Temellendirilmiş kuram araştırmacısı olan Brené Brown’un, orta-yaşta kelebeğe dönüşmek adıyla da yazıya alınabileceğini düşündüğüm çok güzel bir yazısını sizler için tercüme ettim.

Orta-yaş Aydınlanması

Otuzlu yaşlarımın sonunda sezgim, beni orta yaş mücadelesi olasılığı konusunda uyarmaya çalıştı. Hayatımın anlamı ve amacı hakkında iç karışıklıklar yaşadım. Farklı rollerimde (anne, profesör, araştırmacı, yazar, arkadaş, kız kardeş, eş) kendimi kanıtlamakla inanılmaz derecede meşguldüm. Bununla birlikte, gerçekten “olduğum gibi görünüp” tanınmaktan çok korkmaya devam edip etmeyeceğimi merak etmenin sahnelerini hatırlıyorum.

Ancak “sezgi, bir kalp meselesidir” ve yakın zamana kadar kalbimin dikkat mesajı veren işaretlerini “akılcı” bir yola iletmeye karar verdim. Kafamda, “orta yaş endişesi” fikrine her zaman dalga geçerek karşılık vermiş ve orta yaştaki sızlanmanın acıklı olduğunu söylemenin politik ve terapötik (terapi amaçlı) olarak doğru bir yol olduğunu zannetmiştim. Düşüncemde, orta yaş krizi kavramı, bütünüyle saçmalık idi. Çünkü orta yaşta mücadele ediyorsanız, bunun nedeninin yeterince acı çekmemiş veya fedakarlık yapmamış olmanızdır, diye inanıyordum. Kanımca, yapılacak olan tek şey sinirlenmeyi ve inlenmeyi bırakıp, daha çok çalışıp, her şeyi içine atmaktı.

Anlaşılan, tek bir şey hakkında haklıydım – orta yaşta yaşadığımız bu olaya “kriz” demek ne kadar da saçmaymış. Bir kriz, kontrol edilebilecek ve yönetilebilecek yoğun, kısa ömürlü, çabuk ilerleyen, kolay idare edilebilir ve tanımlayıcı bir olaydır.

Orta yaş bir kriz değildir. Orta yaş bir çözülmedir.

Tanım olarak, çözülmeyi kontrol edemez veya yönetemezsiniz. Orta yaş çözülmesini, otuzlu yaşlardaki kazanımlarınızı, başarılarınızı ve alfa-ebeveynlik işlemlerinizi daha fazla kontrol etmek ile tedavi edemezsiniz. Çünkü orta-yaş, bizim yavaşlamak ve kusurlu olmanın iznini almak için duyduğumuz derin özlemimize merhem olur.

Orta yaş, evrenin nazikçe ellerini omuzlarına koyması, seni yanına çekmesi ve kulağına fısıldamasıdır.

Ben dalga geçmiyorum. Tüm bu rol ve performans – kendinizi yetersiz hissetmekten ve incinmekten korunmak için geliştirdiğiniz baş etme mekanizmaları – gitmek zorunda. Zırhın, senin armağanlarına dönüşmeni engelliyor. Küçükken bu korumalara ihtiyacın olduğunu biliyorum. Zırhınızın değerli ve sevilebilir hissetmeniz için gereken her şeyi güvence altına almanıza yardımcı olacağına inandığınızı anlıyorum; ama zaman azalıyor. Önünde keşfedilmemiş maceralar var. Diğer insanların ne düşündüğü hakkında endişelenip hayatınızın geri kalanını bu şekilde yaşayamazsınız. Sevgiye ve aidiyete layık doğdunuz. Yüreklilik ve cesaret damarlarınızdan akıyor. Tüm kalbinizle yaşamak ve sevmek için yaratılmışsınız. Ortaya çıkma ve görülme zamanı.

