HAKİKAT VE TUZAKLAR

“Nefsini Bilen Rab’bini Bilir. “
Hz. Muhammed (sav.)

“İnsanlardan Rab’bini en iyi tanıyan kimdir?” diye sorulduğunda, Peygamberimiz (a.s.m) “Nefsini en iyi tanıyan kimsedir.” diye cevap vermiştir. (a.g.y)

Aklı olan korkmak gerek,
Nefs elinden, hırs elinden.
Nefstir seni yolda koyan,
Yolda kalır nefse uyan.”
Yunus Emre Hz.

“Herkesle cenk eden kişiyi sanma merd olur, nefsiyle cenk eden kişi Rüstem ve merd imiş. “
Hz. Mevlana

Tasavvufta en sık işlenen konu, olmazsa olmaz, nefsle mücadeledir. Aslolan nefsini bilmektir ki ancak o halde Rab’bimizi bileceğimiz bilgisi önemli bir şifre olarak verilir.
Yunus’umuzun, “İlim kendin bilmektir. “sözü de önemli bir ipucu. İlimden kastın Esmau’l Hüsna eğitimi ile kendi eksik esmalarını, (zaaflarını, aşırılıklarını) belirlemek ve telafiye, tamamlamaya gayret etmek olduğunu da biliyoruz.

Bu eğitim ve mücadelenin bize Rab’bimizin güzel sıfatlarıyla bezenmeyi, O’nun boyasıyla boyanmayı sağlayacağı; böylelikle, doksan dokuz esmanın kemal derecede tecellisine mazhar olan tek ve en ideal insan, bu yüzden Rab’binin, “Habibim!” hitabına nail olmuş ve âlemlere rahmet olduğu bildirilmiş olan sevgili peygamberimizin ahlakıyla ahlaklanmayı sağlayacağı da bildirilmiş.

Hakikat, ilmin ve bizim için halkedilmiş, lutfedilmiş herşeyin, dünyaya geliş sebebimizin, kendimizi, nefsimizi, dolayısıyle Rab’bimizi bilmek olduğu. Yani tekamül etmek. Gelebileceğimiz en ideal, en olgun, kamil insan özelliklerine ulaşabilmek. Tek madde alemi olan dünyanın, insanın yaratılış gayesinin de bu olduğu anlatılmış sekiz yüz yıl önce yazılmış eserlerde.

Ebedi hayatta tekamül şansı olmadığından, burada, bu imtihan dünyasında hazırlanmış koşullarla sınanarak, zorlanarak, ne kadar güzel iş yapacağımız görülmek, en ideal halimize, en yüksek makamlara erişmemiz murad edilmiş.

Meleklerden daha üstün, yeryüzündeki halifeleri olmasını murad ederek yarattığı, ruhundan üflediği, aşkını lutfettiği insan olmanın gereğini hakkınca yerine getirebilmek mesele. Başka da hiçbir şeyin önemi yok. Diğer herşey bu uğurda imtihanlardan ibaret zira.

Günümüzde bu hakikatin üzeri, adeta çok koyu bir balçıkla örtülmüş durumda. Sanki tek hayat bu dünyada imiş, ölüm herşeyin sonuymuş gibi bir yanlış algı dayatılmış, yerleştirilmiş zihinlere. Bu yüzden, asıl gaye unutulduğundan yerini tuzak, dünyalık hevesler almış.

Eğitim dahil, kazanılan mesleklerin, becerilerin, herşeyin gayesi maddiyat olmuş. Herşeyin en iyisine sahip olmak, çok para kazanmak, en lüks koşullarda, en rahat yaşayabilmek olmuş hedef. Bu uğurda ne günah, haram ne de insani değerler umrunda olmayacak derecede bir yozlaşma olduğu gibi bu olağan görülür olmuş. Aksini iddia edenlerden şüphe edilir olmuş hatta...

İçinde bulunduğumuz bu ahir zaman hengamesinde seyri sülük denen manevi gelişim sürecine cesaret eden, nefs terbiyesiyle gelebileceği en mükemmel insan haline ulaşabilme gayretiyle, Rab’lerinin rızası, cemaliyle aslolan ebedi hayatı kazanma derdinde olanlar da var illa ki. Olumsuz koşullara, türlü türlü çetin tuzaklara rağmen dünyaya geliş ismine, gayesine ulaşıp, hizmete çalışanlar.

“Rab’lerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabrederler ve namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açıkça Allah yolunda harcarlar ve çirkinlikleri güzelliklerle yok ederler. İşte bunlar, bu hayatın akibeti kendilerinin olacak olanlardır.” Rad/ 22 ayetine mazhar olanlar…

Ya da fani dünya nimetleri uğruna ebedi saadeti kaçırarak, cehennem ehli olacak olanlardan olmak. Seçim hep olduğu gibi bize bırakılmış. Külli irade güdümünde cüzzi irademizi doğru kullanmak, hayra niyet ve gayret etmemiz bizden beklenen. Herşey gibi muvaffakiyet de Allah’tan.

İhtiyacımız olan her türlü bilgi, destek Kuran’ı Kerim ‘de verildiği gibi, tefsir babından da yine O’nun muradı üzere sevgili dostları, veli- alimleri tarafından tasavvuf kitaplarında ayrıntılarıyla bizim için sekiz yüz yıl önce yazılmış.
Hayatımızda bir kez olsun Rab’bimiz bizim için gönderdiği kitabında bize ne demiş diyerek merak edip meal okumadığımız gibi, bu kitaplardan da pek çoğumuz bihaber olmuş, zahmet edip okumamışız…

Okuyacak olanlar engellenmiş. Okumamız istenmemiş, her türlü tuzak düşünülmüş, hazırlanmış. Bizi yüzyıllardır uyutmuş, oyalamışlar…

Vakit daraldığı için muhakkak ne kadar çok kişiyi imandan, dolayısıyle kurtuluş şansından uzaklaştırabiliriz taarruzu altındayız günümüzde de. Virüs, felaket, kıyamet v.s kehanet senaryolarıyla çok yüksek derecede korku enerjisi salınmış durumda dünyaya. İmanı zayıf olanların dayanamayacağı, korku enerjisiyle akıl sağlığını, dolayısıyle imanını yitireceği felaket senaryoları, psikolojik, sosyolojik, ekonomik krizler, cinnetler, cinayetler, savaşlar…

İşte bu yüzden daha ciddi bir gayretle imanımızı güçlendirmemiz şart. Uzun zamandır maruz kaldığımız bu hengameyi, musibeti hayra çevirmek zorundayız. Hakkınca ders çıkararak. Eksiklerimizi, zaaflarımızı, aşırılıklarımızı tespit edip telafiye çalışarak. İman gücüyle, irade göstererek, Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak çıkabiliriz ancak bu hengameden.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimizle, bol bol salatı selam ve salavat ile gönül bağımızı güçlü tutarak. Onun yüzü suyu hürmetine bağışlanma dileyerek…

Hepbirlikte, güç birliğiyle, imanımıza, geleceğimize, vatanımıza sahip çıkabilmek, müjdelenen asrı saadete erişebilmek ve insanlığı da asrı saadete taşıyabilmek niyazıyla…
Amin Ya Rab’bi!



Adevviye Şeyda Karaslan
05 Ağustos 2020
www.kafiye.net