Özlendin Dost!



Ne güzel insandın sen ey dost! Ne de vefalıydın. Çok özledik seni. Ne güzel konuşurdun, yüzünden de pek tebessüm eksik olmadan. Sen konuşurken yüreğimizde bir güneş yükselir kuşluğa, ışıtırdı tüm ufkumuzu. Bir hoş koku savrulurdu kırmızı gelincik tarlalarından. Turnaların göl kıyısı sabah ötüşleriyle şenlenirdi kulağımız. Yaşama sevinci damlardı sözlerinin gizemlerinden. Kocaman bereket damlaları düşerdi yüreğimizin alnına…Sözlerini, gülümseyişini, kişiliğini, vefanı… Seni çok özledik be dost.

Bir derdin varsa bile sadece en yakınlarına; gözlerini kısarak, uzaklara bakarken sadece hissettirecek kadar sessizce ve isteksizce bizi kırmamak için söylerdin. Kalp ve gönül kırmayı, kabeyi yıkmak gibi görür; onun için yüreğine çarpıp çarpıp onu aşındıran en azılı dalgalarla mücadele ederdin. İnsanların kaşının, gözünün, boy ve bedenlerinin farklılıkları gibi kişilik, davranış ve mizaçlarının da farklı olduğunu bilir, genelleme yargılara asla girmezdin. Onları olduğu gibi kusuruyla, günahıyla, sevabıyla, hatasıyla; alıyla moruyla doğanın tüm renklerine bezenmiş o insanoğlunu genelleme yapmadan değerlendirirdin. Çünkü kimse senin gözünde melaike kadar temiz, şeytan kadar da kötü değildi çünkü gördüklerin ne melekti ne de şeytan sonuçta biz bir insandık öyle değil mi be dost! Evet bir insan!.. Ama yine de her zaman; hani önceleri “ Hayırhah” dediğimiz bir anlayış vardı ya vefayla örülmüş: “insanların iyiliğini isteyen, onlara hayır isteyen, onları daha güzel ve doğru yola ileten, kötülüklerden uzak tutmaya çalışan…” işte o gözle bize rehberlik eder, güven verirdin. Nasıl da emindi herkes senden, nasıl da güven kazanmıştın etrafımızda. Bir emanet söz konusu olsa, bir şahit söz konusu olsa nasıl da hepimiz sana koşardık.

Başkalarının yüzüne gülümseyerek güzel konuşurken arkalarından kötü konuşmamayı; hele hele kuyusunu kazmayı asla aklımızdan bile geçirmemeyi biz senden öğrendik… Sen dobra dobraydın, yüzüne karşı gülerken, överken arkasından konuşmayı onursuzluk sayardın. Takdiri hak eden insanları takdir etmeyi erdem kabul eder; kin, nefret, öfke kusan; hakaret edip, aşağılayan, küfreden… başkalarına yaşadığı hayatı zehir eden insanların adını bile anmaz; asla onların yakınından uzağından geçmezdin. Çünkü sen neyi, kimi, ne zaman ve kiminle konuşulması gerektiğini, vefayı kimin hakkettiğini çok iyi bilir; gereksiz ve sonuç vermez hiçbir kısır çekişmeyle gereksiz kişilerle zaman harcamazdın. Şükretmek için en önemli iki varlığın kıymetini de senden öğrenmiştik bu vesileyle: Sağlığın ve zamanın…

Sözü namus bilip elinde olmayan imkansızlıklar dışında verdiğin sözü mutlak yerinde ve zamanında tutardın. Vefa abidesiydin. Onca kötülükler oluk oluk kucağına akarken o kötülükler arasından bir damla iyiliği bulur; o damla hatrına yüreğindeki vefa nehrini sonsuzluğa akıtırdın. Sözünle muhatap olduğun insana güveni ve verdiğin değeri gösterir, en küçükleri bile avuturken yerine getiremeyeceğin sözleri bile asla diline almazdın.

Hareket, davranış ve sosyal yaşamında çıkar, menfaat ve kazançlarına göre değil; beklentisiz hareket ederdin. Çıkar ve menfaat için sevgi gösterisinde bulunmayı Şamil’in dediği gibi alçaklık sayar, İnsana, canlıya, doğaya, eşyaya…zulmedenle asla beraber olmaz; mütevazı, çalışkan, vefalı, dürüst insanlarla omuz omuzaydın. Yaptıklarından sadece yaratanına, vicdanına ve görünmeyen gözlere karşı hesap vermeyi ölçü bilirdin.

