Mazeret Bildirimi Ve Bir Süreliğine Veda

Yılda sadece bir kez yaşayabildiğim huzur yuvamda evlatlarımı görebilme, hasret giderme heyecanı içindeyim bu günlerde. Güzel kızım ve damadım, salgın koşulları nedeniyle ve yaz okulunda ders verdiği için gelemeyecek ne yazık ki bu yaz. Yakışıklı oğlum, güzel gelinim ve tatlı torunumla hasret gidereceğim üç gün sonra inşallah.
On yıl önce dualarla, ellerimle diktiğim çınar fidanımın altında ilk torunumla ikinci fotoğrafımızı da çekiliriz umudundayım. Hazırlık telaşı nedeniyle sizlere bir süre veda etmek zorundayım.
Rabbime kulluktan sonra en sevdiğim rollerimi, anneliğimi ve babaanneliğimi lutfedene sonsuz şükürlerle. Hasret çeken herkesin sağlıkla, mutlulukla kavuşması niyazıyla. Amin Ya Rab’bi!.
Hayırlı sabahlar. Sevgiler…

ŞEHİT YATAĞI GELİBOLU

Yıl 1992 idi. Gelibolu’daydık. Atandığımız şehirler içinde en sevdiğimiz olmuştu sanki. Harika koyları, iskelesi, sardalyası, balıkçı lokantaları ile tam bir balıkçı kasabası gibiydi o yıllarda. Askeri mahkemede yargılanma sürecinde fazlaca bunaldığımda, çocuklarımı öğle tatilinde arabayla orduevinde döner ya da mantı yemeye götürürdüm. Okullarına bırakıp hastaneye mesaiye yetişmeye çalışırken de mutlaka sahil yolundan gider, adını bilemediğim o kocaman çınar ağaçlarıyla gölgeli çay bahçesinin ve Ahmedi Bican, Mehmedi Bican çilehanelerinin bulunduğu koya uğrardım mutlaka. Orada farklı bir huzur vardı. Hemen yukarısında bulunan tepedeki yüzlerce bayrakla süslü türbede yatan bayrağımızı yere, düşman eline düşürmemek için ölmeden evvel yuttuğu anlatılan Bayraklı Baba’da da. Tüm Gelibolu yarımadası gibi o topraklarda yatan binlerce şehitimizin maneviyatı olmalıydı bizi ürperten.

Gelibolu Eceabat arasındaki sahil yolunda sıra sıra, doyumsuz güzellikte uzanan sapsarı çiçekli çalımsı bitkilerle süslü manzarayı seyirle yolculuğa hiç doyamazdım. Çanakkale abidelerimiz her misafirimiz geldiğinde mutlaka götürdüğümüz, Yahya Çavuş ve tüm şehitlerimize minnetle selam durduğumuz gurur kaynağımızdı. Orada çok badire yaşadığımız halde her fırsatta dayanma gücü veren güzelliklerin tadını da çıkarabiliyorduk çok şükür.

Çocuklarım folklor ekiplerinde harmandalılar oynuyor diye seviniyor, gitar çalmaya başlıyorlar, yatılı okul yıllarımda dört yıl boyunca Saman pazarındaki bir müzik aletleri mağazasındaki gitarı seyredip alamadığım için kendim başlamış gibi mutlu oluyordum. Kompozisyon, resim yarışmalarında birincilikler, spor dallarında madalyalar alıyorlardı. Kendimde gerçekleştiremediğim ukdelerimi, tüm mağduriyetlerimi onlarda yaşıyordum. Yorgunluklar, yolunda gitmeyen mahkeme işleri hiç koymuyordu o yüzden.

Oğlumun ilkokul son sınıfta olduğu, anadolu lisesi sınavına hazırlandığı yıl, o doğmadan kazanıp ekstern olarak okumakta iken kızımın hastalığı nedeniyle yarım bıraktığım işletme eğitiminden sonra yeniden üniversite sınavına girmiş, çocuklarımla birlikte ders çalışarak hem çalışıp hem ekstern olarak tıbbi laboratuar meslek yüksek okulunu bitirmiştim. O yıllarda başlayan peş peşe hastalık ve yıllarca süren yargılanma badireleri yüzünden lisans tamamlama, yüksek eğitime devam etme şansı bulamamam içimde kalan ukdelerden olacaktı.

Çocuklarımın babasının askeri hastane baştabibini, kendi muayenehanesinden gelen özel hastalarının tahlil ve filmlerini hastanede yaptırdığı yolsuzluğa kamuflaj çabası, devleti düşünen başhekim olduğu göstermelik uygulaması olduğunu düşündüğüm, dış laboratuvarda protez diş yapım paralarını ödetmiyor oluşu nedeniyle kolorduya şikayet etmesi, baş hekimin de bahaneler üretip bana ceza yağdırması üzerine, benim adıma yazdığı dilekçeler yüzünden iki buçuk yıl süren askeri mahkemede yargılanma dönemi sonrasıydı. Baş ağrılarının sebebi araştırılırken beyin tümörü tanısı konmuştu çocuklarımın babasına.

