Bedel’e Batıda İmece Deniliyor

Hani hayatımı yazsam roman olur derler ya siz geçmişinizden bugüne dek geçirdiğiniz aşamaları anlatabilir misiniz, nesini yazacaksınız ki demeyin? Yoksa biri size ısrar edince mi anlatmaya başlayacaksınız aklınızdan hiç çıkmayan anılarınızı. Gözlerinizi dünyaya açmış, kim bilir kaç önemli dönüm noktası yaşamışsınızdır.

Bizi bu hallere düşürenler gülünç, sen niye gülünç olasın ki?
İnsan artık bir yerde isyan ediyor. Sonunda, ağzındaki baklayı çıkarıyor…

Biz sohbet ederken Aslıyla kafeteryada; içeriye 18-22 yaşlarında dört üniversiteli genç giriyor. Herkese selam verdikten sonra kendi kendimle söylenmeye başlıyorum.

Açık yüreklilikle söylüyorum, diyorum ki, benim yazma sevdam Ağrı Dağı gibi yüzünü insanlara kapatmış olamaz. Yüreğim temiz olup her şey ortada siyah bulutlarla kaplı da olsa sevdiklerimle paylaşmak olacaktır. Bunu söyleyip susuyorum.

Derken söylediğim kelimelerle tam anlamıyla karşı çıkmasalar da da bu fikrime, yüzlerinde ki ifade ve seslerinde ki ton karşı çıkıyor bana selam verir iken bile haklarında bilgi alıyorum sanki.

Sözü erkeklerden açıyorum:

-Hangimiz baskı altına girmeyi severiz hele ki erkeksen. Dikkatimi çekiyor bu yüzden mi askere kadar faklı farklı mesleklere girip çıkarlar. Hele ki okuyamamışsa fakirlik varsa mektepten çıktıktan sonra, o vakit böyle fazla imkânlar da olmadığından rezilliği muhakkak ki çekiyordur. Üstelik bu yolculuğa başlamadan altı gün önce ilk kız çocuğu da doğmuşsa. Sanki ‘damarlarındaki kan çekiliyormuş’ gibi içi yavaş yavaş ağlamaya başlıyor içinde hep veresiye alışveriş yapıyordur kanımca.

Neyse deyip, derin bir nefes alıyorum. Sigaramın birini söndürüp diğerini yakıyorum.

Ertuğrul adındaki arkadaşları gülümseyerek bende bir şeyler söyleyebilir miyim diyor?

-Buyurun oturmaz mısınız, diyorum ve başlıyoruz konuşmaya:

Hoş geldiniz.

Hoş bulduk.

Herkes kendini tanıttıktan sonra Ertuğrul başlıyor konuşmaya:

-Kiminin babası başlık olarak kırk beş koyun istermiş, kiminin altın gerdanlık, üç yüz-dört yüz milyon. Düşünün, verseler bir türlü vermeseler bir türlü. Mecbur verilecek, ne yapmalı? Gel de sen kaynatana anlat. Bütün bu değişikliklere rağmen askerlik bitince artık bu yuvayı sağlamlaştırıp ve para kazanmalısın denilip yine geçiştiriliyor ya işte ben burada amma olur mu demekten kendimi alamıyorum.

Sessizliği bozan, kendi aralarındaki fısıltılar oluyor.

Ayşe heyecanlı soğuk ayranından bir yudum aldıktan sonra konuşmaya katılıyor:

-Benim en sevdiğim eşim ve çocuklarım dediğim çoktan alışmış olmalı bu fikre, çoktan kabullenmişim ikinci planda olmaya demeli ama demi! Bir erkek bana istediklerimi veremeyince de mutlu olamam ki!
Ama şu bir gerçek… Para olmayınca sevgi, bir yerde ister istemez bitmek zorunda kalıyor. Parayla sevgi olmaz deseler de, parasız hiçbir şey olmuyor.

Çİğdem, gözleri yemyeşil beyaz bir teni var uzun boyu ve derin bakışları söz alıp bu sefer de o açıklıyor düşüncelerini:

-Bir özenti aldı başını gidiyor. Bakalım nereye kadar gidecek. Aslında biz kadınların istekleri, pembe dizileri izledikten sonra farklılaştı. Çalışma koşullarını düşünürsek patron işçi ilişkisi bu da ayrı bir konu. Kendi işini kendin görmek için bir meslek seçersin belki babandan daha şanslısındır, çünkü dükkân hazırdır. O gün bu gün sebat edersin zanaata atılırsın hele de rastladın mı iyi uyumlu benim gibi bir eşe durumu özetlersin. Acente araba altımızda ama cebimizde kuruş yok!