Her orta yaştaki “olaya” rastgele, bağımsız bir mücadele olarak bakarsanız, sadece küçük bir takımyıldızı sayısında “krize” karşı olduğunuza inanmanın içine çekilebilirsiniz. Halbuki dürtülerin, düşük dereceli kaygı ve depresyon, sessiz çaresizlik ve sinsi bir kontrol kaybı ile bir araya geldi. İşte tam da bu düşük dereceli, sessiz ve sinsi halleriyle sizi çıldırtmak için yeterliydi. Ancak dışarıdaki insanların mücadeleyi onaylaması veya size yardım ve saygı göstermesi yeterince nadirdir. Bu tehlikeli bir acı türüdür çünkü ve her şeyin yolunda olduğunu iddia etmenize izin verir.

İşe gidip bulaşık makinesini boşaltır, ailemizi sever, saçımızı keseriz. Dışarıdan her şey normal görünür. Ama içimizde yaşadıklarımızı zar zor bir arada tutarız. Bir şeylere ulaşmak istiyoruzdur, ancak yargı (orta yaştaki alemin değerleri) bizi geri tutar. Bu, bilişsel uyumsuzluğun korkunç bir hali – sürekli olarak çatışmayı azaltmak ve dağılmayı en aza indirgemek için tasarlanan iki farklı gerçeği tutmaya çalışmanın psikolojik acı verici süreci (örneğin, parçalanıyorum ve yavaşlamam ve yardım istemem gerekiyor. Sadece muhtaç, yaprak yaprak dökülen, dengesiz insanlar dağılır ve yardım isterler).

Zihinsel uyumsuzluğu gidermek için ne gerekiyorsa yapmak, insan doğasının ve beyin biyolojisinin bir gereğidir. Mesela yalan, hile, rasyonelleştirmek, haklı çıkarmak, görmezden gelmek. Çoğumuz için, algıyı yönetme konusundaki uzmanlığımız bizi hayal kırıklığına uğratır. Bir yandan umutsuzca, herkesin mücadelemizi görmesini istemek, böylece taklit etmeyi bırakabilmek için uğraşır ve diğer yandan hiç kimsenin, (yayınlamak için düzenlediğimiz ve onayladığımız şeyler dışında) hiçbir şey görmemesini sağlamak için ne gerekiyorsa yaparız.

Bu iç kargaşanın kabarcığı fantazidir. Otoyolda araba sürerken ucuz bir motele göz atıp “belki de beni arayana kadar orayı kiralayıp orada kalacağım”. Sonra aklımı kaybettiğimi anlayacaklar. Ya da mutfağımızda bir anda kendimizi bir bardak tutarken bulduğumuzda “Bunu fırlatıp atmaya başlarsam ailem bu mücadeleyi daha ciddiye alır mıydı acaba?” diye devam edeceksiniz.

Çoğumuz bu seçimlerden vazgeçiyoruz. Çünkü yol kenarındaki motele gitmeden önce köpeği dışarı çıkaracak ve çocukları alması için birini ayarlamamız gerekiyor. Saatlerce camı temizlemek ve öfke nöbetine eğimli küçük çocuklarımızda gözlemlediğimiz “kötü seçimlerimiz” için onlardan özür dileyerek geçirirdik. Sadece buna değmezdi, bu yüzden çoğumuz “aklımızı kaybetmek” gönüllü bir fantazi olmayana kadar kendimizi zorluyoruz.

Orta-yaş veya Orta-sevgi

Birçok bilim adamı, orta yaştaki mücadelenin, ölüme ilk gerçek bakış oranımızla gelen korkuyla ilgili olduğunu ileri sürdü. Yine, bu bir hüsnükuruntudur. Orta yaşam ölüm korkusuyla ilgili değildir. Orta yaş ölümdür. Tüm hayatımızı inşa ettiğimiz duvarları yıkmak ölümdür. Beğen yada beğenme, orta yaştaki bir noktada, aşağı iniyorsunuz ve bundan sonra sadece iki seçenek vardır: Bu ya aşağı gider kalmak ya da yeniden doğuşa geçmektir.

