzülürken karşınızda Albina, kan kırmızısı esintilerden dağılan gelinciklerin ruhunuza saçılırken nasıl için için kanadığını, nasıl tüm nehri kana buladığını göreceksiniz. Çaresiz kalmak nedir bir kez daha yaşayacaksınız. Çırılçıplak mayıs türkülerine tutulacak üşüyeceksiniz. Ağlamak mı? Sanırım az gelecek tüm bunlara sokuldukça Kafkasya’nın kucağına. Kiminiz acıyı Balkanlar’da duyacak, kiminiz Orta Asya’da, Afrika’da, Orta Doğuda… Dünyanın her yerinden acının sessizliğiyle bir kez daha sağır olacaksınız ve onun kafkaslardan esen özgürlük rüzgarıyla evrenselliğini yoğurduğunu göreceksiniz ve acı bir kez daha yakına düşecek. İnsanın hiç ırağına düşmeyen acı! Ağlarken yanı başınızda sessizce gelincikler…Bir “Sürmeli Serçe” gelecek, konacak yüreğinizin ucuna tüm güzelliğiyle. Bembeyaz bir kız! Kuzeyin bembeyaz kızı! Henüz tomurcuğa durmuş bir şafak ağrısında gülümseyecek size… Hayaller kuracaksınız, aşık olacaksınız, sevmek isteyeceksiniz, coşacaksınız deli deli..O şakırken yüreğinizin ucunda siz alev alev şulesinde yanacaksınız vaktin. Onun ruh güzelliğini ön plana çıkardığı ve kendi dünyasında kuguladığı güzelleri tanıyacaksınız… Belki sonra bir ıssızlığa, bir yalnızlığınıza sarılcaksınız beyaz güvercinler uçuşurken gözlerinizin önünde… En çok özlediğinizin yokluğuna sarılcaksınız, gülümseyeceksiniz sonra; çünkü hep ışık var hep şafak dokunuşlarında Ergün Hocanın. İçtenliği, inceliği, insana verdiği değerle… Karanlığı sevmiyor ve karanlıktan korkuyor; her fırsatta kovmayı da başarıyor, eşikten içeri girmesine izin vermiyor karanlığın. O fısıldarken, şairimiz fırçasını daldırıyor maviye dağıtıyor karanlığı, sonra beyaza yazıyor aşkı sevdayı.

Böyle olmalı sahi şiir, umudu aşılamalı yarınlarına okuyucunun. Yoksa arabesk tıngırtılar arasında boğulur, ölür seven yürek. Ve sevda acıtsa da bütün aşkların sonu ayrılık olsa da ardında bıraktıkları nasıl gülümsetirdi ki bizi onca zaman sonra…

