LAMBADAKİ CİN

Bir varmış, bir yokmuş… Eski zamanların birinde fakir bir delikanlı varmış. Bu delikanlı köylünün bağını bahçesini, tarlasını takkesini çapalar bellermiş. Bu sayede günlük yevmiyesini çıkartırmış.

Gel zaman, git zaman, delikanlının kapısı telaşla çalınmış.

Delikanlı hızla kapıya koşup, tokmağı çevirmiş. Gelen, köyün zenginlerinden Tahir Beymiş.

Tahir Bey nefes nefese:

“Hadi ne duruyorsun? Yüz dönüm tarla çapalanmak için seni bekliyor. Tez elden işe koyul. Yoksa bu yazı buğdaysız geçireceğim!” Deyince delikanlı:

“Dur hele Beyim biraz soluklan! Otur şuraya da şu işin ayrıntılarını bir konuşalım.” Demiş.

Bunun üzerine Tahir Bey:

“Bak oğul! Önceleri bu tarlalara hiçbir şey ekmeyeceğim diye kendi kendime söz verdim. Fakat uzaktaki ablam işsiz kalınca buraya yerleşme kararı almış. Bu durumda ben de tarlaları ekip insanlara aş, ekmek vermeliyim diye düşündüm. Eğer çapalamayı kabul edersen sana iki kese dolusu altın vereceğim. İşi de bir ayda bitirmelisin! Tek şartım budur.” Demiş.

Tahir Bey’in söylediklerini düşünen delikanlı:

“Ama Bey’im, o koca tarlaları bir ayda nasıl çapalarım? El insaf! Bir de senin tarlalar bildiğim kadarıyla, yıllardır çapa yüzü görmedi. Şimdi kaya gibidir oralar.” Deyince

Tahir Bey:

“Valla ben orasını burasını bilmem. Bu işi kabul edersen bir ayda tamamlamalısın. Yapamayacaksan şimdiden söyle ki ben de başımın çaresine bakayım!” Demiş.

Delikanlı bakmış, bey kararlı… Altınlarda aklına düşünce işi, çar çabuk kabul edivermiş.

Ertesi sabah erkenden çapasını, küreğini alıp, düşmüş tarla yoluna. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş. Vara vara tarla başına varmış.

Hiç soluklanmadan çapayı toprağa vurmuş. Fakat o da ne? Toprak kaya gibi sertmiş. Yılmadan, usanmadan çapalamış. Tam bu sırada çapanın ucuna sert bir şey takılmış. Usulca çapayı kanırtmış. Çapanın ucuna takılan gümüş bir lambaymış. Bir anda lamba sallanmış. Etrafa dumanlar yaymış. İçinden de heybetli bir cin çıkıvermesin mi?

 Çıkan Cin, dile gelmiş:

“Dile sahip, dile… Dile ki derdine çare olayım!”

Bunun üzerine delikanlı cine dönüp:

“Ne dilersem olacak mı şimdi?” Diye sormuş.

Cin:

“Tabi ki ey sahip! Dile ki benim de pasım silinsin. Asırlardır bu topraktayım. Biri bulup beni çıkarsa diye dualar edip durdum. Şimdi tam sırası… Hadi” Diye haykırmış.

Bunun üzerine delikanlı önce bu gördüğün tarlayı çapala. Sonra da bir güzel belle. Ardından buğday ek!” diye art arda emirler yağdırmış.

Delikanlı bunları söyler söylemez, cin işini hemencecik bitirivermiş.

Delikanlı cine şaşkın şaşkın bakıp:

“Ooo, çok hızlısın! Şimdi de bana görkemli bir saray yap. İçinde uşakları, aşçıları ve muhafızları olsun. Bir de sarayda salına salına gezen nazlı bir dilber olsun .” Der demez delikanlının dibinde koskocaman bir saray bitivermiş.

Bunun üzerine oğlan hızla saraya dalmış. Kapıdan girer girmez üstü başı tıpkı padişahlarınki gibi gösterişli giysilerle donanıvermiş.

Sarayda ilerlerken karşısına çıkan tüm insanlar delikanlının ayaklarına kapanıp onu selamlıyorlarmış. Delikanlı gördükleri karşısında adeta dili tutulmuş.

Biraz daha ilerleyen oğlanı güzeller güzeli bir kız karşılamış.

Kız:

“Hoş geldin kocacığım! Bu gün çok yorulmadın inşallah!” Demiş.

Delikanlı şaşkın şaşkın:

“Kocacığım mı? Kız biz ne zaman evlendik? Diyecekmiş ki, cinin sözlerini hatırlamış.

Ardından her şeyi biliyormuş gibi kızı kucaklamış.

Gelelim bizim cine:

Cin görevini tamamlamanın rahatlığıyla, lambasına geri dönmüş.

Tahir Bey ise tarların bir günde çapalanmış olmasına bir türlü akıl sır erdirememiş.

Delikanlı ve eşi yıllarca sarayda mutlu mesut koca bir ömür sürmüşler.

Onlar ermiş muradına. Biz çıkalım Kaf Dağına…



Hacer Taner Bulut
www.kafiye.net