Küçüklükten büyüyünceye kadar bizi güvende tutan şeylerin; ebeveyn olmak, eş olmak veya istediğimiz insanlar olmanın önüne set/engel çekmesi, acı verici bir ironidir.

Belki, benim gibi, sen mükemmel bir hatır hoş edicisin ve performansçı. Ama şimdi tüm bu mükemmellik ve kural izlemek pek boğucu gelmeye başlamış olabilir. Belki de insanları güvenli bir mesafede tutmak için çok çalıştınız ve şimdi mesafe dayanılmaz bir yalnızlığa dönüştü. Başka seçeneğe sahip olmadıkları için hep başka kimseyle ilgilenen millet de var. Ancak ölümleri, başkalarına bakmaktan vazgeçmek olmak zorunda kalıyor ve yeniden doğuşları, kendilerine nasıl bakacaklarını öğrenmek oluyor (ve her zaman yeni sınırlar koymanın getirdiği itirazlarla mücadeleye çalışıyorlar).

Sorun ne olursa olsun, hayatımızın ilk yarısını incinmeyi durdurma duygularını bastırarak geçiriyoruz ve ikinci yarısı da incinmeden oluşan yaralarımızı iyileştirmek için, yaşanan her şeyi ortaya açmaya çalışıyor gibi görünüyoruz.

Bazen “duvarları yıkıp ölüme teslim olma” meselesi beni ezdiğinde, orta-yaşı orta-sevgi olarak düşünmeyi daha kolay buluyorum. Utanç, orijinallik / otantik olmak ve aitlik üzerine yirmi yıllık bir araştırma yaptıktan sonra, kendimizi sevmenin şimdiye kadar yapacağımız en zor ve cesur şey olduğuna ikna oldum. Belki de bize öz sevgiyi bulmak için sınırlı bir süre tanınmıştır ve orta yaştaki yol yarının işaretidir. Utanç ve korkuyu bırakmanın ve sevgiyi kucaklamanın zamanı geldi. Ya Balık tutma zaman veya oltanın ipini kesme.

Orta-sevgi / orta-yaşın bir zamanlamaya göre olduğunu sanmıyorum. Beni vurduğunda kırk bir yaşındaydım, ancak arkadaşlarımdan ve röportaj yaptığım insanlardan otuzlu yaşlarının ortası kadar erken, ellili yaşlarının sonu gibi geç çözülmenin ortasında kendilerine tokat gibi geldiğini öğrendim. Orta-sevgi / orta-yaş için tek kesin zamanlama, fiziksel olarak öldüğümüzde sona ermesidir. Bu tedavi edebileceğin veya işin içinden çıkabileceğin birşey değildir. Kendini sevme ve kabullenme arayışı, orta yaşlarda görülen yeni hastalıkların çoğu gibidir – bu kronik bir durumdur. Orta yaşta başlayabilir, ancak hayatımızın geri kalanında bununla başa çıkmak zorundayız.

Ve, yirmili yaşlarınızdayken yaptığınız gibi evreni uçurabileceğinizi düşündüğünüzde evren size, “Dikkat et” diye fısıldadığında ya da otuzlu yaşlarınızın ilk yıllarındayken size “Yavaşla” diye fısıldadığını düşündüğünüzde, Sizi temin ederim ki evren, orta yaşta size daha da büyük bir azimle yanaşıyor. Onu görmezden gelmeye çalıştığımda, kendini çok net bir şekilde ortaya koydu: “Hediyelerinizi çiğnemenin sonuçları var. Hayatınızın büyük parçalarını yaşamadan bırakmanın cezaları var. Yarıya kadar oluşun da. Acele et.”

