Herşeye Rağmen İllâ Aşkla Yaşamak


“Yetmiş iki millete birlik ile bakmayan,

Halka müderris ise hakikatte asidir. ” Yunus Emre



Hayat tüm renkleri, tüm çeşitliliğiyle güzel diyebilmek bütün mesele. Siyahın bütün renkleri kapsaması ancak tek tek renklerin de var olmaya devam etmesi gibi. Sadece bütüne bağlılıkla var ve özgür olabilecek bireyleriz. Bir zincirin olmazsa olmaz halkaları. Hiçbiri diğerinden daha az önemli olmayan halkalar.



Bir çekirdek etrafında düzenli dönerek var olabilecek, atomu oluşturan elektronlar gibi. Dönmeye devam edebilmeleri için gereken enerji de sevgi, Aşk. İlla sevgi, illa Aşk! En etkili tedavi yönteminin başkalarına yardım etmek olduğu biliniyor. İnsan ya da hayvan, bitkilerle de hatta. Duygusal bağ kendiliğinden oluşuyor ve eşsiz hayata tutunma enerjisi sevgi devreye giriyor.

Hayat topraktır kuyuları insanlar kazar denmiş ya; en çok da kendimiz kazıyoruz o kuyuları sanki. Hatayı kendimizde aramak yerine sebeplere saklanıp başkalarını sorumlu tutma kolaylığı ile oyalanıyoruz bir de üstelik.



Sadeliği basitlik olarak görme yanılgısı çoğunlukla çukur tuzaklara sebep. Heveslere kapılarak ürettiğimiz sunni ihtiyaçlar düştüğümüz kuyular oluyor, sonra da çıkamıyoruz bir türlü içinden. İhtiyaçlarımız belli ve son derece sınırlı halbuki. Bir çiçeğin ihtiyacı olan güneş, toprak ve su kadar belki. Ve illa sevgi!



Hırs tuzaklarında boğularak asıl dünyaya geliş gayesini unutup helak olanlardan ibret alabilsek, maddi manevi hırslara kapılıp, ihtiyacımızdan çok şey bekleyerek hayal kırıklıklarına, ebedi kayba mahkum etmezdik kendimizi. Kanaatin zenginliği, takdire rızanın huzuru, paylaşmanın mutluluğu ile sonsuz şükürler eder cennet huzuruyla mutlu- mesut yaşardık.



Hayatı kendisi yanında başkaları için de yaşanılır kılmaya gayret edenler de var hala çok şükür. Yedi yıl önce, o en zor, bir anda tek başıma kaldığım zamanlardaydı. Salihli’deki sevgi yolunda bir emlakçı bey, dükkanının önündeki bir tabelaya her gün değiştirdiği, ünlü şairlerden harika şiirler yazardı.



Çarşıya her çıkışımda özellikle önünden geçip mutlaka okurdum günün şiirini. Zamanla o şiirler günlük hal bildirim mesajlarım gibi olmaya başlamıştı. Bir gün çalan telefonumla, belki de dayanamayacağım acı bir haber aldığım an tam o tabelanın önünde olduğumu farkettim ve yaşlı gözlerle okudum günün şiirini.



Büyük şairlerimizden Necip Fazıl’ın;


“Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş’a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı! “




Dediği muhteşem dörtlüğüydü. Yaralı yüreğim sızlayarak “Zamanlama harikaydı, mesaj da Rabbim!” dedim her zaman ki gibi hemen başımı kaldırıp gökyüzüne bakarak. Ve devamında yeter ki senden gelsin, kahrında hoş lütfunda hoş. Yeter ki sen gözden çıkarma beni!

Ağladığımı gören bey dışarı çıkıp “Gel bakalım güzel kardeşim, gel! Nedir seni bir şiirle böyle güzel güzel ağlatan?” Diyerek içeriye buyur etmiş, başkaları da görmesin çaresizliğiyle mecburen girip gösterdiği sandalyeye oturup burnumu çeke çeke ağlamaya devam etmiştim. Anlatabileceğim kadar kolay değildi sebebim.



O da biliyor gibi ısrar etmemiş, ben ağlarken babacan bir yüz ifadesiyle yüzüme bakarak bana başka güzel şiirler okumaya devam etmişti. Hani zaman sonra o bilge tavrıyla söylediği “Ya Hu! Elalem geceleri kalkar namaz kılar, zikir yapar, bense gecenin bir vaktinde uyanıp şiir okuyorum. Allah ne der, kabul eder mi bilmem ki?” sözleriyle yaşlı gözlerimle tebessüm de ettirmişti hatta.

Son zamanlarda şiirler, türküler daha bir dokunaklı, ağlanası geliyor nedense. Yine bir hal oldu deli gönüle de nedir bilemiyorum. Belki özel gün arefesi duygusallığı. Belki yıllar sonra yaşlı anne babayı yeniden kendi evlerinde baş başa, ardından boynu bükük, el sallar bırakıp çıkmış olmanın, çaresizliğin hüznü.



Her seferinde onların yüzünde bir daha görememek korkusu, ben de gelip bana bakarken bulamamak…Hepimiz için geçerli aslında bu. Bilemediğimiz bir tarihte, belki bugün, belki yarın vedalaşmaya bile fırsat bulamadan çekip gideceğiz. Söylemek, duymak istediklerimiz içimizde ukde kalacak. Yapmak isteyip yapamadıklarımız, yaşayamadıklarımız da.