Öyle yorgundum ki, beyin tümörü nedeniyle ameliyat olması gerektiğini öğrendiğimde evin içinde deli gibi dolaşmaya başladım panik içinde. “Allah’ım ya dayanamazsam! Ya babalarına ve çocuklarıma bakamazsam!” diyordum kendi kendime. Güç verdi dayandım, bakabildim çok şükür. Ameliyat, tedaviler, aylarca hastanelerde kaldı bu kez. Görevim azmış gibi refakatçilik görevim de başladı.

Ameliyatında üç hafta gece gündüz devamlı refakatçi idim. İlk üç gün yatacak yer olmadığından sandalye tepesinde oturdum, uyukladım. Üçüncü gün babaları ayaklarını karnına çektiği için ayak ucunda boşalan bir metrekarelik boş yer gözüme öyle cazip görünmüştü ve öyle yorgun, uykusuzdum ki dayanamayıp üç gündür ayaklarımdan çıkmayan ayakkabılarımı çıkarıp o bir metre karelik yere kıvrılıverdim.

Gece yarısını geçmişti vakit, herkes uyuyordu. Nöbetçi ekip de artık gelmez diye düşünmüştüm fakat yanılmışım. Tam dalacakken aniden kapı açıldı ve kalabalık bir gurup halinde nöbetçi ekip içeri girdi. Çok korkmuştum. Uyuyor numarası yapmaktan başka çarem yoktu. Öyle de yaptım. Doktor beylerden birisi “Bu kadıncağız sürekli refakatçi üç gündür, mahvoldu, bir kampet varsa verelim yarın.“ dedi Allah razı olsun.

Diğer hastaların refakatçileri iki hatta bazıları üç vardiya halinde değişiyordu. Bizim başka kalacak kimsemiz yoktu. Dördüncü gün İzmir’den gelen kardeşleri de bize yatacak yer yok diyerek akşam üzeri hemen kaçmışlardı. Beni hiç düşünen olmamıştı. Hiç şikayet etmeyen her şeyi üstlenip dayanandım çünkü. Kendim hastalandığımda anlayacaktım hatamı ama geç olacaktı.

Ameliyat sonrası Ankara’da iki yıl süren tedavi sürecinde, hem babalarını arabayla taşıyarak vapura yetiştirdim, hastaneye uğurlayıp, dönüşünde karşıladım, moral verdim, hem dönüşte çocuklarıma istediklerini alıp sevindirdim, her türlü işleriyle, dersleriyle, gelişme çağı sorunlarıyla ilgilendim, hem de hastanedeki yine icabet nöbetli görevimi yaptım.

Otuz üç yaşımdaydım, dayanabilmek için hayal dünyasına kaçışlarımla birlikte sol göğsümdeki ilk sorun ortaya çıkmıştı bir süre önce aniden kızarıklık, şişlikle. Mastid tanısı konmuş tedavi sonrası fark edilen kistlerin alınması gerekli görülmüştü. Ayak üstü kimseye söylemeden mesai saatinde ameliyathanede lokal anestezi ile ameliyat olmuş, aşağıya inip çalışmaya devam etmiş, iki gün sonra da birlikte ameliyatı için Ankara’ya giderek üç hafta refakat etmiştim!

Böyle böyle bittim denir belki burada ama tam tersi böyle böyle çoğaldım çok şükür. Sonsuz şükür. Şimdi o yorgunlukların, sabrın meyvelerini topluyorum şükürler olsun. Babaları sağ salim hayatta ayrılmış olsak da. Çocuklarımız sürekli okul değiştirmelerine sebep olan sık atanmalar, hastalıklar, savaş, terör gibi peş peşe badire dolu yıllarımıza rağmen sağlıklı, erdemli, sevgi dolu güzel insanlar oldular. Çok güzel okuyarak güzel yerlere geldiler çok şükür.

Güzel sarı kızım ideali psikolojik danışmanlık ve kadın çalışmaları bölümlerinde Amerika’da doktoralarını tamamlayarak öğretim görevlisi oldu çok iyi bir devlet üniversitesinde. Annesi olamadı fakat kızıyla doktorluğuna da kavuştu çok şükür. Her yıl kadınlar gününde bir akademisyene verilen dünya kadınlarına hizmet ödülünü aldı geçtiğimiz yıllarda mülteci kadınlarla ilgili projesi nedeniyle hatta. Öğrencileri yılın profesörü seçtiler geçtiğimiz yıllarda hatta.