Evrenin ziyaretlerinin şoku bir kere geçtikten sonra – ve siz aşırı düşünme sürecine vardığınızda, Aman Tanrım! Bir krizi tercih ederim! diye haykırırsınız. Veya bunun birkaç yolu daha var:

Duyduğuma göre, evreni yakına çeken, bilgeliğini benimseyen, büyümek için ona fırsat tanıyan ve sakince çözülmeye giden insanlar olduğunu söyleyen kimseler var. Bu insanlarla sınırlı zaman geçirmeye çalışıyorum, bu yüzden bunun nasıl çalıştığı hakkında size fazla bir şey söyleyemem.

Başka bir seçenek, bunların herhangi birinin olduğunu reddetmektir. Elbette, inkar etmek bu düzeyde kolay değildir – burada konuştuğumuz evrendir. Orta yaştaki hayatın olmadığını iddia etmek, parmaklarınızı kulağınıza sokmak ve la-la-la-la şarkı söylemek gibi aktif bir inkar gerektirir. Kulağa tatlı ve çocuksu gelse de, böyle yapan millet normalde çok tatlı ve çocuksu değildir.

Kulak tıkama ve uğultu sonrasında, orta yaştaki çözülmeyi reddetmenin tek yolu daha reddetmede daha mükemmel, daha kesin ve daha yargılayıcı olmaktır. Böyle yapan millet için, sadece bir gramlık bir belirsizlik ya da şüphe ya da kaynamayı sorgulamak hızlı, istemsiz bir çözülmeye neden olabilir. Yanlış olamazlar – yaşamları kontrolden çıkabilir. Dişlerini ve yanaklarını sıkarak, darbe yememek için vücudunu geri çekerek ve sık sık duygusuzca, hissetmeden yaşamın içinden geçerler.

Ayrıca uyuşturma seçeneği de var. Eğer orta yaşta ustalaştığımız bir şey varsa, acı ve rahatsızlık hissinden kurtulmanın yolu budur. Uyuşturmada çok iyiyiz – yemek, içmek, harcama, planlama, bilgisayarda oyun oynama, mükemmelleşme, gerçekten çok meşgul olma. “Akşam yemeğinde sadece iyi bir kadeh şarap içen” her orta yaşlı içki içmeyi bırakırsa, üzüm bağı işi kalmazdı. Ne yazık ki, orta yaşantıyı, hayatta kalmayı başardığımız diğer aşamalardan farklı kılan şey, semptomların zaman içinde düzelmediğidir. Orta yaştaki çözülmeyi uyuşturmayı seçmek, hayatınızın geri kalanında uyuşmayı seçmektir.

Son olarak üzerimize gelen, şu “yasak ve engel yok” diyen direnç yanıtıdır. Bunu, varoluşsal kafes dövüşüne benzetiyorum. Sen ve evren çembere giriyorsunuz ve sadece bir kişi çıkıyor. Bu, elbette benim benimsediğim seçeneğimdi.

Evren bana geldiğinde dinledim. Ve fısıldaması bittiğinde, geri çektim, gözlerinin içine baktım ve yüzüne tükürdüm.

Benden bir şey istemeye nasıl cüret ediyor! Çalışmıştım, feda ettim ve yeterince ödedim. “Hayır” diye çığlık atmak istediğimde hayatımı “evet” diyerek geçirdim, “Canınız Cehenneme! Kendiniz yapın ” yerine mümkün olan her teslim tarihini, beklentisini ve talebini karşıladım. Zırhımın her parçasını kendi tırnaklarımla kazanmıştım ve vazgeçme fikri beni çok kızdırmıştı.

Kızgın bir gencin kederli annesi gibi çekip gitmesini bekliyordum, ama yanağındaki tükürüğü silerek, önümde durdu.

