Ahmet’in ekmek kavgası (öykü)

Dört yıldır görmediği köyüne uzaktan baktı. Köyün köpekleri kokusunu almış uzaktan havlıyorlardı. Askerden yeni gelmişti. Hasta anası askerdeyken ölmüştü. Babasını altı yaşında kaybetmişti. O zamanlar askerlik dört seneydi. Köye varır varmaz dosdoğru muhtarın geniş bahçeli evine gitti. Muhtara; anasından, babasından miras kalan tarlayı, evi en kısa zamanda satmasını istedi. Buralarda kalmak istemiyordu. Buralarda duramıyordu. Buralardan sıkılıyordu. On dört yaşında köyden kopmuş, gurbetçi olmuştu. Gurbette çok acılar çekmişti. Bu ev acılarını daha da arttırıyordu. Hemen bu köyden gitmeliydi. Askerliğinin büyük bölümünü İstanbul’da yapmıştı. Abisinden aldığı vekâleti muhtara uzatıp evine gitti. Akşam namazı vaktiydi. Yorgundu. Uyumak istiyordu. Eve yaklaşınca birden hüzünlendi. Bahçedeki dut ağacının altına oturdu. Anasıyla, babasıyla, abisiyle anılarını hatırladı. Hüzünlendi. Yüreğinde özlemle karışık acı hissetti. Gözlerinden yaşlar boşaldı. Hayatında ilk kez bu kadar ağlıyordu. Bir süre ağladıktan sonra içinde bir rahatlama oldu. Soğuktu. Sobayı yaktı. Uykuya daldı…

Sabah olunca Halil amcasıyla yengesi geldi. Yengesi çay, çökelek ve köy ekmeği getirmişti. Yediler, içtiler, Hasret giderip, geçmişi yâd ettiler. Amcası evi ve tarlayı yabancıya gitmesin diye kendisine satmasını istedi. Amcasının söyledikleri ve mantıklı geldi. Çocukluğunun geçtiği, anasının anıları kokan bu ev, yabancıya gitmeyecekti. İstediği zaman gelip görebilecekti. Sevindi. Ertesi gün kuşlukta amcasıyla kasabaya gidip tapuları devretti. Amcası değerinden az vermişti ama olsun mallar yabancıya gitmemişti. Hem payına düşen para İstanbul’da bir iş kurmaya yeterdi. Anasıyla, babasının mezarında dualar okuyup, Bütün güzel ve kötü anılarını köyünde bırakıp, parasını koynuna saklayıp, yola koyuldu…

İstanbul’a yağmur yağıyordu. Bu şehri her şeyiyle seviyordu. Buraya alışmıştı. Başka şehirde yaşayamazdı. Askerde çarşı izinlerinde bol bol geziyordu. Bu şehirde amaçsızca yürümeyi seviyordu. Bu kent yağmur yağınca daha bir güzel görünüyordu gözüne…

Ertesi gün abisinin evine gidip payını verdi. Abisinin ısrarlarına rağmen orada kalmak istemedi. Küçük bir otele yerleşti. Birkaç gün geçtikten sonra paralar suyunu çekmeden kendince bir iş kurmak için, araştırmaya koyuldu. Sabah erkenden daha önce birkaç defa gittiği çay ocağına oturdu. Bu çay ocağının hayatını kökten değiştireceğini nereden bilebilirdi? Ocağın sahibi yaşlı kadir amcayla samimiydi. Onu seviyordu, meramını anlattı. Kadir amca artık yaşlandığını dükkânı tek başına işletemediğini, siparişlere yetişemediğini, dükkânı devretmek istediğini, isterse ona devredebileceğini söyledi. Ahmet acele karar vermek istemedi. Birkaç gün araştırma yapmak istiyordu. Ocağın olduğu bölge iş hanlarıyla, küçük dükkânlarla çevriliydi, oldukça güzel iş yapıyordu. Kararını verdi. Pazarlık yapıp, dükkânı otuz bine aldı. Bütün parasını buraya yatırdı. Kadir amcayı kaybetmek istemiyordu. Ona yanında çalışabileceğini söyledi. Kadir amca hafta sonları hariç onunla çalışmayı kabul etti. Ahmet’in kafası ticarete çalışıyordu. İşleri günden güne artıyordu. Ahmet günde on altı saat çalışıp, çok yoruluyordu. Ama para kazanmanın zevki her şeye değerdi. Dükkânın Üst katında kalıp otel parası da vermiyordu. İki ay böyle geçti. Bu işe alıştı. İşleri yolundaydı. Ahmet çok mutluydu. Günlük masrafları çıkardıktan sonra, Kazandığı parayı bankaya yatırıyordu. Ahmet çok mutluydu.

Bir pazartesi günü erkenden dükkânı açmış çayı demlemiş temizlik yapıyordu. Kabadayı kılıklı bir adam geldi. Oldukça sert ve kaba bir şekilde kadir amcayı sorup, adının Davut olduğunu, yine geleceğini söyleyip gitti. Kadir amca daha gelmemişti. Amcanın bu kabadayı kılıklı kaba adamla ne işi olabilir? Diye düşündü. Kadir amca gelince ona durumu anlattı. Kadir amcanın yüzü kıpkırmızı olmuş, elleri titremeye başlamıştı.

–Eyvah deli kadir hapisten çıkmış mı?