Yakışıklı bilge oğlum, çocukluk hayali olan pilotluğa kavuştu. Hava araçları elektroniği yüksek mühendisliğine ve bas gitaristliğe ek olarak hem de. Sekiz ay sonra baba olacak hatta inşallah. Ben de babaanne. Yorucu hayatın sonunda hasretle beklediğim torun hayalime, ilk torunuma kavuşacağım inşallah.

Artık tek başıma olduğum ömrümün sonbaharında güzel sarı kızımda kendimi yeniden yaşıyor, en ihtiyacım olduğu zamanımda uzaktan bile hissettiğim yakışıklı oğlumun kolu, kanadı altında kendimi güvende hissediyorum, heyecanla ilk torunumu bekliyorum şükürler olsun.

Hep hayalim olan, Allah’ımın lütfu bu dünyadaki cennetimde. Bozdağların eteğindeki yepyeni huzur yuvamda. Allah’ımdan başka kimseye muhtaç ve yük olmadan, hayatımdaki herkes için elimden gelenin en iyisini yapmaya gayret etmiş olmanın huzurundayım şükürler olsun.

Yedi yıldır balkonumda ve bahçemizde baktığım çiçekler ve sokak kedileri yanında, atılmış, hasta, yaralı yavru kedileri tedavi ettim, büyüttüm. Gözleri enfeksiyondan kapanmış halde bulduğum, annesini araba ezmiş son yavru olan kınalı kızım yanımda yumağıyla oynuyor mutlu mutlu şu an. O da anne olacak yakında inşallah. Yazılarımı yazarken yanımdaki sandalyesinde mırıl mırıl uyuyarak bir canlının memnuniyetine vesile olmuş olmanın inanılmaz huzurunu veriyor. Elmas parlaklığındaki su yeşili gözlerinde gördüğüm sevgi, minnet, ömrümce yaşadığım tüm yorgunlukları alma etkisinde.

Kınalı kızım, kara kızım, kara oğlum, Müezzam, Masumum, Egem ve diğerleri. Evime dönerken yollarda karşılayanlarım. Can yoldaşım onlar benim. Uzaklardaki yavrularımın hasretine onlarla katlanabildim. En derin yaraların ancak başka canlılara yardım etmekle, hizmetle iyileşebileceği bilgisini doğrular sonuçla, beş kuşaktır büyüttüğüm onlarla her gün biraz daha iyileştim çok şükür.

Çiçeklerim ve kedilerim yanında bu süreçte tasavvuf okumak, öğrendiklerimi hayata geçirmem, beraberinde başlayan ibadet ve hatıralarımı, duygularımı yazmak da ilacım oldu çok şükür.

Maneviyat, özellikle namaz kişiyi terbiye ettiği gibi hayatını da düzene koyuyor. Namazlarınızda sorun yoksa hayatınız sadece her gün daha iyiye gitmekle kalmaz, daha önce yetişemediğiniz her şeye yetişebilmeye başlarsınız. Hayatınızda öyle bir plan oluşur ki kendiliğinden, aldığınız her nefeste şükür, attığınız her adımda Allah’ın adını zikir ile daha da güçlenirsiniz.

Komşuna, anne babana, bir güzel sohbet ya da yazıların aracılığıyla yardıma ihtiyacı olanlara yetişebilir, daralmış gönüllere çare olurken kendin için de yapabileceğin en güzel şeyi yapmış olursun. Büyük acıların, onmaz yaraların tek çaresi insanlığa hizmettir çünkü. Koşulsuz, beklentisiz sevgi ve karşılık beklemeden hizmet! Yazılarımla ulaştığım, dokunduğum gönüllerden öyle bir sevgi dönüşü oldu ki zamanla, her derde çare türündendi.

Sevgili şair Gülten Akın’ın;
“Siz düşünmeden edemez misiniz
Gün günden kırılan siz, ezilen siz
Siz düşünmeden edemez misiniz
Korkar sevgisinden, yalnızlığından
Eğilir toprağa toprağa
Alaca dağlarda sarı çiçek
Bekleyin her gece bekleyin bekleyin
Bir gün unutulmuş bir aynadan
Bütün sevgiler size dönecek “

Muhteşem dizelerindeki o unutulmuş bir aynadan bir gün size geri dönecek denen sevgileri yaşadım, yaşıyorum şükürler olsun. Her şey Rab’bimizin verdiği koşulsuz sevgi enerjisi, sınırsız güç olan aşkla oldu. İlla Aşk’la! Beklentisiz hizmetin verdiği o doyumsuz haz olmalıydı Aşk! Lutfedene sonsuz şükürler olsun.



İlla Aşk / Adevviye Şeyda
www.kafiye.net