Şafak Pembesi

         Ağlar çekilmeden denizin göğsünden, türkülerimizi mırıldanırdı sessizliği Güvercinlik’in. Gölün gözlerinde raks ederdi gece. Silkelenirdi gözlerinin karası yamaçlarımdan saf içre ırmaklara karışırdı. Gece yuvarlanıp düşerdi sarhoş gönlün ahengine. Alev alev ayaklarımızın altında kumsal, palmiyelerin gölgemize sığmayan coşkusu… Aşkın şerbetinden fışkırırdık.

       Ellerinde ellerim, gözlerinde gözlerim, ıslandığımız sabahların koynundan kalkardık. Şafak dokunuşlarından akardı yüreğimiz. Sahici bir pembe kızarırdı yanaklarımızda, alnımızda güneşin kamaşan yüzü, ağzımızda şafak, sonsuz rüyalara akardık. Irmaklara çiylenir ay ışığına gönül kuşlarını salardık. Üzerimize yağardı yavruları kuşların süt rengi bir sabaha uyanır, en derinlere dalar giderdik. Sahi biz mi toyduk; yoksa mevsim miydi o vakitler bilinmez ya… Gerçek olan bir şey vardı sevdadan yana; körpe gövdesine tutunmuş, cılız yapraklarıyla yürek çırpınışlarımıza gölge veren bir ağaç misali. Biri birine karışmış bir gövde iki can… Bir şey vardı; rüzgarı silkeleyen, saçlarından yıldızların tutunup göğe yükselen, yağmuru göğüslerinde kurutuncaya değin içen bir şey. Kah bir kadının beyaz silüetinde bir göze bulup için için çağlayan; masmavi baharların koynunda bir çiy tanesi gibi sayıklayan esintisinde şafak pembesi ağızlara uyanan, kah bir bebeğin ham bakışlarında mavinin hiç bilinmeyen göllerinde beyaz beyaz kızlarla yıkanan, çalkalandıkça en kıyılara ankaların cennetine açılan; açıldıkça goncalarında gülüşen sevda damlacıklarını koklayan… Gerçekti hepsi tüm bu yaşanılanlar, hissedilenler…

         Koyun göğsüne sığınır, iliklerimizden boşalırcasına yağardık. Salih Adası utanırdı. Gece nasıl da yanardı sızım sızım. Ay ışığı köpüklenirdi ışıyışında suyun. Suyla halleri ay ışığının, kollarımızdan geçişi, bir ressamın fırçasından geçip gidenler kadar gerçekti. O içtenliğiyle kendine çekilişi kanatlarının, sonra bir nisan yağmuru gibi aniden açılışı, üzerimize dökülüşü…

         Sen bendeydin, ben sende. Sahici bir sarhoşluktu vurulduğumuz. Sağanaklarında kuşların ışık koynunu aradığımız, sıcağında sabahın kavrulduğumuz, birbirimizden kaçırdığımız ve yakalandığımız bakışlarımızdan dökülen denizler üstelik ayyaştı. Her vakit içmeye aç göğsümüzde büyüyen; derinleştikçe menevişlerimizde çalkalanan ummanlar ayyaştı.

          Biz şafağa sancıdıkça yosunlar kururdu iliklerimizde. Balıkçı motorları düşerdi yolumuza, ağlarımıza takılan pervanelere gülüşürdü aşık martılar. Dalgalar aşardı çırılçıplak seherleri. Ilık bir meltem eserdi zeytinliklerden. Ağustos böceklerinin konçertosuyla inlerdi sahanlık.  Ah! Biz deli dalgaların, kendi yarattığımız dalgaların koynunda, bucaksız sahillere vururduk. Bembeyaz entarisini deler geçerdi ışığımız.