Sonra Asya gelecek kuzguni saçlarını savura savura rüzgara, menevişlerinizde yıkanacak baharlara. Bir kız çıkacak mayıslara yıkanmış gönlünden sabahın, için için yanacak şafaklara…Yüzünüzden inecek perilerin ayağı, yıldızlar dökülecek saçlarından ve gözpınarlarında dudaklarını unutmuş değgilerin tozağı…Her şeyi kızıl kısrak bir erimin oluşunda göreceksiniz. Fuşya ağızlı yağmur tanecikleri emilecek; koynunuza karışacak kanınıza kar beyazı o güzelin duduları. Ellerinden akacak üzüm bağları, bir çıvgın yırtılacak göğsünde, yarılacak boylu boyunca bir daha Albina ah! Kafkaslara Kafkaslara… estirecek Kafkas Dansı, kartallar çığıracak, kavislerinizden dökülecek perçemleri yavru serçelerin, gün doğacak kucağınıza, çırılçıplak kaldığınız koynunda Asya’nın öylesi yanacaksınız. Arılar sağılacak tadınıza, zehri koynunuzda lahzeha sürüleri oynaşacak köprücüğünüzde lezginkaya açılacak kolları sevdanın, karşınızda o yeşil gözler süzüleceksiniz en derinliklerine aşkın. Sonsuz rüzgarlar esecek, billur ırmaklar yeşerecek kuruyan yerlerinizden, çoraklaşmış gönül çağlayacak, için için gözelerinden içinizin, göğe fışkıracaksınız. Ah garmon acısı vuracak ama sevinçten bu defa yanlara açılan bir şahinin kollarında minik bir serçeyle göz göze geldiğiniz o anın coşkusunu duyacaksınız, tam şuranızda ve dinecek Albina, sürgün susacak. Kafkaslarda Adige Anadolu’da Hatti Mısırda Memlük, benim özümde can kardeş Çerkeslerin dinecek sürgünde yırtılan çığlıklarının Karadenize saçılan acıları, dinecek sürgün, utanacak insan hakları… Umut doğuracak tomurcuklar, sonsuz özgürlüğünü masmavi kanatların. Ve Karadeniz kucaklayacak tüm coşkusuyla bağrından koparılan canların türküsünü, kuzeye kuzeye yakacak esecek öylesi…Ve o serçe bu defa çırpınarak düşecek kucağınıza. Çırpınarak bir yavru serçe. Yanacak ya can ah, nasıl yanacak. Bir serçe böylesi çırpınırken can vermenin ne kadar zor olduğunu ve yaşatmak için bir canı ne kadar çaresiz kaldığını insanın anlayacaksınız, çaresizliği duyacaksınız şuranızda Seher Serçesi’nin çırpınışlarında, sonra mı yine susacaksınız uslandıkça huysuzlaşacaksınız. O çırpınarak tutunurken size dinecek ağrılarınız. Minik serçenin dev ağrısı şafağı doğuracak sancıyla kucağınıza. Karadeniz dinecek karayel susacak. Haykırmayacak içinizdeki o boşluğa öylesi acılar, dalgalar kan kusmayacak…Dinecek hepsi geçecek, şafak vakti gelecek, alacak minik serçeyi karanlığın pençesinden bırakacak huzura huşuyla ve cıvıldayacak sabah. Sabahlara cıvıltısı yakışırmış çocukların anlayacaksınız ve susacaksınız koynunuzda sayıklarken yavrunuz savunmasız bir serçenin çırpınışlarıyla…

Sevgili Ergün hocanın ruhunun inceliğini hissetmemek mümkün değil inanın. Öfkesi, kızgınlığı bir söğüt ağacının duru ırmaklara dökülen dalı gibi. Hiç ağırlığı yok, hiç yormuyor, düşündürüyor evet acıtıyor lakin içten olanda bu, sonra usulca çekiliyor ırmağın üzerinden, güneşin su içmesine izin veriyor edayla… Bir serçenin yuvadan bakan meraklı yavrusunu koruması gibi acıtan dokunuşlarıyla. Sonra ne hikmetse acıya güneşi çağırıyor, masmavi yakamozları, kuzeyin bembeyaz kızını, yıldız perisini, bir taraftan garmon çığlıkları yükselirken, bir taraftan acıyı yıkıyor kirpikleriyle gönül çağlayanlarından su taşıyarak itinayla kor kor yangınlara… Sevgisi, içtenliğiyle şiire saçılıyor dizelerin arasında çiy taneciklerince, okuyucusuna kurum veriyor…Öfkesi, kızgınlığı zira değerli şairin sömürüye, kan emicilere, zalimlere … Çocuklara ağlıyor, insanlara masumlara çığlıklarıyla yoksa kimseyi incittiği yok o güzel dokunuşların…Evet sevgili dostlarım elime aldığımda beni çok heyecanlandıran can dostum Ergün hocamın kitabından sizlere bir kuple sunmanın mutluluğuyla sözlerimi sonlandırıyorum .Ve sizlerin nezdinde değerli dostum Ergün Bilgi’yi bir kez daha kutluyor Bergüzar Kalsın Suskularım diyorum…sevgilerimle değerli dostum…



Kitap :Bergüzar Kalsın Suskularım

Şair:Ergün Bilgi

Tanıtım:Filiz Kalkışım Çolak

www.kafiye.net