-Ne yapacağız şimdi? Diye sayıklayıp duruyordu.

Ahmet; bu adamın kim olduğunu sordu. Kadir amca, ona durumu anlattı. Bu çay ocağını altı sene önce ondan almıştı. Parasının yarısını peşin verip, diğer yarısını da üç yıl boyunca cezaevine götürmüştü. Davut ne istiyor olabilirdi. Ahmet’e Davut’un belalı bir kabadayı olduğunu, eskiden esnaftan haraç topladığını, bu dükkânı da tehdit, korku ile eski sahibinden edip gasp ettiğini, cezaevine girmeden kısa süre öncede kendisine devrettiğini, anlattı. Burayı alırken Davut’u tanımıyordu. Oda Ahmet gibi tesadüfen gelmişti. Ahmet’e o adam bir daha gelirse dikkatli olmasını, karşılık vermemesi gerektiğini, bir şekilde olayı kendisinin halledeceğini söyledi. Ahmet’in içine bir sancı düştü. Şimdi ne yapacaktı. Bu belalı adama karşı nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Sonra içinden “kimseden korkum yok ne olacaksa olsun” dedi

Ertesi akşamüstü deli Davut geldi. Sarhoştu. Kadir amcayla dükkân konusunda, tartışmaya başladılar. Ahmet önce ses çıkarmayıp dinledi. Sonra dayanamayıp araya girdi.

-Davut; Sende kim oluyorsun çakal, geri dur, sen karışma dedi.

-Ahmet; nasıl karışmam abi, bu dükkân benim dedi.

Davut’un birden gözleri büyüdü. Kadir amcaya sert bir tokat indirdi.

Zavallı kadir amca yere serildi. Adam iri yarı güçlü biriydi.

Ahmet’in üstüne yürüyüp;

-Bu dükkân benim, sizin aranızdaki olay beni ilgilendirmez, şimdi pılını pırtını topla defol git, bir daha da gözüme görünme, senin için iyi olmaz, benim kim olduğumu cümle âlem bilir, lakabım deli Davut, ben malımı kimseye yedirmem ulan dedi.

Zavallı Ahmet o anda ne yapacağını bilemedi. Yerde acıdan kıvranan kadir amca ona gitmesini söyledi.

Ahmet kadir amcayı yerden kaldırdı, evine götürdü. Yolda ne yapacaklarını sordu. Kadir amca ondan aldığı paranın bir kısmıyla borçlarını kapattığını, bir kısmını da, damadına borç verdiğini söyledi. Sonra damadını eve çağırdı. Durumu anlattı. Damadı parayı vermeyi reddetti.

Ahmet’in dünyası başına yıkılmıştı. Sinirlendi. Ne yapacağını şaşırdı. Kadir amcayla helalleşti. Bir otele yerleşti. Birkaç gün sonra dükkâna gitti. Dükkânda yeni bir genç çocuk çalışıyordu. Davut dışarıda oturmuş. Keyifli, keyifli nargile içiyor, gelen geçeni seyrediyordu. Ahmet’i karşısında görünce sinirlendi,

Ulan sana bir daha buraya gelme, gözüme görünme demedim mi?

-bak abi bu dükkân benim. Otuz bin lira saydım. Ben şimdi paramı kimden alacağım.

Bana ne ulan. Kimden alırsan al. Defol git elimden bir kaza çıkacak.

Ahmet korkmuyordu.

-ekmeğimle kimseyi oynatmam ulan. Dedi.

Davut bıçağını çıkarıp, Ahmet’in üstüne yürüyüp bir kez savurdu.

Ahmet çevik hareketle, Bıçaktan korundu.

Sonra oradan ayrıldı

Davut bir süre kovaladı. Yetişemedi.

Ahmet Davut’tan korkmuyordu.

Çok sinirlenmişti. Sinirden bütün bedeni titriyordu.

Birkaç saat yürüdü. Düşündü. Yakınlardaki bıçakçı dükkânından uzun keskin bir bıçak aldı. Beline taktı. Dükkâna geri döndü.

Ahmet deli Davut’tan korkmuyordu.

Artık Davut ondan korksundu.

Hışımla İçeri girdi.

Davut kebap yiyordu.

Ahmet bıçağını çıkardı.

-Ekmeğimle kimseyi oynatman ulan deyip kaplan gibi atıldı.

Davut hazırlıksız yakalandı.

Davut gafil avlandı.

Ateşini biriktirip patlayan bir şimşek gibi bıçağı Davut’un karnına bütün gücüyle sapladı. Davut bıçağını çıkarmak istedi. Ahmet bir daha, bir daha, bir daha Sapladı. Davut bıçağını çıkaramadı. Usulca yere yığıldı. Ağzında belli belirsiz küfürler ortalara saçıldı. Yerde Davut’un koyu, sıcak kanı akıyordu.

Ahmet kaçtı, Ahmet kinini kustu, Ahmet hıncını aldı, Ahmet Rahatladı, Esnaf rahatladı, Dünya rahatladı, Kalabalık çoğaldı, Herkes olup biteni seyretti,

Kimse karışmadı, Kimse bir şey görmedi, Kimse karışmadı, Kimse bir şey görmedi, Kimse karışmadı, Kimse bir şey görmedi…



Serdal Göçmen
www.kafiye.net