KÖYÜM  & DÜNYAM

BÖLÜM-II


Artık kendi köyümdeyim. Ege havasını teneffüs ediyorum. Tereddütsüz, ikilemsiz…

Tüm saflığı, tazeliği içime çekiyorum. Çantamın ağırlaştığını hissediyorum. Taşımak güçleşiyor. Zaten ağırdı, daha da ağırlaşıyor. Yolun sonuna doğru yaklaşıyorum. Heyecan kaplıyor içimi hiç bitmemiş gibi. İçim içime sığmıyor. Annemi göreceğim az sonra. Babamı, dedemi. Evimi göreceğim; bahçesini, on dokuz basamak merdivenini, çiçeklerini, taşlarını göreceğim. Doğduğum evi, büyüdüğüm avluyu, komşularla kapı önü oturmalarımızı, beş taş oynamalarımızı göreceğim. Sabahtan bizim iki katlı evin kapısının önünde otururdu tüm komşularımız. Babaannem rahmetlik her defasında komşularla sohbet ederken ocağa yemek koyduğunu unutur, caanım yemeği çelik tenceresiyle birlikte yakardı. Öğlen vakti herkes evine çekilir, yemeğini yer, öğle uykusuna yatardı. Öğleden sonra güneş yön değiştirince gölge olan karşı komşunun evinin önünde oturulurdu. Biz çocuklar beş taş oynar, yüz taş oynar eğlenirdik. Okul çağı gelmiş çocuklar hep beraber okula giderdi. Komşular arasında dargınlıklar, küslükler olmazdı. Herkes birbiriyle iyi anlaşır, gül gibi yaşayıp giderdik. Komşusu aç olan uyuyamazdı.

         O günün çocukları bizler büyüdük, üniversite sınavını kazanıp başka şehirlere okumaya gittik. Büyüklerimizden, küçüklerimizden, her yaştan  yaşama süresini dolduranlar  aramızdan ayrıldı. Babaannem de gitti dönmemek üzere. Canım babaannem. Beni öpmez koklardı adeta. Sımsıkı sarılırdı. İki örgü saçlarını koklardım den de. Şimdi nasılsın babaannem oralarda? Beni özlüyor musun acaba? Bir bir ayrılmak zorunda kaldık istemeden bu güzel zeytin ağacı kokan topraklardan. Ayrı düştük sevgiden, dostluktan, yarenlikten… Gidenler ve dönmemek üzere gidenler. Ben döndüm işte!

         Son sokağa yaklaşmak üzereyim artık. Kurtulacağım şu kirli ağır çantamdan. Benim çantam. Kirlettiğim çamaşırlarla dolu, tüm ağırlığıyla sırtımda taşıdığım çantam. Düşüncelerden sıyrılıp etrafı izliyorum. Bakıyorum, görüyorum. Göremiyorum, bakıyorum sadece. Evimizin önündeki traktörü görebiliyorum. Bana hoş geldin diyor. Köşedeki çeşme başında oynayan çocukların bağrışmalarını duyuyorum. Tıpkı benim çocukluğumdaki gibi. Ne güzel oynuyorlar. Kapı önünde bir kız çocuğu kitap okuyor. Ayağında küçük kardeşini sallıyor. Belli ki annesi gündelik bahçe işine gitmiş. Yanına yaklaşıp ne  okuduğuna bakıyorum. Kitabın arka kapağındaki şiir ilgimi çekiyor.

Bir fısıltıydı yaşam
Çocukların dudaklarında 
Defterdeki silik yazılardı
Sessiz bir çığlıktı bu can
Haykıran ama sesi çıkmayan
Çok şey söyleyen ama
 Hiç anlatan.
Peşin sıra kovaladı akrep yelkovanı
Yelkovan akrebi geçti derken
Geçilemeyen bir yarış oldu yaşam.
Sessiz bir haykırıştı yaşam.

Küçük kız  çocuğunun başını okşayarak yanına oturuyorum. Belli ki cadde boyu yürümek yormuş beni, hele bir de bu kirli çamaşır dolu çantayı taşımak. Küçük kız ayağında sallayarak uyuttuğu kardeşini rahat uyuması için içeri götürüyor. Gelirken bana da bir bardak soğuk su getirmesini istiyorum. Kızlarımız , geleceğin kadınları işte. Her daim çalışan, evine bakan, okuyan, bilgi küpü kadınlarımız. Hayatın yükünü sırtında taşıyan, bütün zorluklara göğüs geren kadınlarımız. Kadın olmaktan gurur duyuyorum o an. Kendi yaşamım aklıma geliyor. Tek başına yaşamak zorunda kalmıştım. Yapayalnız, bilinmeyen, yabancı bir şehirde. Kimse yok, kimsen yok. Kimsesizliğin tüm bedenimi sardığını her an duyumsayarak yaşamak zorunda olduğum şehirde yaşadıklarım. Bakışlara, saldırılara maruz kaldığım anlar geliyor aklıma. Dimdik ayakta duruşum, yılmayışım… Küçük kızın yanında soluklanmak iyi geliyor. Belli ki yorulmuşum. Gözlerimin kapanmasına engel olamıyorum. Çantamın ağırlığını hissetmiyorum. Gözlerimi aralamaya çalışıyorum…. Sanki  annemi görüyorum. Anne ben geldim, diyorum. Ama annem beni görmüyor. Bak küçük kızın geldi diyerek kollarımı açıyorum. Bütün kirlerden arınmış, temizlenmiş bir şekilde hafifliyorum. Nedenini anlayamıyorum ama. Bir tüy kadar hafifim. Gözlerimi tekrar açmaya çalışıyorum, açamıyorum. Karşımda babaannemi görüyorum. Beni çağırıyor kollarını açmış, hoş geldin kızım diyor bana güler yüzüyle. Hoş geldin kızım, dönmemek üzere gidenlerin dünyasına hoş geldin! Deryam, torunum, diyor. Yanında annem yok. Babaannem beni kucaklıyor. Saçlarının kokusunu içime çekiyorum…

Güne güzel başlamaksın
Yazımdaki virgülümsün
Gülümsün, deryamsın
Dünyamsın benim
İçimdeki baharsın
Baharımda yeşeren filizsin
Filizimdeki goncasın
Gonca gülümsün,
Bahçemin solmayan pembe gülü
Hoş geldin deryam, dünyama…

Gökyüzü her zamankinden daha maviydi o gün. Güneş tüm sevecenliği ve sıcaklığıyla küçük ege kasabasını ısıtmaya devam ediyordu.

HAFTANIN DÜŞÜNDÜREN SÖZÜ:

Asıl marifet buluttaydı ama herkes yağmura şiir yazdı.

Cahit Zarifoğlu 

www.kafiye.net