Ardında kucak kucağa yavrulayışlarımızın cıvıltısına tutulur, yosma şuh şakayıklardan sağılırdık. Değdikçe göğüs göğüse, gün bezenir için için yanardı sıcağımızda. Dağ kokardın, orman kirpiklerinin kıvrımlarından fışkırırdı lohusa kuşlar. Çam fıstığı kokardın, en az benim kadar kuzey! Yosunlar okşanırdı koynunda, iyot damlardı döşünden ve sere serpe göğsünde derinliği denizlerin en çok pembe salgılanırdın. Kokusu, afrodizyaklı kuytularından inci özü vururdu sıyrılıp çığlıklarından yüzeylerime. Sahi, denizler senin göğüslerinden damlardı, tan kızıllığı yangınlarıma değdikçe tuzla buz olur o hışımla gerisin geri içine dönerdi. Senin içine… Benim sende kuyulanan içime!.. Sonra bir sessizlik derken; biraz kızıl, biraz mavi yanıklarında güneş damlacıkları bir çırpınışı yansırdın. Ne kadar güzeldin, ipek böcekleri yavrulardı korunaklarında. En çok ellerindeki korunaklarda. Bal peteği, batıklarından akardı ellerinin. Parmak uçlarından baharlar… Şaraba keserdi gök. Deli bir sevdayı sürerdi rüzgar. Yeleleri bulutların areolasından saçaklanırdı. Kıskançlığından zakkumlar zehirlenirdi dudaklarında. Fulyalı boyutlarımızda samyeli, ah rüzgarı nefesinden içer tüketinceye değin en bilinmezlere estirirdik ve vişne çürüğü bir tattı o zamanlar tende lekelenen.

        Kuşların kanatlarına sıçrayan nehirlerimizden bir tutam İsfahan’dı, kemankeş bir dilin ucundan o günleri sızlayan “Anroozha”ydı. Hillier’in saçlarından dağılan sardunyaları, en çok akşamlara yakıştıran yalın bir lekeden farksızdı. Göğsümde kıpırdayan serçe bedeniydi, göğüs çatalımda delindikçe titreyen gözlerin kadar saftı…

        Biz fısıldamıştık o zamanlar baharlara aşkı. Biz anlatmıştık; sarı saçlı, yeşil gözlü beyaz kadınları, sırtından gece akan saf içre kar beyazı kadınları. Esmerleri, kumral koyunlu delikanlıları bizdik çırpınan yüreklere fısıldayan. Geldiler hep, hep hayalleriyle geldiler. Yeşil gözlerde nehirlere çağladılar, mavi sütlü sinelerden göğü sağdılar, esmer çığlıklarda şeffaf kalışlardan kalktılar ve kumral yeleli rüzgarlardan serçeleri topladılar. Hep geldiler… Akşam ya da sabah; çırılçıplakken gece, ışığından süzülürken gün geldiler. Aşk en çok hayal etmeye yakışırmış ya, dayanılmaz anların o koptu kopacak vaveylalarına beklemeyi dar eden denizlerine. Herbir damlacığından kavrulan tenin bir deniz dökülen hayallerine, hasretlerine, özlemlerine… O beklenilen ve artık hiç dönmeyen yollarını, aşklarını; kumral koyunlu, yeşil gözlü, siyah saçlı sevgililerini bizdik hayallere uçuşan pencerelere taşıyan.Yürek esintimiz mi?.. Çünkü biz gerçektik. Ellerin gerçekti, gözlerin…  Hala göğsümde dokunuşların gerçekti. Göğe yükselip yükselip gerisin geri yüreğime dönen; her dönüşünde bedeninden küçük yavru kanatlar çıkaran dokunuşların gerçekti. Ufuk çizgisiyle birleşen geçişlerimiz gerçekti. O özlenen geceler, doğmayan sabahlar, sancı sancı şafaklar gerçekti. Köprücüğünde çağlayan kuğuların baharları gerçekti

         Körpeydik, sen bende; ben sende henüz güneşe uyanmış tomurcuktuk, hamdık. Susuz debisinde kaynayan güneştik. Çatlamış tende yeşerdikçe, kuruyan köklerine aşkın ateşlerinden su taşıyan ince sızıydık. Sonra bir sessizlik vurdu bizi. Sustu sesleri tüm cıvıltıların. Sen sustun. Lakin yaşanılanlardan gölgesine sığmadığımız, o günlerden bir tutam iç kaldı bana. Şurama susuşunda, diplerine sürmelerimin sinişinde, içimde gittikçe aşınan hasretinin esintisinde ve şafağında nefesine açan gelinciklerde titriyor.

Filiz Kalkışım Çolak
www.kafiye.net