Bu yüzden belki, dönüp ardıma baktığımda, hayatıma bir zamanlar da olsa, bir şekilde anlam katmış herkesi, her ne yapmış olurlarsa olsunlar affetme ihtiyacı duyuyorum. Üstelik onlardan herhangi bir karşılık beklemeden. Zaten hatırladığımızda hala yüreğimizi kanatan öyle çok acı hatıra var ki hayatımızda telafisi mümkün olmayan. Yenilerini eklemeye hiç ihtiyacımız yok.

Hayatın bu döneminde iyi ve kötü kavramları anlamını yitirmeye başladı. Birleme dönemi başlıyor belki de. Yıllardır okuyup anlayabilmeye çalıştığım damla iken okyanusa karışmak denen şeyin öncesindeki hal mi ki bu! Kendinden başlayarak herkesi sevebildiğin, bir görebildiğin sonsuz huzur halidir inşallah.



Trenden inip evime yürürken düştüm bu hale. Gökyüzünde yıldızlar ışıl ışıl parlıyordu. Her biri göz kırparak beni takip ediyordu sanki. Sık sık başımı kaldırıp onlara baktım, ne çok zor geceme şahittiler. Herkes beni terkettiğinde, kınayıp görüşmeyi kestiğinde üzerimde uzun beyaz namaz elbisem, beyaz yaşmağımla bütün gece gökyüzüne bakarak ağladığımda onlar hep benimleydiler. Sırdaşım yıldızlarla seherlerde vedalaşmış, birlikte uyku zamanına geçmiştik o bir anda tek başıma kaldığım, çaresiz, zor yıllarımda.



Üzerimde türküsünü, adını ve kendisini de çok sevdiğim siyah feracem, kızımın hediyesi püsküllü siyah örgü pançom, ayağımda her zamanki üzeri fermuarlı yine kızımın hediyesi süet spor ayakkabılarımla; yedek çamaşırlarımı, namaz elbisemi, tespihimi ve Alaşehir’den aldığım kapanç ekmeklerimi koyduğum büyükçe çantamı heybe gibi sırtıma vurup, bir taraftan da zikrimi yaparak dalgın dalgın yürürken tanımı imkansız hallere girdim. O yollarda ne hallerde ağlayarak yürüdüğüm zamanlara gittim, bu günlere, bu hallere eriştirene sonsuz şükürler ettim. Yine ağlıyordum ancak bu kez bambaşka duygularla çok şükür.



Dünyayı karşıma alma pahasına güvendiğim, gözü kapalı inandığım insanla ilgili acı gerçekle yüzleştiğim, aşkın olmazsa olmazı, kendine getirme vesilesi acı gerçeği tokat gibi yüzüme indiği gün; yaşamaya devam edemeyeceğim hissi ve hayatımı sonlandırmak gibi bir gafletin de aşık ruhum gereği imkansızlığı tezatıyla bocaladığım anlarda, daha fazla ayakta kalamayacağımı anlayıp aklıma gelen son çare olarak evimin tüm panjurlarını kapadım. Derin, karanlık bir mezara girer gibi bir daha kalkamayacağım hissiyle yatağıma girdim. Ne uykuda ne de kendimde değildim. O karanlık mezarda gittikçe derinlere indiğimi hissediyordum sadece ve bu acıyla yaşamaya devam edemeyeceğimi, dayanamayacağımı.



Böyle kaç saat geçtiğini hatırlamıyorum, en dibe yaklaştığımı hissettiğim an gaipten gelir gibi çok derinlerden gelen bir ses duydum, “Şeydaa teyzeee! Pisiciklerin acıkmış, çiçeklerin susamış!.” diyordu her akşam balkonuma çıkarak bu görevlerimi yaparken benimle konuşmaya alışmış olan apartmanımdaki küçük sevgililerim. Seslenen Rabbimdi elbette. Senden bu acıya rağmen yaşamanı bekliyorum, buna da dayanabilirsin; Bak seni seven ve sana ihtiyacı olan ne çok canlı var diyordu…



Son gücümü kullanarak yataktan çıktım, yüzümü yıkadım, zoraki de olsa yüzümde hüzünlü bir tebessümle balkona çıktım. “İyi ki seslendiniz çocuklar, uyuyakalmışım, teşekkür ederim.” dedim. Rabbim her birinin yüzünden ve çiçeklerimden bana sevgiyle bakıyor, gülümsüyordu.



Çocuklarla sohbet ederek kedilerimi doyurup çiçeklerimi sularken aklımdan bambaşka düşünceler de geçmişti. O karanlık mezarda kalıp acıdan ölmeme izin vermeyen, elli sekiz yıllık badire dolu hayatımda ne günlerden, ne hallerden kurtarıp bu günlere, bu güzel hallere getiren; hiçbir kuluna dayanamayacağı yük yüklemeyen, darda, zorda ve yalnız bırakmayan yüce Rab’bimiz, hem daha benim senden beklentilerim de bitmedi, daha çok görevin var demişti en etkili şekilde…

Aşk, kimseyi Allah’ı sever gibi sevmemeyi, yine kimseye Allah’a güvenir gibi güvenmemeyi öğretiyordu. Öğretene, her şeye rağmen yaşama gücü, sevinci verene sonsuz şükür. Daim hizmetiyle lütuflarının hakkını verebilmeyi de nasip eylesin.



Tutkuyla karıştıran; aşkın olmazsa olmaz belaları yağmur gibi yağmaya başladığında bırakıp, üstelik kırıp dökerek, ölümcül yaralayarak kaçan değilmiş aşık. Meğer zannettiğimiz şey değilmiş aşk!


İlla Aşk / Adevviye Şeyda



“Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.



Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin.”




Abdurrahim Karakoç




Adevviye Şeyda Karaslan
www.kafiye.net