Hacı Murat



Aşağı bakıyorum iftarı beklerken, vızır vızır arabalar akıyor yasaklar olsa da. Bir Hacı Murat geçiyor ağır ağır. Boyalı, cilalı, pırıl pırıl yanıyor. Balkonlara, camlara hava atar gibi kayıyor ağır ağır ve duraklıyor bir yerde biniyorum, götürüyor yıllar öncesine.

Bahçemize, kapı önüne bırakıyor. Hava sıcak, hava billur, gün ışığı kovadan saçılıyor gibi tepemize. Annem dizüstü askılı bir pantolon giydirdi. Yan cepleri de var. Askılar arkada geçişiyor çaprazlama. Arasında da lastikli bir büzgü. Kuşluk vakti. Dolanıp duruyorum bahçede, bir o yana bir bu yana. Bazen ellerimi arkaya götürüyor, bazen çeplerime sokuyorum. Cebimde yumruk yapıp şişkinliğine bakıyorum, tekrar çıkarıyorum, elimi nereye götüreceğimi bilemiyorum. Bir tuhaflık basıyor. İçeri girip boy aynasının karşısına dikiliyorum. “Hadi çık biraz, uzaklaşmadan gez buralarda” diyor annem. İmkanı yok, nasıl gezeyim, nasıl çıkıyım bahçe dışına. İlk defa kısa pantolon giyiyorum, utanıyorum. Yok imkanı yok, asla çıkamam…

Bir arkadaşım geliyor, baştan ayağa bir süzüyor, belli o da bir tuhaflık seziyor. İkna ediyor dışarı çıkmaya. O önde ben arkasına saklanarak geziniyoruz etrafta. İki saatte kabullendim durumu. Köyün çıkışına doğru keskin virajı olan köprüye gidiyoruz. Oynuyoruz suda, su sığ, billur gibi, dibindeki çakıllar, kumlar pırıl pırıl. Ağır ağır tıslayarak yoldan aşağı küf yeşili bir Hacı Murat indi. Kapısı açıldı. Yağ, duman, ter, parfüm karışımı bir koku yayılıyor burnumuza. Yanlamasına dudakları arasına koyduğu sigaranın da etkisiyle bir gözünü dumandan sakınarak iniyor bir adam, kelimeleri de yarı ölü, yarı baygın ağzından dökerek geliyor yanımıza. Bagajdan çıkardığı fırça ve kova da elinde. Dar bir gömlek adamın üstünde, yaka bağır açık birkaç düğme. Katlıyor İspanyol paçalarını. Arabanın ön tekerlekleri suyun içinde. Adam arabanın üstüne suyu kovayla boca ettikçe araba daha da parlıyor. Çocuklar dedi, “Şu çamaşır yıkayan kadınlardan bana bir avuç toz deterjan getirin.” Koptum hemen. Zaten her zaman büyüklerin dediğini ikiletmeden yapmaya alışıktık. Fırçayla köpürttü deterjanı, camlardan, tepesinden bembeyaz köpükler akıyor… Pırıl pırıl yıkadık arabayı beraber, aynaları parladı, beyaz şeritli lastikleri, ayna gibi bombeyli cant kapakları, camları… içeriye de hoş bir koku sıktı.

“Madem yardım ettiniz size bir sürprizim var.” dedi. Çakılları, kumları cam gibi gözüken hafif akıntıyı işaret etti. Baktık bir şey göremedik. “Yakından bakın.” dedi. Aaaa! Atatürk’ün eli çenesinde o Kocatepedeki resminin olduğu iki buçuk liralıklardan iki tane duruyor suyun dibinde. Pırıl pırıl parlıyor, üstünden dalga dalga billur su süzülüyor, su üzerinden aktıkça daha bir hoş gözüküyor. Aldık paraları, çocuk yüreğiyle çok sevindik, anında alacaklarımız geçti gözlerimizin önünden. O mantar tabancası alacaktı, ben çerçi Mehmet’ten oyuncak kamyon. Toprak çekecektim küçük söğüt fidanlarına giden arktan…

Adam keyifle dudakları arasına bir sigara daha sıkıştırdı, bir el işaretiyle kapattı kapısını. Birkaç manevradan sonra tekerleklerinden suyu yaya yaya ve mavi bir duman bırakarak tırmandı yola.

Dudakları çatlamış, gözleri kızarmış, saçları da dikilmiş uyanık bir abi indi aşağıya. Belli ki yüzmeden geliyor:

“Ne yapıyonuz burda? “

“Hiç oynuyoz..”

“Suda mı?”

“Heee!…”

“Bakın şimdi size ne gösterecem.”

Biz de merakla bekliyoruz ne göstereceğini. Tekrar köprüye hızlı adımlarla çıktı. Geri geri çekildi derin bir nefes aldıktan sonra köprünün dibindeki adacığı çevreleyen iki metre genişliğindeki dereyi büyük bir şov yaparcasına atladı ve bize kendisine bir hayranlık duyma isteğiyle baktı. Sonra da tekrar yanımıza dikildi. “Hadi siz de atlayın da görüyüm, kolay değil öyle…” Arkadaşım sözü çevirmek için “ Biraz önce adamın birinin arabasını yıkamaya yardım ettik, para verdi bize…” dedi

“İnanmam, hani bakıyım?” O kendi cebindeki parayı bulana kadar ben:

“Baaaak!…” dedim avcumun içindeki koca bozukluğu gösterdim. Kaptığı gibi kaçtı. Bir daha göremedik o gün. Akşama kadar bakkal amcaları sorguya çektik. “ Amca, iki buçuk lirayla gelen var mı?”

“İki buçuk lirayla gelen çok da siz hangisini soruyorsunuz bilemem ki!..”

Arkadaşım mantar tabancasıyla bahçeyi inletirken benim söğüt fidanlarına giden arktaki toprak çekilemedi, kaldı öylece…



Ergün Bilgi
www.kafiye.net

Bir araba, açık hava ve şunu diyen bir yazı '35 EAT 74' görseli olabilir