Beklenmedik anlarda ve fırsat bulduğunda iyilik yapar gönüller kazanırdın. Çünkü sen “İnsanın her an kötülük yapma şansının olduğunu ama; iyilik yapma şansının nadiren olduğunu” çok iyi bilirdin. Dostlarla dertleşir, onların hüzünlerini paylaşarak azaltır; sevinçlerini çoğaltırdın. Yine azaltılacak hüzünlerimiz; çoğaltılacak sevinçlerimiz var be dost! Nerdesin? Bireyselliğimiz ve bencilliğimizle kurduğumuz dünya yalnızlığın koynunda kararırken vefa şerbetiyle damağımızı sen ıslatmış, vefa ışığıyla dünyamızı aydınlatmıştın. Vefasızlık, bencillik, menfaat… damarlarımızda soğuk soğuk yol alırken, nabzımız donup, yüreğimiz üşüyor be dost. Vedalara türküler yakıp vefaları gözyaşına boğan, buzdan duvarlar arasında bir kimsesiz gibi kıvrılan bu insanlara vefalı kollarını bir daha uzatır mısın dost!

Hayata hep olumsuz bakan, bardağın hep boş kısmını gören, her şeyden şikayetçi; hiçbir şeyden memnun olmayan insanları uzak tutardın kendinden ve bizden. Çünkü “Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan”dı. İnsanın insandan nasıl etkilenebileceğini hep söylerdin. Artık çevremizde o kadar çok böyle insan var ki hangi birinden kaçınacağımızı şaşırır olduk. Yerinde şükretmeyi, zorluklarla mücadele etmeyi salık verir; hep kusur, eksiklik ve eleştirilecek mevzulara odaklanıp doğrulara da kör ve sağır kalmanın hakkaniyetsizliğini anlatırdın da malesef uygulamaya geçiremedik bir türlü. Kusurumuz kabahatimizi geçiyor çoğu zaman.

“Bak sevgili dostum!” derdin o tatlı dilinle: “Ahlak! Ah Ahlak! Sen nasıl bir cevhersin ki kimin yüzüne şavkın düşse onu yüceltir; kimden uzaklaşırsan onu alçaltırsın “ der ve ahlakı en gösterişli mücevherlerden üstün tutardın. Ve onu dine, inanca, ibadete bağlamadan; onun sadece asalet, kişilik, onur ve karakterde nebat bulan büyülü ve hayranlık uyandıran nadide bir gül olduğunu anlatır ve gösterirdin.

Mazeret uydurmadan, sorumluluklardan kaçmadan ideallerine, hedeflerine tüm olumsuzluklara rağmen isyan etmeden, küfür etmeden, kırmadan; azimle, sabırla tevekkülle koşardın. Zaman zaman hedeflerimizi şaşırır, sabrımızı kaybeder, dilimize de hakim olamaz bir duruma düştük. Daha neler neler var dilimizin ucunda zaman zaman bizi bunaltan. İnsanlar çoğaldıkça insan azalıyor be dost. “Nasıl olur bu, bu nasıl bir şey?” deme sakın. İnsan çoğaldıkça insanlık azalıyor, vefa azalıyor. Dünyanın külfetinden kaçarken nimetlerini paylaşamaz olduk, birçok değeri yerle bir ettik, kendi elimizle bela ve felaket örtülerini üzerimize çeker olduk… Kendimize çeki düzen vermeye çalışıyoruz lakin çalışırken senin söz ve davranışlarının eksikliğini, senin yokluğunu çok hisseder olduk. Zenginleştik, cömert olamadık. Cömertlik olmayınca malın, vefa olmayınca arkadaşın hayrı yok be dost. Aristo’nun dediği gibi vefa asaletten gelir. Vefasızlığın kucağında asalete gölge düşürülürken bir vefa göster, bir vefa daha dost! Bütün bu satırlar yüreğimize ektiğin vefa çiçeğinin özlem kokularıdır. O kokuyla gel hasret giderelim, Vefa sarmaşığında tüm ruhumuz ve bedenimizle hakka, hakikate, iyiliğe, güzelliğe, sevgiye, saygıya, birlik ve beraberliğe kilitlenelim. Özlendin, çok özlendin be dost! Vesselam…




Ergün BİLGİ
www.kafiye.net

Bir siyah beyaz bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar, plaj, sahil, okyanus ve gökyüzü görseli olabilir