Fatma, bende ibret olsun diye yaşananları size anlatayım mı diyor:

-Sağlık problemlerinden ötürü iş hayatına diyelim ki veda etmek zorunda kaldınız. O güne kadar bütün işlerinizi siz kendiniz yapar iken, tek başına bir şeyler yapmak zorunda kalan oğlunuzu, kızınızı veya eşinizi hele bir düşünün… Ben mesela Ağlayan Dilan Anayı teselli ettikten sonra hiç hesapta olmayanlar başıma geldi çok zor çoook.
Sanki kendi kendime konuşuyormuş gibi, ardından devam edeyim mi: ‘Kocan yok mu senin’ diye soranlar, ‘Sen git baban gelsin’ diyenler… Ya adamın fiyakasını söndürü veririm ne diyorsunuz.

Arkadaşlar bir düşünün diyor Aslı:

-İnsanlar kadınların ticaret işlerine karışmasına şaşırıyorlardı. Düşünün şehirler arası bir yolda bir minibüs kullanan bir kadına tahammül edemeyenler vardı bir zamanlar. Şoför Nebahat lakabıyla 1953 model Dogde marka, sarı bir taksisi vardı… Elli altı yıldır direksiyon sallamıştı Türkiye’de ki ilk sürücü belgesiyle. İş vermemek için her türlü zorluğu çıkaranlara buradan sesleniyorum demişti hatırladığım kadarıyla… Yazık! Bugün git, yarın gel. Şimdi git bir hafta sonra gel diye aylarca uğraştırdılar kadıncağızı… Sonunda sabrı tüketmeyin arkadaşlar diyesim var yani Allah aşkına.

Söze ben katılıyorum ister istemez:

-Üzgün mü üzgün halinizi görüyorum da arkadaşlar. Biz bir kadını rakip olarak kabul edemeyenlerle mücadele etmek zorunda kaldık yıllarca. Söyleseler inanmazdım neredeyse tüm tanış ettiğim insanlarda gördüğüm bıkkınlığı, bu röportajımın içinde de az da olsa görüyorum. Sanki bir vitrindeki gözlemciyim günlük hayatın karmaşası ve koşuşturmacası içerisinde yaz diyor biri içimden yaz ki herkes yararlansın. Bize göre belki sıradan, kendilerine göre ise bir romanı andıran hayatlar yaşanıyor.

Bu arada çaylar geliyor muhabbet git gide derinleşiyor. Malum insanlarımız aç, yüz yüze konuşup dertleşmeye, keşfetmeye, öğrenmeye, anlamaya ihtiyacı var. Bunun için her şeyden önce hiçbir tabunun esiri olmadan insanca acıları paylaşmak, yaşananları anlamak ve insanlığa aykırı ne yapılmışsa teşhir etmek gerekir diyorum.

Üzerinden dört yıl geçmiş ve hayat bana neler anımsadığımı bir kez daha hatırlatıyor ki bugün o günkü bu röportajımın notlarından yola çıkarak yazıyorum. Kendimi toparlamış olarak tekrar yazıya başlamak; bu arada beni çok mutlu ettiğini de belirteyim, bu mesleği yapsaymışım sevecekmişim demek ki.

Gördüklerim ve duyduklarımdan sonra dikkatimi çeken; çoğu kadınlarımızın erkek meslektaşları tarafından zorluk çıkardığını söylemeleridir. Eşlerin desteğiyle işe başlayanlar halktan tepki alacağından değil bilin bakalım kimlerden şikayetçiler! Köy meydanlarındaki kahvehanelerin önünden bile geçemezken, artık şehir kahvehanelerinde oturanlar kafalarını dağıtıp stres atanlar bilin bakalım yine kimler? Gömlek pantolon giyerek saçları kısacık kesmek değil, amaç erkek görünümü sağlamak da değil ‘durumumuz iyi değil ve para kazanmamız şarttı’ derken yüzlere o günlerin güçlülüğü yansıyor.

Hadi şimdi kolay gelsin bana diyorum. Boşluğa bakarken yaşlar,gözlerimden kırış kırış yüzüme ip gibi akmaya başlıyor.

Unutmayın bizleri hayat ne kadar zorlarsa zorlasın kadın milleti bismillah deyip basar gaza da onun dümeninden zararlı çıkarsınız. Artık kadınlarımızın; bende bir zihniyet var, hayatı zor kullanmam dercesine. İşte bu bizim geleceğimizin en büyük çılgınlığı belkide özgürlüğümüz, tabii anlayana.



İlknur Yıldırım
www.kafiye.net