Bir dakikalığına birbirimize baktık, sonra dedim ki, “Senden korkmuyorum. Ne sorduğunu biliyorum ve cevap hayır. Tüm hayatım boyunca bu duvarları inşa etmek ve bu çeteleleri kazmakla geçirdim – gerçekten biraz fısıltı beni korkutacak mı? Çözülme türü olarak size çekici mi geliyorum? ”

Ben doğal olarak, veya doğuştan âsi biri değilim; sadece otuz yılımı kırılganlık ve belirsizliği aşmaya ve yenmeye çalışarak geçirdim. Yüce evrenin alçalması ve kendimi onun vesayetine teslim etmemi istemesi benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Ben teslim olan bir tip değilim.
Sessizdi.

Geri adım atmadım. Ben kendimin küçük duygusal askeriydim. En ciddi oyun yüzümü giydim ve “Ne yapmaya çalıştığınızı biliyorum ve işe yaramayacağını da biliyorum. Hazırım. On yılımı “utanç” ve “kırılganlık” ve “insanları korkutmak için attığın tüm saçmalıklar” üzerine araştırma yaparak ve yazı yazarak harcadım. Hazırım.”

Bana sevgi dolu gözlerle baktı, “Bu şekilde olmak zorunda olduğu için üzgünüm ama açıkça böyle yapmak istiyorsun. Bana başka seçenek bırakmadın. ”

Sakinliği huzursuz oldu. Korkmuştum. Geri adım atmıyordu. Bu yüzden, tam bu terör anında, korku ile karşı karşıya kaldığımda bildiğim tek şeyi yaptım – ona zorbalık ettim. Onu ufaktan ittim ve “O zaman getir!” dedim.

Onun sevgi dolu gözleri bir parça değişmedi. Sadece bana baktı ve “Yapacağım” dedi.

Evren Getirdiğinde

Hayatımın mücadelesini ortaya koydum, ama tamamen yorgundum. Evren, bu mükemmeliyetçi utanç araştırmacısını aşağı çekmek için kırılganlığı ve belirsizliği nasıl kullanacağını tam olarak biliyordu: büyük, beklenmedik bir profesyonel başarısızlık çürümesi, bir sonraki yıkıcı ve kamusal bir aşağılama, Tanrı’yla bir hesaplaşma, ailemle olan bağlar, kaygı, çok şiddetli baş dönmesi, depresyon, korku ve beni en çok kızdıran şey -lütuf (grace). Ne kadar zor veya uzak düştüğüm önemli değil, lütuf beni kaldırmak, tozumu almak ve bir süre daha beni içeri sokmak için oradaydı.

Çirkin bir sokak kavgasıydı ve ağır tekmelendiğim halde, başıma gelen en iyi şeydi. Kayda değer miktarda acı ve kayıp vardı, ama bu arada inanılmaz bir şey oldu – beni/kendimi keşfettim. Gerçek ben. Dağınık, kusurlu, cesur, korkmuş, yaratıcı, sevgi dolu, şefkatli, gönülden benden.

Maya Angelou, “İçinizde anlatılmamış bir hikayeye sahip olmaktan daha büyük bir acı yoktur.” Her zaman hikayenin gücünü onurlandırdım. Aslında, güçlerine o kadar kuvvetli bir şekilde inanıyorum ki kariyerimi anlatılmamış hikayeleri kazmaya ve onları gün ışığına çıkarmaya adadım. Mucizevi bir şekilde, bu orta yaştaki çözülmenin bana – kafamda ve kalbimde – nasıl cesur olunacağını öğretmiş gibi hissediyorum. Teslim olma veya “soruda yaşama” konusunda hala iyi değilim, ancak daha iyiye gidiyorum. Sanırım “soruda yazmaya” mezun olduğumu söyleyebilirsin. Tam olarak Zen değil, ama bu da bir ilerleme.

Evren ile olan ilişkime gelince, aslında biz çok iyi arkadaş olduk. Sessiz bir anımızda, gözlerinin derinliklerine baktığımda ve onun, yani evrenin ben olduğumu fark ettiğimde, onu sevmeye ve güvenmeye başlamıştım bile.


Özlem Adıyaman
www.kafiye.net