ASIL SORU: NASIL?        

                                                                                    
Gün batmak  üzere. Tenimi okşayan ılık rüzgar  beni kendime getiriyor. Güneşle vedalaşma vakti. Akşamın kızıllığında son bir kez  el sallıyor muhteşem görüntüsüyle bana. Sanki bir daha doğmayacakmış gibi bir his kaplıyor içimi. Hüzünleniyorum. Güneşin batışına mı bilmiyorum.  Ama içimi bir hüzün seli kaplıyor. Sevincimi alıp götürüyor. Ayaklarım yavaşlıyor, beni taşımak istemiyorlar sanki. Tanrı hüzün meleklerini yeryüzüne indiriyor. Senden ve geleceğimizden bahsediyorlar. Sevgi yağmurlarını yağdırıyorlar üstüme. Islanıyorum sırılsıklam. İliklerime kadar sen işliyorsun. Yağmur saçlarımdan süzülüyor. Damla damla omuzlarıma sevgin düşüyor, acımasızlığın, yüreksizliğin, boş vermişliğin… Seni hatırlamaya çalışıyorum, gülüşmelerimizi, öpüşmelerimizi. Nasıl da birbirimizden vazgeçemezdik. Ayrı geçen her dakika birbirimizi özlerdik. Şimdi yanımda hüzün melekleri var. Sensizlik bir hiçlik iken varlığımı yaşatan melekler.

                                                                                                               Varım. Yaşıyorum. Sen olsan da olmasan da. Bu yaşam senin diye fısıldıyor meleklerden bir tanesi. Doya doya gönlünce yaşamalısın, diyor. Diğer hüzün meleğim ise yaşanmışlıkları unutamayacağımı söylüyor. Bense yoluma devam ediyorum. Sabaha kadar varmalıyım evime. Kızım beni bekler, annesini bekler, Ayça Melek’i bekler. Her ne kadar teyze anne yarısı olsa da annenin yerini hiç kimse tutmaz. Ya baba? Babanın yerini tutan olur mu?  Gittin ve gelmeyeceksin şimdi biliyorum. Ne kadar yalvarsam, arkandan ağlasam nafile. Değil mi?

Giden güllerin ardından ağlanmaz gülüm

Güller pembe, beyaz, sarı güller

Yaprakları solmuş, kurumuş güller

Yitik kayıp güler

Mavi tren istasyona gelmek  üzere olmalı. “ Denizli’den İzmir istikametine giden mavi tren yolcuları. Trenimiz  istasyonumuza gelmek üzere. Yolcularımıza hayırlı yolculuklar dileriz.”  Trenin düdük sesi duyuluyor uzaklardan. İstasyonda  bir hareketlenme başlıyor telaşlı telaşlı… Memleketim insanı; trenin  kendisini almadan gideceğini düşündüğünden hemen trene binmek ister, diğer yolcularla yarış halindedir. Bense kımıldamadan bekliyorum. Trene binsem de olur binmesem de olur dercesine.   Nihayet tren geliyor. Pencere kenarına oturuyorum. Tüm yolcularını alarak usul usul yoluna devam ediyor. Yanıma yaşlı bir teyze oturuyor. Yılların izini yüzündeki kırışıklıklarda saklıyor. Saçları  pamuk gibi. Bembeyaz. Onu görünce kendi saçlarımı düşünüyorum. Bu genç yaşımda beyazlara sahip olduğum için gurur duymak istiyorum ama duyamıyorum. Hüzün meleğim kocamı hatırlatıyor. Hep o adam beyazlattı saçlarını, diyor. Kabul etmiyorum tabi. Kocamla mutlu bir evliliğimiz vardı. Birbirimizi çok severdik. Ben gözümü onda açmıştım. Daha doğrusu ilk erkeğimdi kocam benim. Hayattaki her şeyimdi benim. Benden on yaş büyük olmasından mı bana kol kanat gererdi bilmiyorum ama onun yanında kendimi güvende hissederdim. Sanki bana hiçbir şey olmayacakmış gibi gelirdi. Beni her türlü kötülüğe karşı korurdu. Kimse bana zarar veremezdi. Annemdi, babamdı o  benim. Kocam gelmeden uyuyamazdım. İlla ki ona sarılacağım, kokusunu içime çekeceğim doya doya. Mutluluk öpücüğünü kondurur alnıma öyle uyurdum. Onun kollarında uykuya dalmak her şeye bedeldi doğrusu. Gece işten geç gelse bile balkonumuzda oturur, onun için demlemiş olduğum çayı yudumlardık birlikte. Çok para kazanmasa da huzurumuz yerindeydi. Seviyordum onu. Benim erkeğimdi. Kocamdı. Her şeyimdi. Sevdiğim erkekti. Ben de onun sevdiği kadındım.

Ne kadar da yanılmışım. Her şey bu denli güzelken neden diye soruyorum hala. Cevabını bulamıyorum. Kimse bilmiyor. Bilen tek kişi bir kişi var; o da kendisi…

Son istasyonda ineceğim için içim rahat. Biraz şekerleme yapıyorum. Anons sesiyle uyanıyorum. Çantamı sırtıma takıp trenin durmasını bekliyorum. Ve  iniyorum. Bu tren kokusu, tren raylarının kokusu çocukluğumdan beri mest etmiştir beni. Bir kez daha içime çekme zahmetine katlanmadan kardeşimin evine doğru yoluma devam ediyorum. Güneş’imi çok özledim. Minik kızım benim. Bu yaşta babasız kaldı. Böyle olmasını istemezdim. Hem de hiç. Suçlu kim, bilmiyorum. Kocamın evi terk etmesinin sebebi ben miyim bilmiyorum. Ben onu bu kadar çok severken neden bizi terk etti, kızını bırakıp gitti. Demek ki hiç sevmemiş demek istemiyorum. O da beni sevmişti. O zaman ne oldu? Neden gitti? Sevgi mi bitti? Sorular sorular… Yanıtı olmayan sorular. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim gerçekler…

Kardeşimin evine geliyorum. Zile basmamla kızımın kapıyı açması bir oluyor. “hoş geldin annem.” Diyor minik kızım. Ona sarılıyor, öpüyor, kokluyorum. Onu her öpüşümde kocam geliyor aklıma. Sanki onun kokusunu çekiyorum içime. İçeri giriyoruz. Kızım başlıyor babasını sormaya…”hani babamı da getirecektin anne?” diyor. “beni sevmiyor mu artık” demesi içimi acıtıyor. Tekrar kucaklıyorum. Nasıl açıklayacağımı bilemiyorum kızıma içinde bulunduğumuz durumu. Kardeşim orta şekerli türk kahvelerimizi getiriyor. “Abla gel, kahveni soğutma” diyor. Kucağımdaki kızımı oyun odasına bırakıp mutfağa gidiyorum. Bir sigara yakıp kahvemi yudumluyorum. Abla kardeş dertleşiyoruz biraz. Konu belli; benim kocam, onun eniştesi.  Hiç kimsenin aklı almıyor. Nasıl bırakıp gider, başka bir kadınla yaşamaya başlar. Nasıl bir vicdandır bu, küçük bir kızı babasız bırakır, karısını dul bırakır. Nasıl, nasıl…

Derya Akar Balcı

www.kafiye.net