GÖÇ ZAMANI

  Ve fakat  akıp gidiyordu zaman. Zamandan öte zaman vardı içimde. Ne bugünü vardı ne de dünü. Günler, mevsimler… Sonbahar, yaz ve yine sonbahar… Başka  mevsim yoktu bizim oralarda. Bizim sevdamızda. Özgürlüğün adı konmamış sevdasında. Çalışmaktı sevmek. Uçmaktı mavi beyaz bulutlarda. İnsanlarla beraber kırlangıçlar da yaşardı zamanın içinde ümitsizce. Kanatlarını bir açtı mı süzülmeye başlardı mavi beyaz gökyüzünde.  Çatallı uzun kuyruklarından tanırdınız kırlangıçları… Masmavi sırtları güneşin altında parıldamaya başlayınca anlardınız öğle vaktinin geldiğini. Artık tarladan eve dönme zamanı gelmiştir.

            Annem uzun uzun içini çekti.

            “Dün neredeydin, söyle bakalım. Çok geç geldin yine eve.” diyerek anlamlı bir bakış fırlattı bana. Çok yorulmuştum. Konuşacak mecalim kalmamıştı. Ama dün geceyi anneme açıklamam gerekiyordu. Ne söyleyeceğimi bilemeyerek “İrfan’la birlikteydik. İçmiş yine. Bırakmadı beni, lafladık biraz.” dedim.  “ seni meraklandıracak kadar uzun sürmüş demek” diyerek annemin yüzüne bakmadan traktörü çalıştırdım. “Hadi anam, gidelim artık” dedim. Annem atladı traktörün römorkuna. Taşlı yollardan tıngır mıngır, sallana sallana, böbreklerinde taş olanlar taşlarını dökerdi hani- eve doğru yola koyulduk. Annemin merakı içinde kalmıştı. Nasıl anlatırdım ona gerçeği. Daha gün batmadan içmeye oturduğumuzu. Sabaha kadar İrfan’la içtiğimizi, ağlaştığımızı.  Ah… Pınar’ım benim. Yaşama nedenim.  Koyun koyuna yattığımız o geceyi unutamıyordum. Sarılışımı, onun kokusunu,  saçlarının kına kokusunu unutamıyorum. Saçını her okşayışımda parmaklarımın arasından kayardı uzun kınalı bukleleri buram buram kına kokarak… Bana sevdiğini söylerdi sıcacık kadife sesiyle. Ben de ona sevdiğimi söylerdim. Yakında seni isteteceğim kınalı yarim, derdim. Öperdim boynundan. Koklardım öperken kınalımı. Sımsıkı sarılır, bırakmazdım. Ayrılık vakti gelince bir şekilde kurtulurdu kollarımdan. Ah, kınalı yarim, ah… Şimdi nerdesin, kimlerin yarisin?

             Pınar’ı düşünürken köye geldiğimizi bile fark etmemişim. Annemin ”evde ekmek yok, şurdan dön de ekmek al.” diye bağırmasıyla kendime geldim. Korkulu bir rüyadan sıçrayarak uyanır gibi traktörü ani bir manevrayla fırın sokağına çevirdim. Odun fırınından iki ekmek aldım. Sıcak sıcak ekmekler elimi yakıyordu. Römorktaki anneme uzatarak ” çok sıcak dikkat et.” dedim. Annem “ne o, yine o kızı mı düşünüyordun? Unuttun ekmek almayı” diye kendi kendine söyleniyormuş gibi yapıp bana laf söylüyordu. Anam benim, garip anam. “Çok acıktım, ekmekleri hemen yağlayıp yiyelim” dedim ve traktörü çalıştırıp eve doğru bastım gaza.

Evimizin önü yine ana baba günüydü. Çift makinesi bir tarafta, tohum atma makinesi onun yanında; diğer yanda saban, pulluk. Neyse ki evin bahçesi büyük de traktörü içeri alabiliyorum. “Son durak, orda bırak” dedim neşeli görünmeye çalışarak anneme.  “bırak bırak da nereye kadar be yavrum, yazık değil mi bu İrfan’a” diyerek indi römorktan. Ben duymazlıktan gelerek taraçaya  attım kendimi. Sandalyeye oturup bi yorgunluk sigarası yaktım. Dumanı Pınar’dı tütünü ben. Annem çalı çırpıyı toplamış ateş yakıp patlıcan közleyecek, çayın yanında yiyeceğiz. Tarladan sonra nefis yiyeceğimizdir ama benim gözümde mi ki… Sigaramın dumanı kıvrıla kıvrıla taraçanın tavanına kadar uzayıp gidiyor. Benim hayallerim, düşlerim peşin sıra ilerliyor kırlangıç yuvasına kadar. Aman kırlangıç yuvasını rahatsız etmesin duman. Onlar bari bu dünyada rahat ve huzurlu  olsun diye sigaramı söndürüyorum. Patlıcanlar közlenip çay demleninceye kadar gölgede uzanmak… Yorgunluğu biraz olsun atabilmek. Aklımda pınarım varken dinlenmek mümkün değil. Pınar, yarim, seni seviyorum… kavuşmak hayal mi bu dünyada… ben sensiz ne yaparım, nasıl yaşarım… geçmiyor bu zaman … öte dünyaya mı kaldı kavuşmamız… o zaman niye yaşıyorum..  Allah’ım bu can bu bedene fazla…  sıkıyor bedenim…  nefes alamıyorum…

            Göç zamanı gelecek kırlangıçlar gidecek buradan… Yuvaları bomboş kalacak, annem kışa hazırlık temizliği yaparken kırlangıç yuvasını süpürgenin sapıyla bozacak. Sonra başka kırlangıçlar gelecek. Anne kırlangıç özenle yapacak yuvasını taraçanın tavanına. Yavrularını besleyecek sevgiyle.

Ama şimdi göç zamanı, bu diyardan, bu yürekten göçme zamanı…

Saçlarının kokusu kaldı ellerimde
Ilık ılık düş kokusu…
Düşlerimde yarım yamalak hayalin
Gözlerimde tek damla yaş kaldı
Sen gittin
Ve
Dönmeyeceksin bu yüreğe…
Kırlangıçların kanadına kondurdum seni..
Göçüp gittin başka memleketlere…
Başka yüreklere…


Derya Akar Balcı
www.kafiye.net